Paylaş
Turunç, dağların arasına gizlenmiş bir güzel. Çam ormanları biter, hemen deniz başlar. Bu güzel kasaba pek bilinmiyor. Ben kasaba diyorum ama resmi söylemde Marmaris’in bir mahallesi. Mahalle denince aklıma küçük bir yerleşim geliyor. Oysa Turunç, dünyanın dört bir yanından gelen konukları ağırlayan koca bir kasaba. Turunç’a mahalle denmesine bu yüzden karşı çıkıyorum. Bu kadar küçülmesine gönlüm razı olmuyor. Turunç nerededir, çoğunluk bilmez. Bilmemeleri de bir bakıma iyi. Çünkü kalabalıkların işgalinden kurtuluyor, böylece biraz da olsa. Turunç’a nasıl gidilir? Önce Marmaris’i ve İçmeleri geçmeniz gerekiyor. Sonra dağ yolu başlıyor. Çam ormanlarının arasından giden bu yol, çok dik ve virajlı… Dar yol, sollama yapmaya müsait değil.
Kısa bir düzlükten sonra bu sefer iniş başlıyor. Önce lacivert denizi göreceksiniz. Davetkâr bir deniz! Üstünde yelkenliler, büyüklü, küçüklü tekneler süzülürken. Sonra birden Turunç görüntüye girecek. Büyükçe bir koyun kıyısında. İlk görüşte İtalyan köylerini andırıyor. Ben hep Amalfi’ye benzetiyorum. Turunç, adını Turunç meyvesinden alıyor. Turunç, mandalina-portakal arası büyüklükte bir narenciye… Acı, yenmiyor.
Yağlı etlerin üzerine turunç suyu
Nazilli’de, Mikado adlı pidecide, Ahmet Usta, ‘Bozdoğan Yuvarlağı’ denen pidenin üstüne turunç suyu sıkmamı istemişti. Bir kaç damla sıkmıştım. Pide öylesine lezzetlenmişti ki yemeye doyamamıştım. Onun için o gün bu gündür yağlı etlerin üstüne hep turunç suyu sıkıyorum. Turunç’un makbul olan kısmı kabuğu. Ondan yapılan reçelin tadına doyum olmuyor. Onun için mevsiminde gidersem, ağaçlardan bol bol Turunç topluyorum.
Dağdan inip, Turunç’un içine girdiğinizde, görüntünün büyüsü biraz bozuluyor. Sebep malum: Gelişi güzel yapılmış binalar. Turunç’un küçüklüğüne yakışmayacak kadar büyük olan bir kaç otel görüntüyü bozuyor. Çok katlı pansiyonlar da öyle. Ana caddeye dükkânlar, kafeler, lokantalar, hediyelik eşya mağazaları ve pansiyonlar sıralanmış. Kafeler daha çok akşamları dolu. Müşterileri İngiliz. Kıyı boydan boya plaj. Sahil biraz taşlık ama deniz pırıl pırıl… Böylesine güzel deniz az bulunur.
Lokantaların terasları bu güzel denize bakıyor. Hepsinde yemek yeme fırsatı bulamadığım için lezzetleri konusunda pek bilgi sahibi değilim. Genellikle bu sahildeki Kıyı Restoran’a gidiyorum. Sezgin, huyumu, suyumu bildiği için beni mutlu ediyor. Mezeleri çok lezzetli ama yememeye çalışıyorum. Çünkü oraya gidiş amacım balık yemek. Sezgin geçen gittiğimde, 8 kiloluk bir Akya yakasını (gerdanını) ızgaraya koymuştu. Denemediyseniz öneririm, Akya gerdanı çok lezzetli oluyor, hele yanında yeşil salata varsa, ziyafete dönüşüyor.
Fidan Restoran da lezzetli bir balıkçı… Arada bir onu da ziyaret ederim. Turunç’a gittiğimde Şerife’ye uğramayı ihmal etmem. Gözlemeleri aklımı başımdan alıyor. Hele patlıcanlısına can dayanmaz. Tapas Mapas, kasabadaki İngilizlerin favori lezzet durağı. Arada bir ben de aralarına karışıyorum.
Turunç’un biraz ötesindeki Amos antik kenti, denize hâkim bir tepede. Oradan denizi seyrederken hep Amosluları düşünüyorum. Acaba bu manzaranın tadını çıkarmışlar mıdır diye. Antik kentin eteklerinde muhteşem bir koy bulunuyor. Orada yüzerken hep vücudumun maviye boyandığını sanıyorum. Deniz öylesine mavi… Bu cennet koydaki tek olumsuzluk, turist taşıyan tekneler. Bu tekneler nedense gürültü yapmayı pek seviyor. Müziği sonuna kadar açıp, koydaki sessizliği yırtıp atıyorlar. Kimse onlara sus diyemiyor. Bir de müşterilerinin denizi kirletmesine mani olmuyorlar. Oysa ‘temiz deniz’, onların ekmek teknesi.
Yüzerim, yorulurum, tabii ki acıkırım
O zaman soluğu, koyun hemen kıyısındaki Amos Restoran’da alıyorum. Burayı boncuk gözlü Cemile Hanım ile eşi Aşçı Mehmet işletiyor. Çoluk çocuk hep birlikte işin içinde! İskelesinden tekne eksik olmuyor. Mezeleri lezzetli ama benim gözüm, odun fırınında pişen pidelerde. Bir tane yiyeceğim diye işe koyuluyorum, bir de bakmışım ki ikinciyi de bitirmişim. Onun için hazım için ekstradan yüzüyorum.
Amos’un öte yakasında Kumlubük Plajı uzanıyor. Arada bir bu güzel plajın tadını çıkartırım. Kumlubük’ün eteklerine yaslandığı dağın ortasında ‘Dionysos’ adında bir tatil köyü var. Dikkatli bakılmazsa görülmüyor. Sahibi Ahmet Şenol çok eski arkadaşım. Biraz çılgın bir girişimci. Gözü kara. Onun için dağın ortasında, kayaları parçalayıp, Kumlubük’e kuşbakışı bakan bu tatil köyünü yaptı.
Bazı akşamlar oraya çıkarım. Barın manzarası muhteşem. Hele ayın on dördünde, denizin simli bir perdeye dönüşmesini seyrederken burada içtiğim şaraba doyum olmuyor. Müzik bir o kadar güzel. Oraya gitmemin nedenlerinden biri de lezzetli yemekler. Mönü’yü ünlü şef Didem Şenol hazırlıyor. Kendisi İstanbul’da ama sıklıkla gelip, mutfağı denetliyor.
Bayram öncesi gittiğim Turunç ve çevresini anlattım. Yazdığım yerlerde yedim, içtim ve yüzdüm. Sıcak azınca gölgeliklere sığındım. Bayram kalabalıkları gelmeden de dönüş yoluna çıktım. Şimdi bu cennet koylara tekrar gitmek için Eylül ayının bitmesini bekliyorum. Çünkü o dönemde hava daha makul oluyor, deniz daha güzelleşiyor, gürültü yerini kuş seslerine bırakıyor.
Paylaş