Paylaş
İlginç bir şekilde, uzun uçak yolculuklarına can atan ve bu sırada mutluluk yaşayan ender kişilerden biri olduğumu kabul etmeliyim. Gökyüzünde bir sınıra ya da kültürel aidiyete bağlı kalmadan geçen zaman dilimi, bana kendimi “hiçbir yerin ortasında” hissettirdiği için özgürlük hissi veriyor. İstanbul’dan yaklaşık 11 saat sonra New York’tayız. Buraya geldiğimde çoğu zaman sabahları ilk yaptığım iş, kaldığımız sokaktaki en iyi bagel’ciyi bulmak oluyor.
Fantastik bir kahvaltı: “Rainbow Bagels”
Bagel’in özelliği içinin yoğun, kıvamının ise hafif sakızımsı bir elastikiyette olması; o yüzden bunları tost yaptırıp, kurutmayın derim. Benim klasiklerde favorim üzeri bol haşhaşlı olanlar; içinde en sevdiğim ikili ise bolca yer fıstığı ezmesi ve onun da üzerine ince bir kat reçel. Bir de bagel’in Brooklyn, Williamsburg’taki The Bagel Store’de satılan farklı versiyonları var. “Gökkuşağı” ve “galaksi” gibi isimlerle satılan bagel’lerin neon ve şeker renkleri, ilk bakışta insanın hafif bir tansiyonu düşürüp, gözlerini karartacak kadar plastik görünüyor olsa da, önyargılı olmayın; tatları oldukça doğal. Burada, içine pembe pamuk şeker de dahil, en absürt malzemeleri koydurtarak, kendinize “fantastik bir enerjiye” sahip, garip bir sandviç hazırlatabilirsiniz.
NY’de başka bir gezegene en yakın yer: Times Meydanı
Metronun merdivenlerinden ilk defa yukarı, Times Meydanı’na çıktığımda, kendimi başka bir gezegene gelmişim gibi hissetmiştim. Burada hiçbir şey mütevazi, ölçülü ya da sakin değil; aksine her şey devasa, iddialı, hızlı, dijital ve neon! Hareketli dev ekranlarla çevrili meydan, sokak performansçıları ile dolu ve elbette Naked Cowboy hala burada. Meydanda “I Love NY” tişörtlerini satan seyyar satıcıyla kısa bir sohbet ettiğimizde, üç sene önce Hindistan’dan geldiğini öğrendik.
Eliyle, etrafımızdaki yüksek gökdelenleri işaret edip ‘’Ben şu gökdelenlerde çalışanlardan çok daha fazla kazanıyorum,” dedi büyük bir iştahla; keyfi son derece yerindeydi. Hani “kuş izlemek (bird watching)” bir spordur ya, işte burada aynısını, sadece yayalara ayrılmış bölgede bir masaya oturup, “insan izlemek” için yapın; bu meydandaki bence en büyük eğlence, gelip geçen renkli ve orijinal insanları izlemek.
Edison’un da merhem satın aldığı eczane: C.O. Bigelow Apothecary
Yüzyıllık eczacı formülleri ve vücudun her bir bölgesi için ayrı düşünülmüş kremler, losyonlar, yağlar ve balsamlar sizi de heyecanlandırıyorsa, New York’ta Amerika’nın en eski eczanesi, iki yüz yıllık C.O. Bigelow’u mutlaka ziyaret edin. Eczanenin yerli ürünleri, özellikle Broadway’da ağır makyajdan yorulan ciltlerini dinlendirmek isteyen oyuncular arasında çok popülermiş. Tarihte, Thomas Edison’un bir ampul deneyi sırasında yanan parmaklarını, bu eczaneden aldığı bir merhemle tedavi etmiş olduğunu öğrendiğimde, içerideki ürünlerin iyice içine girdim diyebilirim. Burada hala asırlık formüllerle üretilen birçok ürün satılıyor.
Metal kutularında, eski grafiklerle paketlenmiş esanslı pudralardan aldım sevdiklerime. Talk pudrası, niş bir ürün ve insanın pek kendi kendine alacağı bir şey değil; “hediye” bu tip ürünleri satın almak için iyi bir bahane oluyor. Dükkanın yerli ürünlerinden biri de, orijinal formülde üretilen berber kolonyaları; bunları da sevgilinize almanızı tavsiye ederim.
Macera oyun odaları: “Escape Room Games”
Benim gibi Lara Croft ve macera hayranıysanız, New York’taki, bu birebir içine girebildiğiniz, oyun odalarını kaçırmamalısınız. Bir tema üzerine dekore edilip, içine bir macera oyununun kurgulandığı odalara kilitlendikten sonra, zamana karşı yarışarak, içerideki güvenlik sistemini çökertmeye çalışıyorsunuz. Bizim katıldığımız “Cluechase”nin, Büyük Soygun (Ultimate heist) oyunuydu. Tilki isimli bir hırsızın odasındaki dolapları ve kasaları açıp, içerideki tuzakları bozmak için, bir saat boyunca ekip olarak mantık yürütüp, şifre çözdük. İlgi alanınıza uygun bir tema seçip, kendinizi ilginç bir görevde deneyin derim.
Manhattan, Çin Mahallesi
Sokaklara kadar taşmış, içleri tıklım tıkış onlarca çeşit porselen biblolar, uçurtmalar, lake bardaklar, tabaklar, çocukluğumuzun kokulu ve renkli kırtasiye ürünleriyle dolu küçük dükkanlar, canlı yengeç ve ıstakozlarını yaya kaldırımına taşıdığı dev akvaryumlarda sergileyen restoranlar, ayak ve sırt masajı için sizi hızlıca içeri alabilen bodrum katlarındaki küçük masaj salonları, bir Konfüçyüs heykeli ve bu kaotik mahalleyi bir arada tutan bir Budist tapınağı; işte Manhattan’da en uygun fiyatlı ve çok çeşitli Çin yemeği yiyebileceğiniz Çin Mahallesi. Budist tapınağının içindeki Buda heykelinin önünde duran kutunun içinde, 1 dolar karşılığında seçebileceğiniz, üzeri lastikle bağlanmış, “kısmet dileklerinin” yazılı olduğu kağıtlar var. Buradaki dilek beklentinizi karşılamazsa, tavsiyem dışarıdaki dükkanlardan birinden büyük bir paket “şans kurabiyeleri” (fortune cookies) alın; içlerinden biri, mutlaka sizi mutlu edecek haberi verecektir, inanın.
Paylaş