Paylaş
Yetişkin damak zevkine uygun, en yağlı, egzotik ve likörlü krepler ‘Pannenkoeken’
Dünyanın en uzun boylu insanları olan Hollandalıların, Amsterdam’daki en meşhur krep evinin, boylarına uygun ferah bir yer olacağını düşünmüştük ki, daha girişten başlayan müthiş dar ve dik merdivenlerinden yukarı çıktığımızda, karşımıza, hiç abartısız, Kuzey masallarındaki efsanevi küçük yaratıkların içine sığıp, eğlenebileceği kadar ufak bir oda çıktı. ‘Upstairs Pannenkoeken’ isimli bu mekânda yalnız dört adet masa var ve krepleri semtteki en kaliteli malzemelerle hazırlanıyor. Masada otururken, içerideki tek bir kişinin bile memnuniyetinin, orada bulunan herkes tarafından anında hissedildiğini fark edince, bu küçük alanın, aslında iyi olan her duyguyu kendi içinde hızlıca yansıtıp, çoğaltan, ilginç ve hatta bir miktar da mucizevi bir avantaja sahip olduğunu anladım.
Küçükken, kreplerin sadece şeker gibi tatlı olması yetiyordu tabii hepimize ama bugün yaş aldıkça, gelişen damak zevkimize uygun krepleri tatmak için geldik buraya; en yağlı brieler, salam çeşitleri, tropikal meyveler ve hatta iyi pişmiş bir yahni, buradaki kreplerin iç malzemesi.
Hollandalıların ilginç bir estetik anlayışı var; tavandan üzerimize sarkan çaydanlıklar, lambri kaplı duvardaki guguklu saat, çini desenli vinil masa örtüleri, plastik çiçekler ve pembe kâğıda basılmış menüler, o kadar lüksten uzak ki, tüm bu sıradan eşyalar, bir de duvardaki kraliyet ailesine ait ihtişamlı fotoğraflarla birleşince, mekân insanı komik bir şekilde sakinleştiriyor.
Baharatlı kurabiyeden sevgililer: ‘Speculaas ‘
Isınmak için sıcak bir içeceğe, sevgiliye ya da tatlı bir sohbete insanı muhtaç eden kışın keskin ve temiz soğuğunda, açık havada, Noel pazarlarını gezmeyi sevdiğim için, akşamüzeri Museumplein Meydanı’ndaydık. Buradaki ahşap kulübelerin içi, ilk tarifleri antik zamanların Germen halklarına dayanan, onlarca çeşit kurabiye ve çöreklerle dolu; baharatlı ‘speculaas’ ve ‘peppernoten’, ‘duivekater’, çam ağaçlarının üzerine asılabilsinler diye üzerleri küçük deliklerle pişirilmiş kurabiyeler... Hayatımda bir defa evimdeki çam ağacını komple bu kurabiyeler ve çikolatalarla süslemiştim ama uyarmalıyım, daha bir iki güne kalmadan odanın içini yoğun bir tereyağı kokusu sarmıştı.
Stantlarda, boyları 30-40 cm’ye kadar varan ‘Speculaas’ isimli baharatlı kurabiye bebeklerden hangisini seçeceğime bir türlü karar veremeyince, satıcı bu kurabiyelerin hikâyesini anlattı bana. Kadın ve erkek figürü şeklinde pişirilen kurabiye bebekler, Ortaçağlarda, bekârlar arasında bir çeşit ‘aşk mektubu’ olarak kullanılırmış. Sevgili, ona verilen kurabiyeyi kabul ederse, ‘bu iş olur’, kırarsa karşısındakinin de kalbi kırılırmış; üzerlerindeki bolca motifler ise, sevilen kişinin aslında ne kadar arzulandığını, sessiz ama en yüksek tonda belli etmek içinmiş. Tabii satıcının, bana stantta bir an evvel karar verebilmem için anlattığı bu bilgi, içlerinden en süslüsüne odaklanmama sebep olduğu için, seçim yapmam iyice zorlaştı!
Bu kurabiyelerden evde kendim pişirmek için, yine bu pazardan eski tarz, ahşap speculaas kurabiye kalıplarından aldım; biraz eğlenmek isterseniz, mutfağınızda, yılbaşı üzeri, ideal sevgilinizi yansıtan bir speculaas kurabiye de siz pişirebilirsiniz; üzerine işleyeceğiniz tüm detaylar, sizin geniş hayal gücünüze kalmış elbette.
‘Rijksmuseum’: Hendrick Avercamp, Landscape with Iceskaters
Bugün şehirde satılan yiyecek ve içeceklerin, Ortaçağ tablolarındaki eşlerini, eski zamanların günlük hayatıyla, bugün yaşananlar arasındaki benzerlikleri bulmak ve aslında kısaca, güzel ve eğlenceli bir gün geçirmek için Rijksmuseum’a gittik. Müzede, zamanında kendisi de Amsterdam’da yaşamış Hendrick Avercamp’ın, ‘Landscape with Iceskaters’ isimli tablosuna dikkat etmenizi tavsiye ederim; bu tablo, eski zamanların çok olağan bir kış gününü, adeta geniş açılı bir film karesini dondurmuşlar gibi resmediyor.
Tablonun üzerindeki odak noktası, tek bir tane olmadığı için, izleyenin gözü tuvalin üzerinde hiç durmadan geziniyor. Bu hareketlilik, karşınızdaki kişiyi gözünüzle incelediğinizde onu hissetmeniz gibi, burada da tablodakileri hissetmenizi sağlıyor; buzun üstündeki karmaşayı, gülüşmeleri, flört eden sevgililerin vaatlerini ya da kuşların seslerini duymak, kendinizi verdikten sonra, bu 17. yüzyıl tablosunda, hiç zor değil.
Müzenin karşısında her sene kasımın ortasından şubata kadar açık olan bir buz pisti var; içerideki koleksiyonları gördükten sonra, insanların burada asırladır yaptığı gibi, bu güzel şehrin keyfini buzun üstünde paten kayarak çıkartabilirsiniz.
Aralık ayı: Birbirini mutlu etme ve paylaşma zamanı
Gece otelimize doğru yürürken, daha önce hiç olmadığı kadar utandığım bir olay yaşadım. Bir anda, yanımda, giyiminden ve üzerindeki –muhtemelen sokak kavgalarından aldığı- darbelerden evsiz olduğunu düşündüğüm genç bir adam belirdi ve bana yüksek sesle, Felemenkçe, “Hoe laat is het? (Saat kaç?)” diye sordu. Neden bilmiyorum ama bir an o karanlıkta, yüzünden o kadar korktum ki, cevap vermek yerine, onu yok sayıp, yoluma devam etmeyi seçtim, oysa onun bundan sonraki hareketi bana hiç unutamayacağım bir ders verdi. Yok sayılmak gücüne gitmiş olacak ki, arkamdan koşarak yanıma geldi ve kulağımın dibinde, çok yüksek bir sesle, “Sadece saatin kaç olduğunu sormuştum!” dedi. Ömrümde, yaptığım herhangi bir şeyden bu kadar utandığım başka bir an hatırlamıyorum. Telefonumu çıkartıp, saati söyledim ama tabii geçmiş olsun; bundan sonra korku ya da şüphenin, ‘kim olduğuma’ asla engel olmaması gerektiğine dair kendi kendime söz verdim.
Aralık ayı, hem yeni yıl, hem de birçok kişi için çok değerli Noel zamanı; bu ayın bize paylaşmayı ve birbirimizi mutlu etmeyi hatırlatan, insanların ümitlerini ve heyecanlarını canlı tutan değerini bilmek gerek.
Fotoğraflar: Alamy
Paylaş