Paylaş
Burası, kahvaltımızı plajda yapabileceğimiz ender şehirlerden biri olduğu için güne Promenade des Anglais bulvarındaki bir plajda, yürürken önünden geçtiğimiz 'La Fougasserie' isimli küçük bir fırından aldığımız bir paket kruvasan ve kahveyle başladık. Sabahları tereyağlı milföyün pek sağlıklı olmayacağını düşünüyorsanız, benim gibi 'Oranais aux abricots'ları seçin ve üzerindeki yarım kayısıları vitaminli birer yumurta sarısı gibi düşünüp, gülümseyerek, bu güzel manzaranın keyfini çıkartın.
‘Place Masséna’ meydanı ve hafif tatlı, kafası karışık karoları
Yerdeki siyah-beyaz karelerin, sistematik bir şekilde deforme edilmiş desenleri üzerinde yürürken kendimize hedeflediğimiz, karşımızda duran 'Güneşin Çeşmesi'ne (La Fontaine du Soleil) aslında yaklaşıyor muyuz yoksa burada insanın mesafe algısını kıran ilginç bir illüstrasyon mu var, kestirmek zor. Aklıma antik Yunan filozofu Zenon’un hareketi imkansız kılan teorisi geliyor; Bir noktaya varmak için önce yolun yarısı, sonra o yarının da yarısı ve kalan her mesafenin, sonsuza kadar yarısı alınarak ilerlendiğinde bir yolu bitirmenin teknik olarak imkansız olduğunu iddia eder. Aklı zorlayan bu paradoksa bir iki dakika ayırmayı düşünürseniz bu meydan açık havanın da verdiği serinlikle oldukça uygun bir fon olabilir.
Meydandaki zig zag motifler, çevredeki pembe renkli 19. yy. binalarının kemerlerine açılıyor, süs çeşmenin ortasındaki yedi metrelik Apollo heykelinin arkasında, şehre kutsal bir görünüm kazandıran yeşil tepeler var, yaya geçitlerinin üzerindeki çizgiler yer yer “balıksırtı” ya da “kazayağı”na dönüşüyor, sokak lambalarından uzun direklerin üzerinde, sanatçı Jaume Plensa’nın polyesterden yapılmış yedi heykelinin, gece olduğunda, aralarında yumuşak bir paslaşmayla yanıp sönen ışıkları, kıtalar arasındaki diyaloğu simgeliyor. Tüm bu görsel şölen, zemini hafif tatlı, kafası karışık karolarla örülü meydanda, Güney Fransa sahillerine yakışır eksantrik ve zengin bir hava yaratıyor.
‘Göz tuzağı’na dikkat! (Trompe l'oeil)
Sokaklarda her şey o kadar güzel ve muntazam görünüyor ki, bir kadın olarak bunun arkasında makyaj hilesi gibi, bir iki küçük numara var mı diye düşünmekten alıkoyamıyorum kendimi. Place Garibaldi meydanındaki, limon sarısı binaların üzerinde, Cote d’Azur güneşinin, kısa bir süreliğine “ifşa ettiği” bir detay dikkatimizi çekti; güneşin açısıyla duvarın üzerine yansıyan bazı gölgeler birbirine o kadar zıt düşüyor ki, mükemmel duran bu binalar, bir anda, göze son derece yanlış görünmeye başlıyor. Buradaki olay, meğer pencerelerin etrafındaki, gerçekte var olmayan pervaz ve çıkıntıların, “göz tuzağı” anlamına gelen Trompe l'oeil isimli, üzerinde hiçbir fırça darbesi görünmeyen bir teknikle dış cepheye boyanmış olmasıymış. Şehirdeki bir çok bina böyle pencere, panjur, balkon, kapı ve pervaz resimleriyle süslüymüş. Yanlarından geçerken dikkatli baksanız dahi fark edilmeyen bu gerçekçi resimleri, güneş, gün içerisinde geçici bir süreliğine tüm çıplaklığıyla, meraklısına, “eğlencelik” sergiliyor.
Promenade des Anglais: İkonik ‘Mavi sandalyeler’
Güneş bu kadar parlak ve hava bu kadar davetkârken, Fransız Rivierası’nda, yapılacak en orijinal şey, geniş Promenade des Anglais bulvarında, hazzını basitliğinden alan, uzun bir yürüyüş oluyor. Şehrin sembolü, eskiden tekli olarak bulvara konulduğunda sıkça çalındığı için, bugün belediyenin en az 10’lu ve birbirine lehimli metalden yaptırdığı, ikonik “mavi sandalyeler.” Renkleri, Nice’li sanatçı Yves Klein’ın zamanında bu sahilde gökyüzünü seyrederken keşfedip, 1957’de Mavi Monokrom tablosuna yansıttığı, tek ton mavi rengin, insana empoze edilen tüm fikirlerden arındırıcı özelliğine ithaf edilmiş.
Sandalyelerin, bulvarda, bir de sanatçı Sabine Géraudie (SAB) tarafından yapılmış iki boyutlu heykeli var ki, etrafında dolaşırken, bana yaşattığı illüzyona hayran kaldım. Tek bir düzlemde çizilmiş bu heykele, hangi açıdan bakarsam bakayım, karşımda sanki birazdan, üzerinde oturmaya hazır bir sandalye açılacakmış gibi duruyor; bence, bu, heykelin önceden hesaplanamaz, en ilginç gösterisi.
Çakıl taşlı plajlar
Nice kumsallarını kaplayan çakıl taşlarını dezavantaj yerine, fırsat olarak düşününce, yanımıza daha fazla aksesuar alıp, başka bir tecrübenin tadını çıkartmak istedik. “Jelly” plaj ayakkabısı ve çanta şeklinde katlanabildiği için, taşırken oldukça akıllıca görünen ince plaj yatağı, kumun aksine, şehrin hemen merkezindeki bu sahillerde, son derece temiz ve pratik bir plaj keyfi sunuyor. Güneşin altında, hazır ısınmış bu kadar çok çakıl taşını görünce, üzerlerinde biraz yürüyerek, ayaklarıma sıkı bir masaj yapmayı da ihmal etmedim. Rahatsız edici gibi görünse de, yürüdükten sonra yere uzanınca, basınç sonrası, ayaklarım uzun bir süre son derece rahatlamış hissetti, tavsiye ederim.
Musée Matisse: Renklerle en derin duygulara dokunan ressam
Sanat tarihi derslerinden aklıma kazınmış bir Henri Matisse sözü: “Basit renkler en derin duygulara dokunabilir, çünkü etkileri basitliklerinden ötürü çok güçlüdür.” Bu sözü çok severim çünkü bana karşınızdakini bir kez yanağından öpmenin -tekrara düşen ikinci defadan- daha güçlü olması gibi, hayatın içinden sade ama güçlü bir duyguyu anımsatıyor.
Renk ve desen dâhisi, Fransız ressam Henri Matisse’nin eserlerine adanmış bu müzede, özellikle yaprak, çiçek, yosun ve kuş gibi formların basit hatlarla, renkli kağıtlardan kesilip, kolaj şeklinde, tuvallere sabitlendiği tabloların, ayrı bir çekim gücü var. Bunlardan biri, 1953 tarihli La Gerbe (Demet); üzerinde, yapraktan çok mercana benzeyen formlar, makasla o kadar ritmik ve yumuşak bir şekilde kesilmiş ki, resim, ona bakanı mutlu etmeyi hedefleyen, coşkuyla havaya saçılmış bir demet çiçeği anımsatıyor.
“Görmek isteyenler için her zaman bir çiçek vardır” sözü yine Matisse’ye ait; Nice’yi gezerken, basit ifadelerin en derin ve hassas duygularınızı beslediğini fark edeceksiniz.
Paylaş