Paylaş
Son Denizli seferini ise geçtiğimiz hafta sonu yaptım. Bu kez çok ilginç bir festivalin konuğu olarak gittim; Dünya Havlu ve Bornoz Festivali! Evet, bildiğiniz gibi Denizli bir tekstil başkenti. Aklınıza gelebilecek birçok tekstil ürünü Denizli’de üretiliyor. Havlu, Bornoz ve peştamal de Denizli’nin önde gelen ve dünyanın her yerine ihraç ettiği en önemli ürünlerinden. Bu yıl 7.si düzenlenen festival Denizli Tekstil ve Giyim Sanayicileri Derneği (DETGİS) koordinatörlüğünde ve Güney Ege Kalkınma Ajansının destekleriyle gerçekleştirildi.
Festivalin en ilginç yanı konukların ve dernek yöneticilerinin bornozları giyerek Denizli Ticaret Odası önünden 15 Temmuz Delikliçınar Şehitler Meydanı'na kadar bando eşliğinde korteje katılmasıydı. Bizim için özel hazırlanan bornozlarımızı giydik, 1950'lerden kalma müthiş klasik arabalara bindik ve Denizlilileri selamladık. Çok ilginç bir deneyimdi benim için. Çok da eğlendik. Böyle güzel bir organizasyon düzenleyen Denizlileri tebrik etmek gerek.
Tabi festival dışında da birçok aktivitemiz oldu. Örneğin ilk gün Pamukkale’ye gittik. Antik Kleopatra havuzuna girdik. Travertenlerde yürüdük. Ben en son geldiğimde eylül ayıydı ve antik havuzda en az 500 kişi vardı. Şimdi ise hava halen tam ısınmadığı için ve hafta içi bir güne denk geldiği için havuzda bizim dışımızda yalnızca 10 kişi vardı. O yüzden gerçekten keyfini çıkarmak istiyorsanız Pamukkale’ye bu bahar başı veya sonbahar ortasından sonra özellikle de hafta içi gidin. Travertenler de daha tenha oluyor çok daha güzel fotoğraflar çekebiliyorsunuz. Hem havuzun suyu sıcak olduğu için insan üşümüyor. Biz bir de üzerine konakladığımız Richmond Otelin termal havuzuna girdik ve tamamen yorgunluğumuzu attık.
Tabi Pamukkale’ye gitmişken antik kent Hierapolis’i ve Leodikya’yı gezmemek de olmaz. Hellenistik ve Roma dönemine ait bu antik kentler büyüleyici. Özellikle Hierapolis antik tiyatrosu nefes kesici...
Geçtiğimiz seferki gidişlerimde Denizli mutfağını yakından tanıma şansına sahip olmuş hatta burada detaylı yazmıştım. Bu kez de yine çok güzel mekânlarda yemekler yedik. Denizli kebabı denilince ilk akla gelen yer olan Kebapçı Baki yine damaklarımızı çatlattı. Kebabın lezzetinin yanı sıra burada içtiğim yanık yoğurttan yapılan ayranı tekrar içmek için aylarca bekledim.
Bu kez daha önce gitmediğim mekânlara da gittik. Bunlardan biri Renes adlı balıkçı. Denize kıyısı olmayan Denizli’de böyle güzel bir balık restoranı görmek sürpriz oldu. İstanbul’dakilerle yaraşır düzeyde bir balıkçı ortaya çıkarmışlar. Ahtapot tandır ve yöreye özgü mantar türü olan Kuzu Göbeği mantarının içinde Adana kebap kesinlikle en iddialı yemekleri!
Bir diğer yeni Denizli mekânı ise Müdavim adlı Ocakbaşı ve Bistro idi. Henüz açılalı 1 ay olmuş mekânın dekorasyonu çok dikkat çekici. Çok ince detaylara sahip güzel bir mekân yaratmışlar. İsterseniz kendi mangalı olan masalarda kendiniz pişirip kendiniz yiyebiliyorsunuz. İsterseniz de mekân sizin için etleri pişiriyor. Adana kebap ve lokumları çok lezzetli.
Bir sabah da kahvaltı için Umut Termal tesislerine gittik. Burası çamur banyosu ve kaplıca gibi tesisleri olan bir otel... Kahvaltı konusunda da iddialılar. Kendi seralarında yetiştirdikleri ürünleri servis ediyorlar. Ekmeklerini de kendileri yapıyorlar ve çok lezzetli.
Denizli’de canınız tatlı çekerse mutlaka bizim son durak olarak uğradığımız Hacı Şerif’e gidin ve enfes irmik helvalarından yiyin. Sadece o değil, tahinli irmik tatlısı ve tahinli çikolatalarından da yiyin çok beğeneceğinizden eminim…
Denizli aynı zamanda bir leblebi cenneti. Şehirde bir çok leblebi imalathanesi bulunuyor. Festival boyunca şehrin önde gelen leblebicilerinden olan Berkiz leblebilerinden paket paket yedik. Hatta doyamadık alıp yanımızda da getirdik!
Denizli hem kültürel, hem tarihi ve hem doğal güzelliklerinin yanı sıra tekstil ve mermer gibi sanayileriyle de ön plana çıkan şanslı şehirlerimizden. Gezip görecek, yeyip içilecek ve alınacak birçok şeyi var. O yüzden benim gibi birden çok kez yolunuzun düşeceği bir şehir kesinlikle…
Fotoğraflar: Gürhan KARA
Paylaş