Paylaş
Hadi gelin kısa kısa şehirden bahsedeyim sizlere;
*Kur farkı nedeniyle Pound’un 6,20 TL seviyelerini çıktığını da düşünürsek epey pahalı bir şehir.
*İstanbul’dan uçakla yaklaşık 3 buçuk saat sürüyor. Saat dilimi olarak bizden 2 saat gerideler.
*Bu şehri gezmek istiyorsanız en az 4-5 gününüzü ayırmanız gerekiyor.
*Şehir içi ulaşımı rahatlıkla metro ile sağlayabilirsiniz. Çok gelişmiş bir istasyon ağı var ve kesinlikle başka bir şeye gerek kalmıyor. Metro ulaşımı için en ekonomik yöntem ise kalacağınız gün sayısı kadar sınırsız ulaşım sağlayan ‘pass’ bilet almak. Vaktiniz varsa ve ayaklarınıza güveniyorsanız şehri yürüyerek gezmek daha harika bir alternatif!
Londra’nın olmazsa olmaz gezi noktalarından da biraz bahsetmek istiyorum.
Old Town (eski şehir) olarak anılan Westminister Bölgesi’nde Parlemento Binası, Big Ben saat kulesi ve nehrin hemen karşı kıyısında yer alan London Eye’ı görebilirsiniz. Londra’nın en bilinen simgesi Big Ben renavasyonda olduğu için dünya gözüyle göremedik ama kuleyle ilgili öğrendiklerim; kuleden her saat başı çan sesleri yükseliyormuş. Kesintisiz çalışması için günde 3 kez kurulması gerekiyormuş ve bunun için özel işçiler çalışıyormuş.
Londra’nın gözü London Eye da bir diğer ikonik Londra simgelerinden. Avrupa’nın en büyük dönme dolabı kendisi. Tam tur dönmesi yaklaşık yarım saat sürüyor. Özellikle gün batımında güzel bir şehir manzarası fotoğraflamak isteyenler için keyifli bir aktivite.
Londra, parklar ve meydan bahçeleriyle ünlü bir şehir. Şehri çevreleyen efsane parklara ev sahipliği yapıyor. Tabii bunlardan en önemlisi ve en bilineni Hydepark. Hava güzelse en az yarım gününüzü bu parkta geçirin derim. Hatta yanınıza ufak atıştırmalıklar alıp, parkta piknik yapmak harika olabilir. Hydepark’ın haricinde, St. James Park ve Green Park da benim favorilerim arasında yerini aldı.
Buckingham Sarayı’nı görmeden olmaz tabiki. Yazları her gün, kışın ise belirli günlerde, saat 11.30’da saray önünde, nöbet değişim töreni ‘Changing the Guard’ yapılıyor. Bu töreni tam bir turistik aktivite haline getirmişler, çok kalabalık oluyor, görmek isterseniz erken gitmekte fayda var. Bu arada dipnot: eğer uğramak isterseniz Saray, Green Park ve St. James Park’a yürüme mesafesinde yakınlıkta.
Otelimizin de yer aldığı Soho bölgesi Londra’nın gece hayatının gözde semti. Trend restoranlarının ve tarz kafelerin yer aldığı son derece popüler bir bölge. Her köşe başında rastlayacağınız Londra publarını Soho’da da bolca göreceksiniz. Londralıların en sevdiği aktivite, iş çıkışında arkadaşlarıyla publarda hatta bazen sokaklara taşarak sohbet etmek, biralarını yudumlamak!
Şehrin en ünlü caddelerinde kahvenizi yudumlayarak dolaşmak ve vitrinleri gezmek de çok keyifli oluyor. Londra’da her zevke göre alışveriş imkânı bulunuyor. Oxford Street ve Regent Street her daim hareketli ve kalabalık. Şehrin merkezi olarak kabul edildikleri için günlük hayatta kullandığımız ve orta sınıf olarak adlandırdığımız markalar bu caddede. Bond Street ise oldukça havalı bir cadde, dünyaca ünlü tasarımcıların ve adını bile duymağım lüks markaların mağazalarına ev sahipliği yapıyor. Bunun yanı sıra ben, Kings Road ve Carnaby Street’i de çok sevdim. Kings Road’da butik tasarımcılara, minik kafelere ve özel dekorasyon mağazalarına rastlayacaksınız. Carnaby Street ise sadece yayalara açık cadde, sevimli ve renkli ambiansı ile hemen farkediliyor. Oxford ve Regent Street’e yakın olduğu için bu caddeye uğramayı ihmal etmeyin derim.
Gelelim Londra’nın şirin semti Notting Hill’e; yanyana dizili pamuk şekeri andıran rengârenk evleri kendine hayran bırakıyor. Cumartesi günleri kurulan Portobello Road Market de Notting Hill’de yer alıyor! Yüzlerce çeşit antika ürünün satıldığı bu renkli pazarda, sokak lezzetlerini tadabileceğiniz iştah açan tezgâhlar da mevcut. Bu bölgeye gelmişken ziyaret etmeden geçmediğimiz Churchill Arms’a da bayıldık. Dışı kadar içi de harika bir görüntüye sahip bu pub, içerisinde klasik bir İngiliz barına ve oldukça lezzetli bir Thai Restoranı’na ev sahipliği yapıyor.
En az Notting Hill kadar sevdiğim bir bölge de Covent Garden oldu. Londra’da kaldığımız otele de yakın olması sayesinde, her fırsatta soluğu Covent Garden’da aldık! Semtin meydanını Apple Market adında pasaj & çarşı benzeri bir alan kaplamış durumda. Pasajlarda pek çok ünlü markanın mağazası ve birkaç şirin restoran bulunuyor. Pasajın alt katındaki restoranların ortak bir avluya açılan oturma alanı var. Sokak müzisyenleri bu avluda harika performanslar sergiliyorlar.
Covent Garden’a çok yakın konumda ve mutlaka görün diyebileceğim bir avlu daha var. İsmi Neil’s Yard bu şirin yerin. Bir kaç restoran ve kafeyi içinde barındıran bu avlunun renkli binalarına ve şirin atmosferine hayran kaldık.
Londra, yazmakla bitmiyor… Gezdikçe insanın enerjisi artıyor, şehrin dar sokaklarına daldıkça heyecanlanıyor ve planladığınız rotadan ister istemez şaşıyorsunuz. Gün biterken ayaklarınızdaki yorgunluk sizi kendinize getiriyor olsa da, bu büyülü şehri tekrar yaşamak için dalıyorsunuz uykuya… Ve son gün gelip çattığında, bir sonraki Londra seyahatinizi planlarken buluyorsunuz kendinizi!
Paylaş