Paylaş
Kırgızistan’a ayak bastıktan sonra rotamı Karakol şehrine çevirdim ve yoldaki ilk otostop macerasına böylece atılmış oldum. üç araba değiştirerek beş saatin sonunda Karakol’a varabildik. Karakol’da mutlaka yapılması gereken aktivitelerden biri iki gece üç günlük Alakol Gölü tırmanışı. Alakol Gölü 3 bin 900 metre yüksekte turkuaz bir göl. Dağlardaki karların erimesiyle oluşmuş, fotoğraflarını görünce zaten mutlaka görmeliyim diye düşünüyorsunuz.
Yürüyüşü bir arkadaşımla birlikte yaptım. Alakol tırmanışının iki gece üç gün sürdüğünü öğrenmiştik Kırgızistan’da tanıştığımız bir Türk’ten… Tırmanış boyunca var olan yurt çadırlarında kalmak yerine kendi çadırımızla kamp yapmaya karar verdik. Ve tabi ki dağlarda kar olduğundan eksi 15 dereceye uygun uyku tulumu ve yiyecek için ocak ihtiyacımızı halletmek için çözüm aradık. Bu öyle popüler bir yürüyüş ki bütün ihtiyaçlarınızı kiralayabileceğiniz butik tur şirketleri bulabiliyorsunuz.
Buradan günlük 150 Kırgızistan Som’una (14 TL) anlaşarak uyku tulumu ve ocak ihtiyacımızı hallettik. Bir maşrutka ile (Şehir içi ulaşım dolmuşlarına verilen ad) ulusal parkın girişine kadar vardık. Kişi başı 250 Kırgızistan Som’u (23 TL) giriş ücreti ödeyerek içeri girdikten sonra, hostelde fikir aldığımız diğer gezginlerin tavsiyesiyle ilk gelen araca otostop çektik. Aslında bu yol yürünebilir fakat araçla da gidebilen bir yol. Daha önce deneyenlerden duyduğumuz asıl yürüyüş yolunun bu araçlı kısım olmadığı ve burayı mümkün olduğunca araçla geçmenin ideal olduğu şeklindeydi. Biz de ilk gelen araca park girişinden otostop çektik. Yaklaşık bir saatlik yürüme yolunu atlatıp yola devam ettik. Ve sonraki beş saat süren ve aslında araç yolu da olan bu yürüyüş yolu için şunu söylemeliyim ki, iyi ki bütün yolu otostop ile bitirmemişiz. İnsanlar varmaya odaklanıp (varma sürecinin) yolun güzelliğini kaçırıyor.
Eğer otostopla gitseymişiz şu yukarda gördüğünüz muhteşem manzarayı kaçırırmışız ki, hayatımda ilk kez bir nehrin yürüdüğümüz patikayla aynı hizada nasıl akabildiğini merak ettiğim yerdir burası. Suyunun krem rengi, dağlarla inanılmaz bir bütünlük oluşturan, bu nefes kesici manzaraya ikinci saatin sonunda varmıştık. Buradan sonra doğanın sunduğu manzaralar git gide daha da güzelleşti...
Üçüncü saatin sonunda hafif yokuş çıkmaya da başladığımızda yol sağa kıvrılırken soldan bu manzara karşıladı bizi… Aşırı coşkulu akan bu nehrin sesini, kuş cıvıltılarını dinledik, hafiften serinleyen havayı içimize çekip, soluklandık. Tertemiz bir havası var. Suyun renginin açıklamasını sorduğum kimse yapamadı, esrarengiz geldi bana. Bir nehrin bu renkte akıp, aynı zamanda tertemiz olabilmesi çok şaşırtıcı… Biraz daha yürüdükten sonra artık ciddi eğimler/tırmanışlar başladı. İlk kez 3 bin 900 metre yüksekte bir dağa tırmanacağım üstüne de çok düşünmemiştim. Macera içeren kararların üstüne çok düşünmeden direkt harekete geçmeye çalışıyorum. Çünkü insan düşününce ‘mantıklı ses’ mutlaka engel buluyor. Sanırım sonunu düşünen kahraman olamaz derken Şeyh Şamil’de benim gibi düşünmüş.
Bu fotoğraf da yine vardığımız yerin büyüsünü yansıtanlardan, geride o yürüdüğüm yollara hayran hayran bakarken... En huzur veren tırmanış biçimi böyle güzel manzaralarda yürümekmiş, geriye dönüp baktığında iyi ki diyorsun hep...Ve yaklaşık dört saatin sonunda patika yola vardık. Burada yolu bulmak biraz zor olabiliyor çünkü patika net bir izden oluşmuyor. Maps.me isimli offline (internetsiz) çalışan bir uygulama ile doğru yönde ilerleyebilirsiniz. Alakol tırmanışı için yola çıkmadan önce uygulamayı indirirsiniz. Asıl patikayı uygulama ile takip etmeye başlarken artık eğim/tırmanış daha da keskinleşti. Dinlenmelerimiz arttı. Kamp malzemelerimiz, yemeğimiz, suyumuz sırtımızda iyice ağırlaşmaya başladı. Tek bir çanta yapmıştık ve ağırlığı yaklaşık 15 kiloydu, çok çok zorlandık. Bu deneyimle öğrendik ki, yanınıza çok ağır tek bir çanta almak yerine yükü bölmeye çalışmak en doğrusuymuş.
Bu arada böyle bir tırmanış için yanımızdaki çantada neler olduğunu da söylemeden geçmeyeyim. Çadır, uyku tulumları ve ocak-pişirme gereçleri haricinde minimum seviyede kıyafet almaya çalıştık, üzerimizdekilerden hariç yedek bir üst bir de alt aldık sadece. Yiyecek olarak haşlanmış yumurta, ekmek, domates, noodle, meyve ve yemiş karışımı almıştık. Bir de su… Yalnız her su noktasında sularımızı doldurduk, yol boyu bütün kaynaklardan su içiliyor. Uzun ve zorlu bir buçuk saat sonunda ilk kamp alanına ulaştık.
Ve ilk kamp alanı...
Kamp alanını gördüğümdeki o rahatlamayı size nasıl aktarabilirim bilmiyorum. Sırttan çantalar yere tabiri caizse ‘atılıyor’ akabinde böyle bütün kaslar bir rahatlayıveriyor, bütün nefes veriliyor, tabi hemen azaldığı için yol boyunca idareli tükettiğimiz sudan kana kana içilip, dinleniliyor. Çadırımızı tam da bu yukarıdaki resimde göreceğiniz manzaraya karşı kurduk. Bu kamp alanı aynı zamanda göçmen Kırgızların yaz boyu yaşadığı yer. İsterseniz, çadırınız yoksa burada konaklayabiliyor, onların yaptığı yemekleri yiyebiliyorsunuz. Velhasıl o geceki uykunun lezzetini tahmin edersiniz, o yorgunlukla erkenden, ayaklarımızın acısı dinsin diye sopsoğuk akan suda yıkadıktan ve üşümeyelim diye yanımızdaki her şeyi çift çift giydikten sonra, hem varmış olmanın, hem böyle güzel bir yerde olmanın huzuruyla deliksiz uyuduk! Sabah kuş cıvıltıları ve yanı başımızda akan nehrin sesiyle uyandım. Beş saat yürümüş olmanın verdiği hafif bir kas ağrısı vardı. Ama yine de Muhteşemdi!
Şu güzel manzarayı seyredip, hafif serin ama güneşin değdiği yerleri ısıttığı, su sesi ve doğa ananın sunduğu çiçek ve ot kokularıyla güne başlamak... Bazı şeylerin pahası parayla değil emekle ölçülmeli, çok emek verdiğiniz her şey gibi, bu deneyim de kesinlikle karşılıksız bırakmadı emekleri... O an orada o anı yaşarken kas ağrınızı, dün kaç saat yürüdüğünüzü kesinlikle hatırlamıyorsunuz. Uyanıyorsunuz ve derin bir nefes çekiyorsunuz içinize, etrafı seyre dalıyorsunuz. Bir önceki günün yorgunluğunu hafifletecek, bu manzarada yogayla güne başladığınızı bir düşünün...
Yoga sonrası tekrar yola koyulduk, önümüzde giderek dikleşen bir tırmanış vardı. Çok geç yola çıkmamak önemli zira yolun bundan sonraki kısmı güneşin altında tamamen tırmanış. İkinci gün nispeten daha yavaş ama sürekli olacak şekilde yürümeye çalıştık. Hem ilk gün kazandığımız kondisyon, hem yavaş ama sürekli gidiş ile çok daha dik yerlerde daha az yorulduk. Bu etap daha kısa sürdü, iki saatte yanımızda akan nehir manzarasıyla Alakol’a 3 bin 500 metre yüksekliğe varmıştık.
İki günlük toplam yedi saat yürüyüşün/tırmanışın armağanı bu görüntü. O yorgunluk ve yürüyüş çabası, bir üşüyüp bir terlemek, acıkmak, susamak, çantanın giderek ağırlaşması... Şu manzarayı gördükten sonra siliniyor hepsi. Tabi ki görür görmez âşık olduk bu manzaraya. Alakol etrafında iki kamp alanı var. Biri fotoğrafta gördüğünüz, diğeri ise 200 metre yürüyüşle hafif aşağıda…
Rüzgâr kesen taşlar örülmüş burada kamp yapmak için. Burası kimse tarafından yönetilmiyor, önceki ziyaretçilerin mirası… Çadırı kurduk, etrafı seyretmeye gelen gidenle sohbet etmeye koyulduk. Fakat gelen gidiyor kimse burada kalmıyordu. Biz buraya erken ulaştığımız için çok fazla kişinin gelip, fotoğraf çekilip devam ettiğini gördükçe “Burada yalnız mı kamp yapacağız?” sorusu aklımıza düşmeye başladı. Bakmayın böyle güzel göründüğüne, gece olmuş, 3 bin 500 metredesiniz, kimse yok korkmaz mısınız? Ya başımıza bir şey gelirse kime nasıl haber vereceğiz diye kuruntulanmaya başladı… Biraz konuştuktan sonra “Yok bir şey olmaz, çadırı da kurduk artık, ne olacaksa olsun” dedik ve yine normalce vakit geçirmeye başladık. Zamanla başkaları da kamp kurmaya başladı. İçimiz rahatladı.
Saatler öğle ikiyi gösterdiğinde yağmur başladı ve iki-üç dakika sonra hızlanıp çılgınlar gibi yağmaya başladı. Ben dışardan içeri girene kadar sırılsıklam oldum. Neyse ki yedek kıyafet getirmiştim. Yağmur yağarken kamp alanına ulaşıp kamp kuranlar oldu. Eşyalarının da ıslandığını düşünüyorum. Bu saatten sonra sabaha kadar yağmur hiç durmadı! Ara ara dolu yağdı. Çılgınlar gibi rüzgâr esti. Çadırın içinde olmasak uçar diye düşünerek uyuyakaldık.
Tabi ki bu manzarada yoga yapmadan, iki günün yorgunluğunu atmadan yola çıkmadım. Ne çok erken ne de güneş henüz tepeye çıkmadan düştük yeniden yola... Hedef zirve... Havanın durumu belirsiz, yağacak gibi. Yol tamamen tırmanış ve kayalık. Yolu şöyle düşünün, gölün tamamı bu kadar değil, ilerde bittiğini düşündüğünüz kısımda sola doğru dönüyor ve orada daha büyük bi parçası daha var. İkinci kamp alanı da tam bu alanın kıyısında diyebiliriz. Yürüyüş yolu ise gölün etrafını dolaşıp tırmanarak zirveye varmak.
Alakol zirvesi ve Alakol gölü! İlk kez 3 bin 900 metrede bulunduğum an...Orada durmak gerçekten paha biçilemez ve her şeye değerdi. Oraya varmak, fiziksel gücünü bu denli zorlamak ve başarıp, o manzaraya şahitlik etmek çok keyifli, çok duygulu anlar yaşattı bana... Sık sık derin bir nefes alıp etrafıma inanmaz gözlerle baktım!
Zirvede kamp alanı yok. Ayakta durabilen alan da çok kısıtlı. Yarım saati belki biraz geçmiştir burada geçirdiğimiz vakit. Ama bana kalsa orayı bir gün yaşamak isterdim... Zirvenin ardından inanılmaz dik bir iniş başlıyor. Burayı indikten sonra yine aşağı doğru iniş devam ediyor. Bir sonraki kamp alanına üç-dört saatte varıyorsunuz. Buralarda da manzara kesinlikle çok güzel ama gidiş yolunun daha güzel olduğunu söylemeliyim. Bu rotayı tersten başlayarak yapanlar da var ama hem bu dik yokuşu çıkmak zorlayıcı olacağından hem de henüz yorgun değilken en güzel manzaraları görerek gitmek bence daha keyifli olduğundan benim yaptığım şekilde bu rotayı yapmanızı tavsiye ederim.
Paylaş