Paylaş
1083 metre yükseklikte Mazı dağının yamacında bir tepenin üzerinde kurulmuş kartal yuvası gibiyim. İpek yoluna yakınım ve Hristiyanlığın ilk kabul edildiği şehirlerden biriyim. Dicle ve Fırat Havzalarının ortasında Mezopotamya Ovasının, tarihin beşiğinin içindeyim. Kavuşmak için sabır gerekirmiş ve illâ ki bir şekilde şehir gelen ziyaretçisini kucaklarmış... Dicle ve Fırat'ın kucakladığı kadim şehirim. Kızıltepe yönünden, yeni şehirden geçerek bana doğru yaklaştığınızda, incimi saklayan bir istiridye gibi kendimi göstermekte nazlanırım.
Topraklarım o kadar güçlü ki dünyanın en eski kültürlerini üzerinde taşımış. İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana birçok etnik gurubun; karşılaşma, geçiş ve kavuşma noktası olmuş. Pek çok uygarlık, şehri fethetmek uğruna savaşmış durmuş. Kalenin eteklerinde teraslı evler sıralanmış Mezopotamya Ovası'na doğru. O Ova ki; farklı din, mezhep ve inanışları kucaklayan bu kutsal şehri selâmlarcasına saygıyla önünde serilmiş. Kuşlar bile farklı öter, güneş farklı batar gök kubbemde, İsa'dan sonra M.S 1. Yüzyıl'da Hristiyanlığı ilk kabûl eden Arami-Süryaniler bana gelip birçok manastır ve kilise kurdular bağrımı açtım sevgiyle kucakladım Onları! Topraklarımda binlerce yıl güneşe tapmış insanoğlu, en önemli manastırlarımdan biri olan Deyrulzafaran manastırı, bir güneş manastırının üzerinde kurulmuş. Güneş coğrafyamın simgesidir. İyinin kötüye galip gelmesidir, hayattır, yol gösterir, can verir, toprağımı cayır cayır yakarken bereketi de getirir.
Tepemde bulunan " kale" denizdeki en büyük dalganın tepesindeki sivrilmiş uç misali ihtişamlıdır, başkaldırır. Kale halkımındır ve en değerlimdir Artuklu Hükümdarı Necmeddin İsa Bey bile kendi canına karşılık olsa dahî, kaleyi Timur Han'a vermemiştir! Kalemin etrafındaki sur bölgem ve evlerim o kadar dikkat çeker ki, kartallar şahinler yavrularını burada beslerler. Zor erişilir bir bölgemdir, kırlangıçlarım ve takla atan beyaz güvercinlerim gökyüzündeki koruyucularım olmuştur sur içindeki kentim SIT alanıdır. Evlerim sarı kireç taşından yapılmış, taş evlerdir. Üst üste teras şeklinde yamacıma inşa edildiğinden hiç bir ev başkasının ne güneşine ne manzarasına engeldir, sur içindeki evlerim Mezopotamya’yı selâmlar. Mezopotamya bana ve evlerime analık eder, beni doyuran, bana hayat verendir...
Hürriyet'i Abidem Ulu Camiidir. Yivli kubbesi yapıları bu şekilde gelenekselleştirdi. Ve Mezopotamya bu güzelim mimariye ruh verdi! Hele ki, Şafî, Hanefî, Hanbeli ve Maliki mezhepleri burada bir arada ibadet ederler. Barışı temsil eder Ulu Camii. Önünde engin bir deniz misalî Mezopotamya serilmiştir. Cami sayesinde ovaya karşı halkın algısı Mezopotamya Denizi idi. Bu denizde Sümer, Babil ve Asur mitoloji efsaneleri hatta bir çivi ile yazılı kil tablet vardır. Bu tablet üzerinde Tanrıların insanları neden yarattığını anlatan mit şöyle der: insanlardan evvel dünyada Tanrılar yaşarlardı. Tanrılar ve insanlar gibi dünyevî işler yaparlardı. Bir gün tanrılar tarla biçmekten ev işi yapmaktan yiyip içmekten sıkıldılar ve baş tanrı An, toprağı suyla karıştırıp çamurdan insanı yaratmış ve Tanrılar göğe çekilmiş. Öyle ki gökyüzümün kubbesinde yaşıyorlar zaten bunu gökyüzüne bakınca hissedeceksiniz!
Marangozlar kahvesi kahve kültürünün yaşaması adına halkımı tanımak adına uğranacak sembolik yerlerimdendir. Duvardaki sararmış posterlerim, dedelerimizden kalma radyo ve ev gereçlerim kahvehanemi süsler. Terasına çıktığınızda Mezopotamya denizim sizi karşılar ve havada takla atan güvercinlerim bir karnaval havasında sizlere gösteri sunar. Çarşamba gününe rastlarsanız eğer açık hava sineması oynar terasımda yıldızlar size yoldaşlık eder seyreylerken filminizi gök kubbe yıldızlardan bir tablo oluşturur nereye bakacağınızı şaşırırsınız!
Hele girin bir çarşıma Sipahiler ya da Tellallar çarşısı olarak da halkım dillendirir burayı 17. Yüzyılı gösterir tarih. Ortada bir yol, yolun iki yanında revaklar, revakların arkasında birer sıra derin dükkânlardan oluşur düzeni. Ayrıca burada benimle özdeşleşen benim sanat sembolüm olan şahmeran sanatını deneyimleyeceksiniz.
Çarşılarımdan kuyumcular, tel işçiliğimden telkâri sanatı, kuyumcular, manifaturacılar, bakırcıların çarşıları vardır. Burada her sanatçı zanaatını çıkarırken tıkır tıkır çalışır, çalışırken gürültü çıkaran dükkânlarım camiden uzaktadır. Saygı ve hoşgörü benim yapı taşımdır. Her dine saygı duyarım, yaşayanlarım da aynı şekilde birbirlerine saygı duyar ve Mevlana’yı çağrıştırırım: “Gel ne olursan yine gel ister kâfir, ister mecusî, ister putperest ol gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel." Mutfağım çok farklı ve çok özeldir meselâ et ile bulguru sebze ile baharatı bir araya getirir. Tıpkı benimle yaşayan her çeşit insanı harmanladığım gibi, hepsinin uyum sağlayarak yaşaması gibi yemeklerimde bir araya getirdiğim besin ve baharatlar sizlere eşsiz bir ziyafet sunar. Kaburga dolması, etli ekmek hafif yemekler değildir, hazmı için aroması kapaklı cezvelerde saklı zahmetle yapılan mırra kahvesi içilir.
Taştan yapılı labirent şeklindeki dar sokaklarımda oynayan çocuklar bana neşe verir, masumiyetimin simgesidir çocuklarım! Bu daracık dik yokuşlu sokaklarımda belediyenin değerli elemanları olan kadrolu eşeklerim çalışır, çöplerimi toplar. Eşekler emektarlarımdır. Evlerimin altında taştan tonozlu geçitlerim var, evlerime yapılmış zil görevi gören kapı tokmakları her birine ayrı karakter verir. Sıcak yaz günlerinde avluların tahtlarında uyur yaşayan sakinlerim. Pencerelerin üzerinde hava delikleri hem yazın hem kışın temiz havanın girmesini sağlar.
Artuklular döneminde yapımına başlanan Kasımiye Medresesi, Timur İstilâsı ve Akkoyunlu baskısı gibi sokaklarım gibi karışık bir durumun siyasetime hakim olmaya başlaması üzerine yarım kalmış, Akkoyunlular tamamladığından Cihangir'in oğlu Kasım adıyla anılmış tasavvufî bir mekândır. Medresenin avlusundaki havuzda akan su tasavvufî bir betimlemeyi anlatır. Suyun akışıyla doğumdan ölüme kadar insan hayatı ve sonrası simgelenmiştir daha sonra su kanallarla toprağa kavuşur topraktan can bulmayı ve mahşeri temsil eden bu sahneyi gözlerinizde canlandırabiliyor musunuz? İnsanoğluna verilecek en büyük derstir!
Mezopotamya ovalarına dönmüş sırtını Anadolu Dağlarına güvenle yaslamış kendini Antik Kentim, Mezopotamya'nın Efes’i... Dara Anastasiapolis... Milâttan önce III. Yüzyıla dayanan Persler tarafından kurulduğu işaret edilir, adının da Pers Kralı Dara'nın askeri üssü olmasıyla birlikte Büyük İskendere karşı İssos Savaşı'nda kaybettiği ve burada öldüğü adınında bu yüzden Dara olduğunu bilir miydiniz? Sonrasında VI. Yüzyılın başlarında Bizans İmparatoru I. Anastasius 'un kentte yaptığı geniş bayındırlık faaliyetleri ve Bizans-Sasani sınırının güvenliğini sağlamak amaçlı bir askeri garnizon kurması ile şehrin adı Anastasiopolis ( Anastasius) olarak değişmiş. Tarihin her safhasında önemli bir bölge olduğunu kanıtlar, bu bölgenin seçilmesinin en önemli nedeni bölgenin zengin su kaynaklarının olmasıdır yiğidim. Bir bölge kendini nasıl teslim eder? Su kaynakları bitince, işte bu yüzden su kaynağı bir bölge için çok ama çok önemli …!
Hele bir de bana 14 kilometre, Yeşilli ilçesine 4 kilometre uzaklıkta Bülbül (Bnebil) köyü var ki burada Ortodoks, Katolik, ve Protestan Kiliselerine mensup Süryaniler yaşamaktaydı her mezhebe mensup kiliselerin bulunduğu köyde 20. Yüzyıl başında boşaltıldığı bilinen bir de manastır bulunmaktaydı. Köyün ortasında ve halen ayakta bulunan kiliselerin en önemlisi Mor Yakup Kilisesidir. Resmi kuruluşu 397'dir. Ama bilinen o ki çok daha önceleri vardı. Manastırın kurucularını tanıştırayım: Eştinli Şamuel ve öğrencisi Şemun. Manastırın kuruluş söylemi çok ilginçtir: Bir melek Aziz Şemun'a rüyasında içlerinden biri mucizevî şekilde boşlukta asılı duran üçtaş göstererek bir dua evi kurmasını ama bunu bu üç taş arasına sığacak şekilde yapmasını söyler. Manastırın adının Mor Gabriel olarak anılmasının nedeni Gabriel'in yaşarken gerçekleştirdiği mucizelerdir. Ayrıca Aziz Gabriel'in ölümünden 126 yıl sonra meydana gelen veba salgını, onun naaşının mezardan çıkarılarak kendisine dua edilmesiyle bir anda veba salgını sona ermiş. Ana kilisede bulunan mozaikler Justinianus öncesi günümüze kadar gelebilmiş mozaiklerindendir Turabdin bölgesinde yanlızca burada bulunduğu için çok önemlidirler. 2002-2003 yıllarında, restore edilmiş günümüzde bir rahip eşliğinde ibadet ve ayinler yapılır. Ne mutlu hoşgörü sahibi memleketimde yaşayan renk mozaiğine! Şifa olsun!
Bir de Nusaybin yakınlarında Beyaz Su'ya gelseniz şırıl şırıl akan nehrimin orada sofada otursanız suyun sesini dinleseniz o buz gibi suyuna ayaklarınızı soksanız ve doğayı dinleseniz. Bir de hemen oracıkta pişirilen alabalığı yeseniz oturup... Nefes olur hayat verir ömrünüze ömür katar, havam suyum... Her adımımda tarih var benim, sağa bakarsınız şaşırırsınız, sola bakarsınız sağdakinden daha farklı bir tılsım bir giz görürsünüz, göğe bakarsınız yaratanı yakınınızda hissedersiniz, gökteki göçmen kırlangıçları görürsünüz, yere basarsınız sokaklarımda kâh kahraman oluverirsiniz, çocuklarım karşılar sizi şiirler okurlar size masumiyetin insana en has duygu olduğunu öğretir burada insan olmayı benimle daha iyi anlarsınız! İşte benimle yerde misiniz, gökte misiniz? anlamazsınız !
Paylaş