Paylaş
27 Nisan günü İstanbul’dan Paris'e hareket ediyoruz, gökyüzü pırıl pırıl. Paris’ten de aynı gün Air France'ın Havana uçağımız var. Çok heyecanlıyım. Daha önce Florida'da Key West adalarının son adasına kadar 7. Adasındaki bara kadar gelmiş, Küba sınırına ( fener vardı) şöyle bir bakmıştım. Oraya gitmeliydim diye düşündüm. Karayiplerin en asî, mutluluğun formülünü bulmuş az ile yetinen gönülleri zengin Küba halkını kucaklamalıydım.
O gün uçakta Paris'e inerken oğluma : "keşke bir gün Paris'te kalsak da ordan Havana'ya geçsek" dedim. Paris bir zamanlar yaşadığım şehir, çok özlemiştim. Bana bir güncük yeterdi, hem hava da güzeldi. Uçağımız Paris'e indiğinde pasaportlarımızın olduğu portföyümün olmadığını gördüm. Pasaport çantamız yoktu. Daha doğrusu İstanbul’da kalmıştı. Dileğim gerçekleşmişti. Pasaportumun gelmesi ve yeni bilet düzenlenmesi için Air France bana yüklü bir ücret çıkardı. Ancak Turizmci olmam ve o zamanki müdürünü tanıyor olmam sebebiyle ücret yansıtılmadı. Bir gün Paris'i, sevdiğim yerleri gezdim ve ertesi gün direk check in ‘im zaten yapılmıştı Havana'ya yola koyuldum.
Küba 5.500 kilometre sahil şeridine sahip harika beyaz kumsalları olan Büyük Antiller'in en büyük adası.
Ocak 1959 tarihini takip eden aylar Küba'da çok karmaşık geçmiştir; bu kaos daha çok Küba'nın başkenti sokaklarında ortaya çıkan Ulusal bir sevinçti.
O dönemde dünya, Küba sayesinde sömürgeciliğin yok olmasını ve halkların özgürleştirilmesini keşfetmişti. Ekonomik bağımsızlığını ilân eden Küba yer altı diktatörlüğünden kurtulmuştu.
Fulgencio Batista'nın diktasını deviren beş yüz bin kişilik sessizlik arasında tek ses olan Fidel Castro'nun devrimci asî ülkesi Küba, Fidel Castro ve Che Guevera silah arkadaşları sayesinde, evrensel bir tarihe sahip oldu.
Bu evrensel tarihi coşkuyu Küba sokaklarında yaşamak benim için bir rüya idi, özgürlük duygusunun hiç bir duyguya benzemediğini, özgürlük uğruna kahramanlık destanı yazan onurlu Küba Halkını selamlayıp onlarla kucaklaşmak, sevginin, kardeşliğin tadına ‘tam da yerinde’ varmak beni mest etti.
Halk fakir, ancak neşeli! Yani bizim içimizden gelmiyor deyip bahane bulduğumuz kendimizi alaşağı edip çöktüğümüz yerde, Küba halkı her şartta, her koşulda durmayıp şarkı söyleyip, dans ediyor. Mutluluğun formülünü bulmuşlar. Enerji müthiş.
Otelimiz Nacional Hotel, tarihî bir müze. Otelden her çıkışta yanıma Türkiye'den alıp getirdiğim sabun ve kalemleri alıyorum. Tur otobüsünden inerken bir kalem vermek bile Kübalı dostlarımızı mutlu ediyor. Gözlerindeki teşekkür ışıltısını görerek, paylaşmanın, almaktan insanı daha çok mutlu ettiğini kesinlikle söyleyebilirim.
Başkent Havana'da Vedado bölgesinde eski adı Cumhuriyet Meydanı olan, 1959 devriminden sonra Devrim Meydanı adını alan yerde Atatürk büstünü görmek beni aşırı duygulandırdı. Teşekkürler Küba!
Devrim Meydanında Fidel Castro ve Ernesto Guevera'dan (Che'den) önceki önemli ulusal kahraman Jose Marti'nin 142 metre yüksekliğindeki anıtı, anıtın karşısında İçişleri Binası yer alıyor. Binanın üzerinde Che'nin 1967 yılında Bolivya'da CIA Ajanları tarafından yakalanıp öldürülmeden önce Castro'ya yazdığı son mektubundan alınmış meşhur “Hasta la Victoria Siempre-Sonsuza kadar zafer!” sözleri yazılı. Neden mi? Çünkü Che bir zamanlar Endüstri Bakanlığı görevini bu binada yapmış. Binanın ışıklarının gece yanması, Küba halkının kahramanına minnettarlığını sergiliyor.
Küba Kahramanlarına karşı vefalı bir ülke. Kahramanlarını her daim yaşatan Onları her daim anan, ölümsüzleştiren güzel, çok güzel bir ülke. İnsanlarının sıcacık bakışları, tatlı gülümsemeleri içten içe sizi fethediyor. Ayrılmak istemiyorsunuz bu diyarlardan.
Mercado San Jose/Antika ve her tür eşyayı bulabileceğiniz bizim kapalı çarşı tarzında bir alışveriş mekânı. Alışveriş etmek isteyenler rahatlıkla burada alışveriş yapabilirler.
Öğlen; İçinde botanik bir bahçesi olan, düşünün o bahçede tavus kuşlarını bile görmek mümkün, muazzam koloniyal mimarisi, içerde tepesinde dev pervaneli havalandırma mekanizmaları olan, içinde canlı müzik eşliğinde yemek yiyebileceğiniz ‘El Patio’ restoranına uğrayabilir, orada hem Küba müziğinin tadını çıkarıp aynı zamanda keyifli bir yemek yiyebilirsiniz.
Öğleden sonra Floridita Bar'a gidip, Ernest Hemingway in sıklıkla gittiği yerlerden biri olan bar & cafe'de muazzam çeşitli meyvelerden farklı farklı daiquiri'leri tadıp ( en çok kırmızı meyvelisini tavsiye ederim ) canlı Küba müziği eşliğinde dans edenleri keyifle seyrettim.
Otele dönüş yolunda bir gün Coco Taxi'ye binip eğlenceli bir sürüş deneyimi yaşadım.
Üstü açık sarı eski bir Amerikan arabası kiralayıp, yaylanarak Küba sokaklarında gezip, yaylanışta kalbimin hoplayışında duyduğum mutluluğuniçimde hissettim.
Hemingway'in beş yıl yaşadığı, ‘çanlar kimin için çalıyor ‘ romanını yazdığı ‘Ambos Mundos Otel’in terasında mohito içip, Havana'yı tepeden seyrettim.
Buena Vista Social Club üyelerinin yemekli müzik konserine gidip, yaşlı da olsa kadın ve erkeklerin kıpır kıpır dans edip, muhteşem performans sergilediklerini gördüm.
Havana yakınındaki ‘Real Fabrica de Tabacos Partagas’ puro fabrikasında işçilerin puro yapımı için adım adım kullandıkları teknikleri aşamaları görüp, merakımı giderdim.
Bu arada sokakta satılan karaborsa purolardan uzak durun. Devlet işletme mühürü olan purolardan satın alın.
Havana'nın güneyinde şirin bir balıkçı kasabası olan Cojimar'da Ernest Hemingway'in şu an müze olan evini gezdim. Gezmeden evvel sahilde küçük sıcak, samimi genç bir gurubun canlı müzik performansını dinledim. Ve yine kasabadaki salaş ama harika manzarası olan restoranda balığımı yerken her iki taraftan açılan pencereden, Hemingway'in yazdığı romanların kahramanlarını bir bir gözümde canlandırdım.
Yaşasın Nostalji!
Otobüs yolculuğunda ayrıca Che 'nin naaşının olduğu kurtuluş mücadelesini başlattığı efsanevî kenti,
Santa Clara'yı gezdim. Santa Clara'yı ayrıca yazmak gerekir. Yazmadan önce Che Guevara'yı hayatını, idealleri uğruna sevdiklerinden vazgeçtiği ve yaşamını adadığı millî mücadele evrelerini biraz da olsa anlatmam gerekir.
Otobüsle ulaştığımız Pınar Del Rio'da kızıldan kahverengiye bürünmüş uçuk yeşil tütün fidanlarının uzandığı bereketli kızıl topraklarıyla buluşan kayaların kireç taşı payandalarıyla süslenmiş Ulusal Park olan Valle de Vinales Kasabası Unesco tarafından Dünya Mirası Sit Alanı olarak kabûl edilmiş, Küba'nın en meşhur purolarının premium tütün yetiştirme bölgesi olan alan büyüleyici manzarasıyla insanı cezbediyor. Alanın bin bir çeşit çiçeklerin olduğu bahçesi, sağ arkada bulunan büyüleyici kayalarında gökkuşağı renklerinin oluşturduğu muazzam devasa eserini seyretmek bana Tanrının buradaki doğa ve sanat mucizelerinin yansımasını oluşturduğu büyün hissini ulaştırdı. Burada ayrıca 10.000'lerce mağaranın olduğu söyleniyor. Biz ‘Cueva Del Indio’ adında bir mağaranın içinde, gizemli ve içimizi ürperten bir tekne gezisi yaptık. Tam anlamıyla muhteşemdi.
Küba'nın kuzeyinde yer alan, Havana'ya 140 kilometre uzağında, Varadero'da 11,5 kilometre uzunluğu olan beyaz kumsalında, unutamayacağım bir doğa manzarasında, palmiye ağaçlarının arasında yürüyüşümü yaptım.
Tek vurgulayacağım şey; oteller turistik ve otellerin banyosuna, odasına girince hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Lüks değil. Ancak doğa, ambiyans muhteşem...
Evet geldik Trinidad'a... Havana'dan sonra en sevdiğim yerlerden sempatik Trinidad'a...1508 yılında Diego Velazquez tarafından kurulan, o yıllardan bu yana değişmemiş evleri, geniş salon ve odaları enlerinin önünde sallanan koltuklarıyla bizi güler yüzle karşılayan Trinidad Halkına selâm olsun.
Trinidad'da, gün batımını seyredip sahildeki göz alıcı renkleriyle sahil kenarında aralıklarla sıralanmış villaları gezdim. İçleri oldukça sempatik, dıştan sanki yağlı boya ile boyanıp resimlenmiş evler. 15 günlük, aylık, hatta kiralanabiliyormuş villalar. Otelden çok böyle tipik yerlerde kalmanızı öneririm. Zümrüt yeşili denizi beni çağırıyor. Hemen suya giriyorum. Durgun bir gölde yüzüyormuşum hissiyle denizi kulaçlarımla kucaklıyorum. Denizle o dinginlik hali, doğa, bembeyaz incecik kumlarının yumuşaklığı, kuma ayaklarınızın değişinde vücudunuzdaki biriken negatif elektriğinizi çekişini hissettim. Denizin olağanüstü rahatlatıcı etkisiyle, kendimi uykusunu ziyadesiyle almış da yeni uyanmış, dinamik, dinç ve mutlu bir birey olarak hissettim, Sizin de o denizi kucaklamanızı öneririm. Bu vesile ile ‘yeniden doğuş’ diye adlandırdığım Küba seyahatimdeki bu kutsal ruha bürüneceğinizin garantisini verebilirim.
Şehire indiğimde; Arnavut kaldırımlı sokaklardan geçerken bir okula rastladım. Okuldaki öğrenciler sakız gibi beyaz gömlekleri tiril tiril pantolon ve etekleriyle mutlu bir şekilde dans ediyorlardı. Okuldan hafif yukarı doğru yürüdüğümüzde el sanatı işçiliğinden yapılmış minik renkli şirin butiklerde gezinti yaptım. Butik önlerinde oturan sıcakkanlı Küba halkıyla tanıştım. Ve Küba'nın millî kokteyli olan rom, limon suyu, bal ve sudan oluşan Canchanchara'yı yudumladık. Bize bu güzel duyguları ve neşeyi yaşattığın için şerefine Trinidad... Nostaljik geziden sonra, antika eşyaların sergilendiği, el işi masa örtülerinin değerli, eski antika eşyaların olduğu bir evde şimdiki adıyla ‘museo romantico’ da gezi yaptık. Bir kaç güzel el işi örtüler aldım. Halâ da kullanıyorum...
Akşam olağanüstü manzarası olan restoranımızda jumbo karides ve buz gibi bir şarabımı içerek Trinidad' a veda ettim. Bu veda; tekrar yeniden dost Küba'ya gelmek, burada yeni yerler keşfetmek, mutluluğun anahtarını bulmuş güzel sıcakkanlı insanlarla tekrar bir arada olmak üzere söylenmiş bir veda şarkısıydı. Bundan emindim...
Yaşamını İspanyol sömürge koloni yönetiminin sona erdirilmesi ve daha sonra Amerika'nın yer altı mafyasının arka bahçesi olarak kullandığı Küba'nın bağımsızlığına adamış arkadaşlarıyla girdiği küçük bir çatışmada İspanyol askerleri tarafından öldürülmüş olan Kahraman Jose Marti'nin şiiriyle bitirmek istiyorum:
Aynı yalınlıkla ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi, sakin gösterişsiz
Mum yerine yıldızlar parlasın üstünde
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.
Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.
Paylaş