Paylaş
At nalı şeklinde seramikten ayçiçekleri ile bezenmiş ev bana oldukça gizemli geldi. Ay çiçekleri bana güneşi hatırlatıyor, güneşe dönen ayçiçekleri altın renginde gökyüzüne doğru yansıyor ve güneşe göz kırpıyor. Bana bu tablo "umut" ve "şükretme" duygusu veriyor. Nal şeklindeki bahçesi, asma yapraklarıyla dolu çatısı ve tavan arasını sarmalayan Arap çinileri bu 3 katlı evi gizemli kılan özelliklerden. Sırlı seramikten ayçiçekleri sanki yüzlerce güneş doğurmuş gibi parlıyor. Ev C şeklinde yapılmış, At nalı gibi de denebilir...
Bank koltuklar hem sırtını yaslayabileceğin bir duvar, hem de üzerine saksı konabilecek şekilde çok işlevsel tasarlanıp yapılmış. Buradan sera da görünüyor. Tropik bahçe tam orada, içinde özel olarak Küba’dan getirilen egzotik çiçekler var. Evin en hoş noktası orası, hem de evi kuzey rüzgarlarından koruyor. Tropik bitkilerin bol sıcak almaları gerek, o yüzden hep güney tarafına bakıyorlar zaten... Evde güneş ışığı bulunmaz nimet gibi. Doğuda ana yatak odası var, ev sahibi uyandığında yüzüne güneşin ilk ışıkları vursun diye yapılmış. Yemek odası da kuzeye bakıyor gün ortasında aydınlansın diye.Ana girişte insanı karşılayan ilk sürpriz, dört tane sütunu olan, hafifçe yana yatık ancak oldukça sağlam bir avlu olan bölge. Eve klasik bir tapınak havası katıyor. Sütunlar Dorik üslupla yapılmış. Sütun başlıklarındaki kuşların hepsi büyülenip de donmuş kalmışlar gibi.
Giriş salonunda iki simetrik kapı var, sağdaki kapıyı açarken dar ve spiral bir merdiven çıktı karşıma. Merdivenleri elimden geldiğince hızlı tırmanırken, ilk kata şöyle bir bakma şansım oldu, işlenmiş demirden, asma yapraklarıyla dolu bir trabzan vardı. Manzarada Marki’nin yaptığı büyük şapeli, ilerisinde de Josep Llimona adlı sanatçının yaptığı melek heykelli mezarlığı görünce çizme yeteneğim olsa da şu güzel manzarayı resmetsem dedim kendi kendime. O üç katı, nal şeklindeki bahçeyi, asma yapraklarıyla dolu çatıyı ve tavan arasını sarmalayan Arap çinileri ilham vericiydi...
Pencerelerin Dili Olsaydı
Bana dingin kumsalı anımsatan zemin kata indim. Maximus Diaz, Dağ Arısı Gazetesi’nde müzik eleştirmenliği yaptığı zamanlarda huzurlu yaşarmış. Beni aşağıda tavanı ahşap çiçeklerle dolu misafir yatak odası, şöminesiyle karşıladı.Akabinde oturma odası, evin en önemli kısmı. Tavan öyle yüksek ki yukarıdaki tavan arasını ikiye bölüyor.
Odanın bağlı olduğu seranın zemininin refrakter malzemelerden yapıldığını biliyor muydunuz? Refrakter demek ısıya dayanıklı demekmiş Yani güneş enerjisi sera zemininden bu odaya ve diğer odalara aktarılabiliyor! Duvarların dili yok ama pencereler, sürgülü pencereler şarkı söyleyebiliyor. Sürgülü pencereler de Gaudi’nin müşterisi için düşündüğü bir başka ince detay. Her açtığında ses çıkarıyorlar. Denge ağırlıkları ve metal borulardan oluşan, birbirlerine dokunduklarında müzik çalan bir sistemi var! Adı da "Yapmacık Büyü" ...
Müziği duyduğumda yüzümde bir tebessüm belirdi… Kulaktaki Gizli Ses; Arı’nın Bir Oyunuydu...
Yemek odasına şöyle bir göz gezdirdim, balkonları fark ettim. Odanın iki kenarında birer tane vardı. İşlenmiş demirden yapılmışlardı, tam da demircinin iyi bir evladı olan Gaudi’nin sevdiği gibi... “Ne kadar ilginç Hem balkon, hem de oturmalık bir yer, hem de ön cepheye bakıyor. Böylelikle ayçiçeklerini, tuğlaları ve kuleyi görebiliyorum...”Kubbe beş köşeli yıldız gibi görünüyor. Tırabzanlar da Arı kovanındaki bal peteği gibi görünüyor. Gerçek şu ki, Gaudi’nin büyük buluşunun, zincir eğrisi biçimli kemerlerin arkasındaki ilhamı arılar vermiş...
Gaudi’ye göre: " her şey birbiriyle ilintilidir." Mısırlılara göre, " arılar güneş tanrısının gözyaşlarından doğmuştur, diğer bir deyişle, yazın çocuklarıdır." Burasıda yazlık bir ev. Evin sahibi de Dağ Arısı’nı yazan kişi. Hepsi birbiriyle alakalı! Teknolojiyle buluşan akıllı evler aslında bu tarz akıllı mimariyle de bütünleşse dünyamız ekolojik sistem içinde uyumlu olsa herkes yerinde mutlu olurdu diye düşünüyorum.
Pili Adında Bir Serçe
Ana yatak odasının tam yanındaki banyoda bir arı gitar çalıyor ve bir serçe de yanında org çalarak ona eşlik ediyor. Anlatılan efsaneye göre: “1885 civarında bir gün, Maximo’nun hizmetkarları tam orada bir serçe bulmuş, serçe evde kalmak istemiş. Maximo ona çok sevdiği kız arkadaşının adı olan "Pili" adını vermiş. Omzuna tüneyip birlikte o kadar gezermişler ki, efsane bu ya sonunda küçük canlı org çalmayı bile öğrenmiş. Zamanında konser salonlarında birlikte çok büyük başarılar elde etmişler. hele ki Paganini’nin "Caprice No 24 " adlı eserini çaldıklarında! El Capricho ismi de bu şarkıdan esinlenerek konmuş! Maximo’nun ölümünden sonra serçe Pili şarkı söylemeyi ve org çalmayı tamamen bırakmış neredeyse hiç yemek de yememeye başlamış. 13 Ağustos’ta, Aziz Maximilian Bayramı gününde, sıra dışı bir şey olmuş:
Seramik arı, camdan gövdesinden çıkıp Schubert’in Arı isimli eserini çalmaya başlamış. Bu romantik parçayı Maximo Diaz da gerçekte çok severmiş. Pili hızla orgun başına uçmuş ve o parçayı çalarak sahibini anmış, mutlu olmuş. Her yıl 13 Ağustos’ta, iki hayvan müzik ile tekrar bir araya gelmeye başlamış. 13 Ağustos 'ta burada canlandırma yapılarak güzel bir şölen yaşanıyor işte o gün burada olunmalı. Kendimi kaba taşlardan yapılmış bir çeşit mağaranın önünde buldum. İçerisi çok serindi. Bu mağarayı da Gaudi yapmış, taşlarını da Katalonya’dan sipariş etmiş. Mağarada bir delik. Bu delik, bir kuş penceresi.
Hava kararmaya başlıyor. Gökyüzünün elektrik mavisi rengi, evi peri masalına çeviriyor ne güzeldir ki ben de bu masalın içindeydim. İşin en hüzünlü yanı Maximo Diaz için yapılan bu evde Diaz hiç bir zaman oturamadı... Masallar güzel biter ben de ayçiçeklerinin bana hoş çakal diyerek yapraklarını kapamasıyla masalı bitiriyorum. Hoş çakal Ay çiçeği evi, hoş çakal efsane arı ve serçe Pili...
Fotoğraflar: Filiz GÜLTEN
Paylaş