Paylaş
TANRI'NIN BAKİR HİZMETKARI
Yolculuğumuzun son durağındayız. Beş gündür ulaşmaya çalıştığımız ‘O şey’ 50 metre ilerimizdeki küçük binanın kapısındaki perdenin arkasında.
Ama biz daha ileri geçemiyoruz.
Güneş iyice tepemize çıkıyor, iki bin metreden yüksekte olduğumuz iiçin üzerimizde bir yorgunluk var.
Uçağımız 3 saat sonra kalkacak ve umudumuz tükenmek üzere...
İşte tam o sırada perde aralanıyor ve beyaz sariler içindeki adam beş altı adım atıp, yorgun bedenini hemen yanda musalla taşına benzeyen bir platforma bırakıyor.
Başı hafifçe güneşe dönük.
Yanımdaki rehber heyecanla “İşte o adam” diyor ve devam ediyor: “Tanrı’nın hizmetkârı... Şansımız var, dışarı çıktı...”
Dört saattir bu anı bekliyoruz, ama gözüm başka bir şeye takılmış durumda. Platformunun üzerine serilen adamın sağ ayağından kalın bir urgan sarkıyor.
Urganın ucunu takip ediyorum. Kilisenin öteki tarafındaki duvarına doğru uzanıyor.
Altı günden beri adım adım peşine düştüğüm ‘Ahit Sandığı’nın sırrını yaşayan insanlar içinde belki de bir tek bu adam biliyor. Belki o da bilmiyor. Artık o sandıkla aramızda sadece bu adam var...
Yani “Tanrı’nın hizmetkârı...”
Adam biraz sonra kalkıyor, bileğindeki urganı sürükleye sürükleye çıktığı yere doğru yürüyor, perdeyi aralayıp kayboluyor...
Bu yaşlı adam, Tanrı’nın Sina Dağı’nda Hazreti Musa’ya yazdırdığı ‘On Emir’in yazılı olduğu iki taş tabletin içine konduğu sandukayı koruyor.
Yani insanlık tarihinin ilk ‘Kitabı Mukaddes’inin’ bekçisi...
Kuran-ı Kerim’in Bakara Suresi’nde de geçen Ahit Sandığı’nın kutsal muhafızı... Ve o sandık o perdenin arkasında...
Güneş gözlerimi karartıyor.. Üç gün önceye dönüyorum.
Dev bir banyan ağacının, köklerinin arasında buluyorum kendimi. Kökler bir Tim Burton filmi dekoru gibi beni sarıyor ve içine alıyor.
‘Tek kişilik bir tarikatın’ kozası içindeyim, kaybolacağım. Buda gibi benim inanç yolculuğum da bu ağacın köklerinden başlayacak.
Geçen Şeker Bayramı’nda Göbeklitepe’de bir ağacın altında, insanın doğduğu, yani hayatın başladığı Cennet Bahçesi’ni keşfetmek için yola çıkmıştık.
Burada, Etiyopya’da bir başka ağacın altında, Tanrı’nın insanlara gönderdiği ilk buyrukların peşine düşeceğiz.
Tanrının ışığının ilk izini görmeye çalışacağız...
PAPİRUSTAN BALIKÇI TEKNESİNİN FİYATI 14 DOLAR
Uçağın pervaneleri durup, kapı açıldığında Afrika’nın kuru havası içeri doluyor. Etiyopya’nın Bahir Dar şehrindeyiz. İstanbul’dan Türk Hava Yolları’nın harika uçuşu ile 4.5 saatte Adis Ababa’ya geldik.
Başkent Adis Ababa’dan 35 dakikalık bir uçuştan sonra, 1800 metre yükseklikteki şehirde, daha ilk adımda bambaşka bir kültüre geldiğimizi hissediyoruz..
Sayısız romana, efsaneye, medeniyete konu olmuş Nil Nehri’nin iki kolundan biri, hemen karşımızda başlayan Tana Gölü’nde doğuyor.
Nil’in bu koluna ‘Mavi Nil’ deniyor... ‘Beyaz Nil’ denilen öteki kolu ise Viktorya Gölü’nden başlıyor.
Eşyalarımızı otele bırakıp, hiç oyalanmadan bir tekneye binip açılıyoruz.
Dört gün sürecek yolculuğa gölün karşı yakasında, 45 dakika mesafedeki Azwa Kilisesi’nden başlayacağız.
Yol boyunca, suya değercesine üçlü gruplar halinde uçan pelikanlar bize eşlik ediyor.
Gölün üzerinde çok sayıda balıkçı var. Tek kişilik küçük papirus teknelerinde avlanıyorlar.
Teknelerin fiyatı 14 dolarmış. Kapitalizm henüz buraya gelmemiş...
TANA GÖLÜ'NDEKİ KİLİSEDE HAREM SELAMLIK UYGULAMASI
Tekneden inip orman içinde yürürken birden kadın çığlıkları işitiyoruz. Rehberimiz Bem, “Cenaze var. Ağıt yakıyorlar” diyor.
Biraz sonra kalabalığı fark ediyoruz. Ortada bir tabut duruyor ve Etiyopya Hıristiyanlığının Müslümanlığa benzer ilk yanını orada görüyoruz. Tabutun şekli ve üzerindeki yeşil çuha, Türkiye’de gördüklerimizin aynısı.
Etrafında dizilip hep bir ağızdan dua okuyanların kılık kıyafetleri ve tipleri ise Müslüman bir Arap ülkesindekinin aynısı.
Cenazenin etrafında hiç kadın yok. Kadınlar kilesenin arka tarafında toplanmış ve oradan insanın içini acıtan çığlıklar geliyor.
Biraz sonra kilisenin kapısından içeri girerken Etiyopya Hıristiyanlığının Müslümanlıkla ikinci benzerliğini görüyoruz.
Kiliseyi ayakkabıları çıkarıp kapıda bırakarak giriyoruz.
Üçüncü benzerlik ise içeride görülüyor.
Batı’daki kiliseler gibi oturacak sıralar yok. Etiyopya Hıristiyanları Müslümanlar gibi yere bağdaş kurarak veya dizlerinin üzerine oturarak dua ediyorlar.
Dördüncü benzerliği de içeride papaz söylüyor. Kadınlar ve erkekler ayrı yerlerde oturuyor.
Çok tuhaf, sanki, Müslüman bir dekorun önünde, bir Hıristiyan kostümlü provasını seyrediyoruz.
O an anlıyoruz ki, farklı, çok farklı bir Hıristiyan ülkedeyiz.
ÖLEN ETİYOPYALI NEDEN BAŞI BATIYA DÖNÜK GÖMÜLÜR?
Bir zamanlar bir yerde şöyle bir şey okumuştum:
“Hayatı anlamak için önce ölümü anlamak gerekir...”
Mavi Nil’in doğduğu yerde katıldığımız bu cenaze töreni, ilahi istikameti değiştirerek, bize ölümden hayata giden yolu anlatıyor.
Bundan 20 yıl önceye kadar Etiyopya’da bir insanın ortalama hayat süresi 40 yılmış. Şimdi 60’lara doğru çıkıyormuş.
Hayatın bu kısalığına karşılık cenaze töreni Müslümanlarınkinden çok uzun sürüyor.
Burada Müslümanlardan farklı bir uygulamayı öğreniyoruz. Cenaze tabutlu gömülüyor. Ancak tabut açılmadığı için makyaj yapılıp elbise giydirilmiyor. Yani orada da kefen geleneği var.
Ölen kişinin 24 saat içinde gömülmesi gerekiyor.
Başı batıya doğru gömülüyor. Çünkü Mesih İsa doğudan geleceği için, ölen insanlar onu karşılamak üzere ayağa kalktıklarında, yüzlerinin ona dönük olması gerekiyor.
Evvelden 40 gün yas tutulurmuş ama günümüzde bu bir haftaya indirilmiş.
Kiliseden ayrılıp tekrar kıyıya geldiğimizde göle bakıyorum.
Nil buradan doğuyor. Afrika’nın kuzeydoğusuna hayat veriyor ve bizim Akdenizimize dökülüyor. Ve bu hayat ve ölüm bilgisi dersini bize de taşıyor.
O sular bize de diyor ki, hayatı anlamak için önce ölümü anlamak gerekir...
KUTSAL SANDIĞIN İLK İZİNİ BULUYORUZ
Ahit Sandığı’nı aramaya buradan başlamamızın bir nedeni var.
Azwa Kilisesi, Etiyopya’nın kendi kültüründe yarattığı geleneksel bir kilise mimarisine sahip.
Yuvarlak şekildeki kilisenin damı da ağaç ve bitki köklerinden örülüyor.
Aynaroz’da gördüğüm klasik Ortodoks kiliseleri, doğu batı, kuzey güney istikametinde inşa ediliyor. Kutsal emanetler genellikle kilisenin arka bölümünde oluyor.
Sandığın ilk izini işte burada buluyoruz. Etiyopya’da her kilisede Ahit Sandığı’nın mutlaka bir kopyasının bulunması gerekiyor.
Burada ise yuvarlak şekilde inşa edilen kiliselerin kutsal emaneti orta yerde bulunuyor ve cemaat onun etrafında bir nevi tavaf ediyor.
Yuvarlak kilisede ‘12 Havari’yi temsil eden 12 kapı var. Kapının arkasına geçme hakkımız yok. Papazdan biraz içeri anlatmasını istiyorum.
‘Ahit Sandığı’nın kopyasını bile görme hakkı yok papazların. Ancak kilisenin başpapazı görebiliyor.
Arayışımız umutsuz başlıyor. Aslını görmek için yola çıkmışız ama kopyasını bile göremiyoruz.
TANRI'NIN PARMAĞININ UCUNDAKİ AKBABALAR
Gondor şehrindeki banyan ağacının altında hayatın gizemi saklı.
İkinci gün hedefimiz, dibinde hayatın gerçeğini öğrenmeye çalışacağımız banyan ağacının altı.
Ağacın bulunduğu Gondar şehri Bahir Dar’a çok yakın ama Etiyopya’nın yol gerçeği, bizi oraya ancak 3 saatte götürecek.
Yolda sık sık köyler var ve neredeyse bütün yol boyunca yolun kenarında yürüyen, koşan insanlar görüyorz. Sanki bütün Etiyopya, hiç durmayan bir haç yolculuğunda gibi geliyor bana.
Bir de kadınlar dikkatimi çekiyor. Sokaklar rengârenk kadınlarla dolu. Müslüman mahallelerde bile bizdeki ve Arap ülkelerindeki tesettürden farklı bir rahatlık var sanki.
Gondar 2400 metre yükseklikte olduğu için dağı tırmanıyoruz.
Aniden önümüze çok farklı ve yüksek bir kaya oluşumu çıkıyor.
Rehberimiz Bem, ‘Tanrı’nın parmağı’ diyor.
Gerçekten sonsuz bir düzlüğün ortasında bir parmak gibi yükseliyor. Zirvesi akbaba yuvasıymış. Tepede dönerek uçan akbabaları seyrediyoruz.
Tanrı’nın parmağı biraz sonra Gondar’da bir banyanın köklerinde arayacağımız hayat gerçeğinin yolunu gösteriyor.
Parmağın etrafındaki akbabalar ise bize ölüm gerçeğini hatırlatıyor.
FANATİK DENEN ŞEYİ TANRI DEĞİL, BİZ YARATTIK
Bu ülkede sanki her şey, Tanrı’yı işaret ediyor gibi.
Her saniye inancın en koyu halini hissediyorsunuz. İnsanlar her şeyi, ilahi hikâyelerle, efsanelerle, büyülerle anlatıyor.
Ama tuhaf bir şey var: Bu ülkede fanatiklik yok...
Dinin bizim coğrafyamızda her gün stres yaratan iklimini burada hissetmiyorsunuz.
Anlıyorum ki, stresi yaratan, sorunu çıkaran, insanın başına bütün bu terör belalarını saran şey inanç değil, o inancı kullanan insanlar.
İnsanlığın en büyük günahkârlarını demek ki inanç değil, fanatizm doğuruyor.
Kafa kesen, medeniyetleri yıkan IŞİD bu ülkeye henüz kötülük tohumlarını ekmemiş.
INDIANA JONES OLUP MAVİ NİL ÇAĞLAYANI'NDA YIKANIYORUM
Kendimi ilk Indiana Jones filmindeki Harrison Ford gibi hissediyorum. Ben de Kutsal Hazine’yi arıyorum. On Emir tabletlerinin içinde saklandığı ve bugüne kadar kimsenin görmediği o efsane sandığı görmeye gidiyorum.
Ve bu arayış son güne kadar devam edecek. Gondar yoluna çıkmadan önce, Mavi Nil’in, Tana Gölü’nden çıktıktan sonra 30 kilometre ötede yaptığı Mavi Nil Çağlayanı’na gidiyoruz.
Orada çağlayanın dibine kadar gidip, ruhumuzu yıkıyoruz.
Ve bu temizlenme ile yola çıkıyoruz.
Biraz sonra Gondar’a gireceğiz ve dev bir vaftiz havuzunun duvarını saran banyan ağacının kökleri arasına sığınıp, çok çarpıcı bir gerçeği öğreneceğiz.
'LEGO DİNLER' TEORİSİNİN İLK İZİNİ BURADA BULDUM
Sıradan bir Türk, Etiyopya’nın Müslüman bir ülke olduğunu sanır. Sokaktaki görüntü de bu hissiyatını destekler.
Oysa Etiyopya nüfusunun yüzde 65’i Hıristiyan. Daha önemlisi, Hıristiyanlığın en güçlü yaşandığı ülkelerden biri.
Ama en çarpıcı özelliği, Yahudiliğin de İsrail dışında en köklü hissedildiği yer olması.
Hıristiyan geleneği Eski ve Yeni Ahit sürekliliğinden doğar, Yani Tevrat ve İncil’i bir süreklilik içinde okunur. Ama bunun uygulaması sözde kalır. Hıristiyan geleneği Yahudi uygulamalardan çok farklıdır. İşte bu birliktelik burada çok güçlü hissediliyor.
Fransız düşünürü Jacques Attali önümüzdeki 50 yılda insanların ‘lego din’ anlayışına geçeceğini ve her dinden beğendikleri parçaları alıp kendi dinlerini kendilerinin inşa edeceğini söylüyor.
Daha ilk günden Etiyopya’da böyle bir dinin izlerini görüyorum. Sanki ilahi bir el, Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlığı birleştirip, bundan bir lego inanç oluşturmuş gibi.
KUTSAL SANDIK MİSYONUNU İÇİN BEŞ KİŞİLİK EKİP
Bu geziyi beş kişilik bir ekiple gerçekleştirdik.
PLANLAMA: Planlamayı, kültürel turlar konusunda uzmanlaşmış bir şirket olan Gazella Turizm’in sahibi Velit Gazel bizzat yaptı. Her saniyesi mükemmel çalışan bir planlamaydı.
UYGULAMA: Aynı şirketten Mehmet Can Büyükmil lojistik ve uygulamadan sorumluydu. Tıkır tıkır işledi.
REHBERLİK: Rehberimiz Bem (Bemnet Gizachew) edebiyat ve felsefe okumuş harika bir genç adam. Müthiş bilgili ve sakin. Gittiğimiz her yerde kurduğu harika ilişkilerle işimizi çok kolaylaştırdı.
ULAŞIM: İstanbul Adis Ababa arasını Türk Hava Yolları’nın Boeing 737 800, içerideki uçuşları ise Star Alliance üyesi olan Etiyopya Havayolları’nın çift pervaneli Embraer uçakları ile yaptık. Karayolunda ulaşım görevlisi Sami Kebede’ydi.
GÖRÜNTÜ Fotoğrafları aynı zamanda uzman bir fotoğrafçı olan Velit çekti. Video kaydını ise Mehmet Can yaptı.
Harika bir ekiptik...
Hepsine teşekkür ederim.
DEVAMI YARIN HÜRRİYET’TE
'SÜNNET OLAN VE DOMUZ YEMEYEN HIRİSTİYANLAR ARASINDA...'
Paylaş