Paylaş
Şanlıurfa’yı ilk ziyaret edişim galiba 80’lerdeydi. O zamanlar hemen herkesin ilk -ve neredeyse tek- ziyaret mekânı olan Halilürrahman Camii’nde gezmiş, çevredeki çocuklardan aldığımız balık yemlerini havuza serpiştirmiş, kökü Hz. İbrahim’e kadar uzanan öyküler, akşam da geniş ve serin bir han avlusunda tarifsiz güzellikte türküler dinlemiştik. Bir başka defa -sanırım 90’ların başındaydı- henüz düzenlenmekte olan tarla görünümündeki havaalanına, küçük bir özel uçakla inen ilk yolcular arasındaydım. Oradan Atatürk Barajı’na gidip, ülkenin bu dev yatırımı hakkında bilgi sahibi olmaya çalışmıştık.
İlk görevim Şanlıurfa
2007 Eylül’ü başında, bakanlık görevime başladığım gün masamın üzerinde bulduğum bir davet mektubuna uyarak, bu kez ‘Tarihi Kentler Birliği’ toplantısına katılmak için Şanlıurfa’ya gittim. Vali Kemalettin Gazezoğlu Kültür Merkezi’nde yapılan toplantı, ilk görev günümün heyecanı yanında, katılımcıların niteliği açısından da -benim için- çok önemli ve değerli oldu.
Halilürrahman Camii’nin hemen yanı başında özel bir park alanı için kazı yapılan Haleplibahçe’de mozaikler henüz yeni bulunmuştu. O gün ilk kez gördüğüm Amazon Kraliçeleri Mozaiği, bugün şehrin ortasında yükselen, Türkiye’nin en büyük müzesinin ve çevresindeki Arkeopark içinde yer alan Mozaik Müzesi’nin temel fikirlerinin oluşmasına yol açtı. Sonra bu fikrin takibi için defalarca yolculuk yaptım Şanlıurfa’ya; tabii -başka bir yazı konusu olan- Göbeklitepe’ye, Harran’a, Eyüp Nebi’ye, Viranşehir’e de uzanarak.
Nekropole çeki düzen
Geçen yıl müzelerin ve Arkeopark’ın son halini görmeye gittiğimde, -tıpkı Gaziantep Zeugma Mozaik Müzesi’nin son halini gördüğüm an gibi- tarifsiz bir duygu yoğunluğu yaşamıştım. Bu yıl yeniden Urfa’ya gittim. Bu kez müzeler alanının hemen karşısında, doğuda Kızılkoyun Nekropolü’nün yapılaşma yığınından temizlenmiş bölümünü gezdim. Önceki yıllarda halk arasında ‘mağaralar’ diye bilinen bu kaya mezarlarının üzerinde gecekondu yapılaşması vardı; mezarların birçoğu bu yapıların çeşitli ihtiyaçları için gelişigüzel kullanılmış.
Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi’nin çabalarıyla temizlenip ziyarete açılması amaçlanan nekropol, çeşitli boyutlarda ve süslemelerle dolu 60 kadar mezarı barındırıyor. Mozaiklerin bir kısmı korunmuş, çoğunluğu büyük ölçüde tahrip olmuş. Bir kısmında mezar sahipleri ve aileleri hakkında bilgiler içeren Süryanice yazıtlar var.
En büyük müze alanı
Nekropolün bazı bölümlerinde farklı dönem izleri, örneğin Roma etkisi açıkça görülüyor. Uzmanların söylediğine göre aslında Haleplibahçe’nin her iki yakasındaki yamaçlar bu tür mezar yapılarıyla dolu. Batı yamaçları da temizlenip ortaya çıkarıldığında bugün Türkiye’nin en büyük müzeler alanına sahip olan Şanlıurfa, Kale’den Halilürrahman Camii’ne, oradan Haleplibahçe’ye, Doğu ve Batı Nekropolleri’ne uzandığında, dünyanın en büyük müze alanlarından birine sahip olacak.
Büyüleyici manzara
Kızılkoyun bölgesi dışında Şanlıurfa Kalesi eteklerinde önemli düzenlemeler yapılmış. Bu alanda da önemli birkaç mezar var. Ancak yükseltiye çıkınca, insan, mezarlardan daha çok şehrin genel görünümüne dalıp gidiyor. Arsızca yükselen birkaç yeni yapı bu görünümü bozmasa, kale eteklerinden bakınca kendinizi ‘El Ruha’ ya da ‘Edessa’nın mistik derinliklerinde hissediyorsunuz.
Emeği geçen herkese…
Şanlıurfa’da, şehrin tarih ve kültür dokusunun başarıyla ortaya çıkarılmasının altında bir “ortak fikir ve eylem birliği” var. Yerel ve merkezi yönetim, kültür, çevre, turizm yönetici ve gönüllüleri Şanlıurfa’nın müstesna özelliklerini, tarihini, mimarisini, mutfağını, müziğini dünyaya tanıtmaya azmetmiş görünüyorlar. Sadece yöneticileri dinlerken değil, örneğin kaya mezarlarını gezerken, orada çalışan nöbetçi gençlerin konuları bir arkeolog veya sanat tarihçisi gibi bilgi ve daha da önemlisi coşkuyla anlatmalarını dinlerken, bu ortak heyecanı onların sesinde duyuyorsunuz. Bu heyecanın hiç azalmadan sürmesini diliyorum, Şanlıurfa’da ve ülkemizin her yanında. Çünkü buna çok ihtiyacımız var.
Mutfak Müzesi’nin güvercinlikleri
Şanlıurfa insanı şaşırtan bir şehir dedim ya, boşuna değil. Türkiye’nin de dünyanın da birçok yerinde yapıların duvarlarında kuş evleri vardır. İstanbul’da da bunların birkaç güzel örneğini biliyorum. Şanlıurfa’da gördüğümüz biraz farklı. Eskişehir merkezinde, Ulu Camii’nin hemen karşısında eski bir konak, Büyükşehir Belediyesi’nce Mutfak Müzesi’ne dönüştürülmüş. Daracık bir sokaktan girdiğinizde dört duvar içinde geniş bir avlusu, yaz ve kış eyvanları olan büyükçe bir eski Urfa evi.Avlunun bir duvarı sıra sıra nişlerle dolu. ‘Kuş takaları’ denilen bu nişler, gelip geçici güvercinler için bir tür ‘misafirhane’.Karşı duvarda ise daha büyük ve derin sadece iki yuva var. Bunlar da konağın devamlı, ev sahibi sayılan güvercinleri için. Şanlıurfa böyle bir yer, sadece gelip geçen insanların değil, kuşların bile rahatını düşünmüş bir şehir…
Paylaş