Paylaş
İstanbul’dan Marmara’nın güneyine ulaşmak artık eskiye oranla çok daha kolay ve rahat. Tekirdağ-Çanakkale üzerinden yapacağınız keyifli yolculuğun, İzmit Körfezini kısaltan Osman Gazi Köprüsü alternatifi yanında, Yenikapı’dan Bandırma feribot olanağı da var. Marmara’yı seyrederek yapacağınız iki buçuk saatlik yolculuk sizi doğruca Bandırma’ya ulaştırıyor. Biz bu yolu seçtik.
Bandırma-Susurluk- Balıkesir-Havran-Edremit yolu sakin ve güzel. Yol üzerinde doğanın bereketini sofranıza getiren, yeşilin içine saklanmış, göl kıyılarında güzel yol lokantaları var. Balıkesir, Kurtuluş Savaşımızda ilk Kuvayı Milliye örgütlenmelerinin yapıldığı yurt köşelerinin öncüleri arasında yer alıyor. O yüzden güzergâhta, önemli arkeolojik eserlere ev sahipliği yapan Bandırma Arkeoloji Müzesinin yanı sıra, Balıkesir Kuvay-ı Milliye Müzesi de mutlaka görülmesi gereken bir tarih durağı olarak ziyaretçilerini bekliyor.
Edremit Körfezi
Yolun sonunda, çevresindeki birçok tatil yöresine açılan bir son istasyon gibi Edremit, Kazdağları’nın eteğindeki büyük, mavi körfezin adıyla bilinen bir ilçe. Körfezle aynı adı taşımasına karşın denizden 10 km kadar içeride; yüksek katlı yapılarıyla bir tatil beldesi olmaktan çok, ilk bakışta sıradan bir Anadolu kenti izlenimi veriyor. Ama batıya doğru uzanan kıyı boyunca Zeytinli, Akçay, Güre, Altınoluk gibi iç turizmimizin bilinen, gözde mekânları sıralanıyor.
Edremit yöresi, denizi ve temiz havası ile olduğu kadar, zeytinciliği ile de ünlü. Hemen her yerleşimde zeytincilikle ilgili bir küçük müze ya da sergi var. Güre’de yüreklerindeki doğa sevgisini eyleme dönüştürmüş iki kardeşin eseri olan Sarıkız Etnografya Müzesi’ni gezdik. Daha önce Kaz Dağlarında Tahtakuşlar Köyündeki Etnografya Müzesini de görmüştüm.
Bu tür etnografik derlemeler yörenin özelliği haline gelmiş; ilgi çekiyor, kültür varlıklarının yitip gitmesini önlüyor. Bu tür girişimlerin önemli, kutlanması gereken değerli çalışmalar olduğuna inanıyorum.
Kazdağları’nın söylenceleri
Kazdağları’nın mitolojideki adı İda Dağı. Homeros, İlyada destanında İda Dağında yaşananlardan uzunca söz eder; mitolojik varlıklar arasındaki serüvenlerin, aşkların, kavgaların, kıskançlıkların sonu gelmez. Bu söylencelerin çokluğu ve sürekliliğinden, Kaz Dağlarının temiz havasının her çağda insanların hayal gücünü geliştirdiği anlaşılıyor. Sarıkız, bu söylenceler arasına Anadolu Türkmenlerinin kattığı bir öyküdür. Güzelliği dillere destan bir Türkmen kızının, hakkındaki asılsız söylentiler yüzünden babası tarafından dağlarda terk edildiği, ama zamanla bu güzel kızın masum ve ‘ermiş’ olduğu anlatılır bu destanda.
Kıyı boyunca Çanakkale’ye doğru uzanan güzel kasabaların yanı sıra Kaz Dağları da bugün önemli bir turizm bölgesi haline gelmiş. Dağın yamaçlarına sıralanmış köyler her keseye hitap eden pansiyonlar, ahşap evler, butik oteller, lokantalarla dolu. Birçok tanınmış insan, huzurlu bir yaşam için çevrede kendine bir köşe aramış, kimi ev almış, kimi mütevazı bir işletme açmış. Ünlü sanatçı Tuncel Kurtiz de, bu köylerden birinin, çok sevdiği Çamlıbel’in yamaçlarında 2013’ten bu yana sonsuzluğun sessizliğinde yaşıyor.
Biz, Ege yolculuğumuzun ilk günlerini -eski dostum ve meslektaşım sevgili Mehmet Öngen’in konukseverliği ve güler yüzlü rehberliğine teslim olarak- Kaz Dağının eteklerinde geçirdik. Güre’nin termal zenginlikleri ve Ayvacık’ın yamaçlarında Yeşilyurt Köyünün eşsiz manzarasıyla tanıştık. Yol boyunda, arkeolojik kazı mevsiminin sona ermesi nedeniyle ‘Antandros Gönüllüleri’nin kazı ekibine verdiği veda yemeğine rastlamak güzel bir sürpriz oldu.
Antandros kazıları
Antandros, Altınoluk yakınlarında yolun hemen üstünde yer alan güzel bir ören yeri. 2000’den bu yana bilimsel çalışmalar yapılıyor. Denize bakan yamaçlarda ortaya çıkarılan yerleşimlerde çok güzel taban mozaikleri var. Yıllar önce gördüğümde çok etkilenmiştim; bu kez son durumu yeniden görmek istedim. Gördüklerimden, kazı başkanının coşkulu anlatımından,
tüm ekibin gayretinden çok mutlu oldum. Koca kazanda pişen çorbaya birazcık ‘tuz katmak’ ve sonra tadına bakmak da, kazı alanlarında yaşadığım anıların en güzellerinden birisi olarak şimdiden belleğimde özel bir yer aldı.
Edremit Körfezinin son durağı Körfez’in batı ucundaki Asos oldu. Asos, tarihi beş binyıl önceye uzanan, antik çağların önemli şehirlerinden biri. Üzerinde kurulduğu kayalıklar son derece dayanıklı. Kentin, andezit taşı kullanılan kamusal yapılarının çoğunun 18. yüzyılda büyük ölçüde ayakta olduğu biliniyor. Ne yazık ki, 1839’da 2.Mahmud’un, 1880 sonrası da Abdülhamid’in izniyle Fransız ve Amerikalı arkeologlar birçok önemli yapı parçasını ülkelerine taşımışlar.
Asos’un tepeye en yakın bölgesinde Sultan 1. Murad döneminde yapıldığı bilinen küçük bir cami var. Sultan Murad’a izafeten HÜDAVENDİGAR adıyla anılan tek kubbeli, kare planlı caminin giriş kapısı, daha önce aynı yerde bulunan bir kiliseden devşirilmiş; kapı üstündeki taşta süslemeler ve kiliseyi yapana yazılı dua, eski dönemin -bugünden ileri- bir hoşgörü belgesi olarak aynen duruyor.
Batan gün kana benziyor
Asos’un eteklerinde Behramkale adıyla küçük bir köy var. Asos, güneye, denize ve bütün Körfez’den görünen Midilli (Lesbos) Adası’na bakan yamaçlarda kurulmuşken, Behramkale kuzeye bakıyor. Geçimi büyük ölçüde gelen ziyaretçilerin alışverişlerine dayanıyor. Aşağıda deniz kıyısında da oteller ve lokantaların yan yana sıralanmasından oluşan küçük bir iskele var. Yeteri kadar bakımlı olduğunu söylemek zor! Türkiye’nin Asos’ta bilimsel kazılara başlaması neredeyse yüzyıl sonraya, 1981’e kalmış.
Bu önemli yerleşimden bugün arazide tiyatronun, agoranın, sur duvarlarının izleri seçilebiliyor. Bir de, akropolde birkaç sütunu bütün görkemiyle ayakta duran Athena Tapınağı.Günü, Athena Tapınağının sütunları arkasında güneşin batışını izleyerek tamamladık. Güneş körfezin ufkunda sulara inerken önce kızardı, sanki sular yandı, sonra sarardı ve kayboldu. Güneş sulara inerken tapınağın sütunları sanki göğe yükseliyordu.
Paylaş