Paylaş
Dünün ‘Midye’si bugünün ‘Kıyıköy’ü
Kırklareli gezisi yaparız da Kıyıköy'e uğramaz mıyız. Tabii ki ilk durağımız Kıyıköy oldu. Kıyıköy bizim senede birkaç kez gelip balık yiyip dolaşıp döndüğümüz bir yer. İstanbul’a sadece 150 km uzaklıkta, açık trafikte iki saat yol. Yani günü birlik kaçamaklar için ideal. Karadeniz kıyısındaki bu balıkçı kasabası yazın hafta sonları çok kalabalık oluyor, o yüzden biz deniz mevsimi dışında gelmeyi tercih ediyoruz. İşte o zaman tadından yenmiyor.
Kıyıköy’ün tarihi ilk çağlara dayanıyormuş, eskiden beri medeniyetler bu güzelliğe ve doğal zenginliğe kayıtsız kalamamışlar belli ki. Zaten girişinden Bizans kapısı karşılıyor sizi. Eski adı ise ‘Midye’ imiş ve mübadeleye kadar çoğunlukla Rumlar ve Bulgarlar yaşıyormuş burada. Midye isminin de ‘Medea’dan geldiği söyleniyor. Daha sonra ise değiştirilip Kıyıköy yapılmış.
Buraya gelince görülmesi ve yapılması gereken birkaç şey var. İlki tabii ki deniz kenarında iyot kokusunun ve dalga seslerinin tadını çıkarmak, martı ve balıkçı teknelerinin sesiyle huzura ve hayallere dalmak. Hem limanı hem de denize girilen kumsalı çok güzel.
Kıyıköy’e gelip kayalara oyulmuş M.S 572 tarihli ‘Aya Nikola Manastırı’nı görmeden olmaz. Tıpkı Kapadokya’da gördüklerimiz gibi blok kayaların oyulması ile yapılmış ve mübadeleye kadar da aktif kullanılmış. İçinde farklı ibadet bölümleri olduğu gibi bir de şu an suyu oldukça azalmış ayazma yani şifalı su kaynağı mevcut. Köyün eskileriyle sohbet sırasında gösterdikleri fotoğraflardan anladığımız üzere sonradan girişine bir ahşap eklenti de yapmışlar ancak yakın bir tarihte önünden yol geçirmek için bu kısmı yıktırılmış. 16 sene önce buraya ilk geldiğimiz zamana kıyasla şimdi daha bakımlı ve sahip çıkılan bir yer olmuş. Hatta o zamanlar kötü koku ve karanlık nedeniyle tam dolaşamamıştık. Şu an ışıklandırması ve genel temizliği ile hak ettiğine az da olsa kavuşmuş durumda. Kıyıköy’e geldiğinizde mağara tipi manastırlarının en iyi örneklerinden biri olduğu söylenen Aya Nikolayı mutlaka görmelisiniz.
Kıyıköy’de ilçenin içinden geçen Kazandere ve Papuçdere’de küçük teknelerle gezinti yapılabiliyor. Ayrıca kıyısında birçok irili ufaklı yerler de açılmış, bir şeyler atıştırmak ve çayınızı akan suyun huzurlu sesi ve manzarası eşliğinde yudumlamak için. Kışın tabii pek hareket yok çoğu da kapalı ama nisan ayından itibaren oldukça hareketleniyor buralar.
Kıyıköy’den ayrılıp İğneada’ya doğru yola çıkıyoruz. Eğer doğanın içinden şahane bir yoldan gidelim, varsın biraz uzasın derseniz bizim gittiğimiz Kızılağaç üzerinden olan yolu tercih etmenizi öneririz. Hele sonbaharda çok keyifli oluyor bu yoldan yolculuk.
İğneada: Cenneti de Su Basar
İğneada’da öncelikli olarak Longoz yani ‘Subasan Ormanları’nı gezmeye gittik. Bunun için İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı’na gidiyoruz. 3 bin 155 hektarlık alana yayılan Longoz ormanı içinde irili ufaklı beş göl ve bunların çevresinde yürüyüş rotaları bulunuyor. Adından anlaşılacağı gibi subasan ormanı olması nedeniyle burada ağaç dipleri dönemsel olarak sığı bir su ile kaplanıyor.
Biz gittiğimizde şu seviyesi henüz çok yükselmemişti, rahat rahat yürüyüş yapabildik. Ancak bu aslında son ayların çok kurak geçtiğinin de göstergesi, bu dönemde bu kadar kuru olması normal değilmiş. Longoz içinden geçen yol başlı başına bir görsel şölen. Milli park içinde dura dura kısa yürüyüşler yapa yapa geziyoruz. Yağmurlu bir güne denk geldiğimiz için bazı yerler yürümek için uygun durumda değildi ama olsun. Çok keyif aldık bu deneyimden.
Göllerden ise en popüler olan Mert Gölü’ne gidiyoruz. Özellikle yazın gölün deniz tarafından kano kiralayıp gölden sazların içinden Longoz'un derinliklerine gidip gelebiliyorsunuz. Bu mevsimde maalesef kano imkânı yok ama yaz aylarının popüler aktivitesiymiş. Ormanın içinden ormanın suya yansıması arasından kanoyla ilerlemek herhalde çok keyiflidir. Artık bahara diyoruz. Mert Gölü girişinde ayrıca geçen yaz hizmete giren bir kuş gözlem kulesi var. Bu sulak alan doğal olarak kuşların göç yolu üzerinde birçok kuş türüne de ev sahipliği yapıyor.
İğneada’dan bahsedip Karadeniz kıyılarından bahsetmemek olmaz tabii ki. Biz gittiğimizde Karadeniz’den beklendiği gibi dalgalı ve coşkundu. Dalgalar kimi yerlerde zaman zaman kumlardan 10-15 metre içeriye atıyordu suları. Oğlum Mert dalgalara bayıldı. Oyun yaptı kendine bunu. Akşamüstü turkuaz rengi olan su sabah bulutların arasından süzülen ışıkla gümüş rengini almış parlıyordu. Erikli Gölü’nün denizle buluştuğu noktada ise yer kum değil deniz kabuklarıyla doluydu ve muhteşem bir görüntü veriyordu. Zaten kış aylarında Mert Gölü ve Erikli Gölü denizle buluşuyormuş. Şimdi bile Mert Gölü’nün suları denize o kadar yakındı ki bazı dalgalar göle kadar ulaşıyordu.
Aslında İğneada’ya gelip Dupnisa Mağarası’na gitmemek olmazdı ama biz onu bu sefer gezimize sığdıramadık. Ancak daha önce gittiğimizde hayran kalmıştık. Gittiğimiz en etkileyici mağaralardan birisi Dupnisa Mağarası. Henüz gidip görmediyseniz burayı da gezi listenize almayı unutmayın.
Farklı kültürlerin ve farklı dinlerin izleri bir arada
Kırklareli'ne gelmişken geçmişten izlerini takip etmemek olmazdı, keza burası özellikle Bizans ve Osmanlı'dan kalma birçok tarihi esere ev sahipliği yapıyor. Aslında buralarda yerleşime dair izler M.Ö. 6 binlere kadar uzanıyormuş. Bizans döneminden itibaren yapıların bir kısmı ise bu günlere kadar ayakta gelebilmiş. Biz bu anlamda özellikle Kıyıköy, Vize ve Babaeski'yi gezdik. Kıyıköy'e Bizans döneminde kayaların oyulmasıyla yapılmış 6. yy'dan kalma Aya Nikola Manastırı’ndan zaten bahsetmiştik. Vize ve Kıyıköy'ün tarihi surları Bizans döneminde 500'lü yıllarda İmparator I. Justinianus tarafından yaptırılmış. Yine Vize'de bulunan ve eski adıyla Küçük Ayasofya Kilisesi yeni adıyla Gazi Emir Paşa Camii yine aynı dönemde yapılmış, sonradan camiye dönüştürülmüş. Vize’ye uğrayıp hem surlardan kalan kalıntıları hem de Küçük Ayasofya’yı görmenizi tavsiye ederiz. Bu yapının biraz ilerisindeki Hasan Bey Camii ise 14. yüzyılın sonlarına kadar aslında bir ‘Havra’ olduğu söyleniyor. Farklı kültürlerin farklı dinlerin izlerini birkaç adım arayla görmek hissetmek, bunların belki de burada tarihin bir noktasında hep birlikte yaşadığını ve bundan doğan kültürel zenginliği düşünmek bile çok mutlu ediyor bizi. Vize'de ancak bu kadar gezebiliyoruz ama daha birçok yapı var görülebilecek. Ayrıca Cittaslow yani sakin şehir unvanını da alan ilçede çevre düzenlemeleri de yapılmış. Gelip gezip görmelik bir yer olmuş.
Bunun dışında Babaeski'nin girişinde 1633'te 4. Murat tarafından Şeytan Deresi üzerine yaptırılan Babaeski Köprüsü de kesinlikle görülmeye değer. Köprü hâlâ kullanılmakta ve köprüyü geçince de Mimar Sinan'ı eserlerinden Cedit Ali Paşa Camii karşınıza çıkıyor. Cami aslında Edirne'deki Selimiye Camii'nin küçük modeliymiş. Tadilatta olduğu için gezemediğimiz cami, köprüyle birlikte çok güzel bir görsellik de sunuyor ilçe girişinde. Ayrıca ilçe içinde serpiştirilmiş tarihi evler de görülmeye değer.
Biz bu seferlik bu kadarını sığdırabildik Kırklareli gezimize ancak daha görülmesi gereken birçok tarihi eser var meraklıları için. Gerisini bir sonraki gezilerimizde sakladık diyelim. İstanbul’a bu kadar yakın ve bu kadar çok farklı deneyim sunan bir bölge olması kısa kaçamaklar yapmak isteyenler için ideal bir alternatif yaratıyor. Üç günümüz dolu dolu geçti, çok daha uzun tatil yapmışız hissi yarattı bizde. Kısa tatiller için yanı başımızdaki bu bölgeyi bizce gidilebilecek yerler listesine alın, pişman olmayacaksınız.
Paylaş