Paylaş
Bademli ’den çıkıp Bergama’ya varmam iki saatimi alıyor. Bergama İzmir’in bir ilçesi. Ben yolda navigasyonla gitmeyi seviyorum. Hem ne kadar yolum kaldığını görüyorum hem de kaybolmuyorum. Bergama merkeze gelince Asklepion ve Akropol tabelaları sizi karşılıyor. Arabayla ilerlerken tepeden şehre hakim Antik Kent’i görebiliyorsunuz. Asklepion Antik Kenti tepede. Arabayla tırmanarak çıkıyorsunuz. Tabelalar yeterince açıklayıcı. Şehrin içinde ki tabelalar sizi yönlendiriyor. Kaybolmuyorsunuz. Asklepion Antik Kenti‘ne giriş 20 TL. İş bankası kartımla bana ücretsiz. Girişinde oldukça büyük bir otoparkı ve hediyelik eşya dükkânları var. Öyle bir rüzgârlı ki kafamda ne şapka duruyor ne bir şey. Saat 4 civarı. Ben antik şehri gezip Foça’da ki gün batımına yetişmeyi planlıyorum. Başta plan böyleydi. Daha kapı da önce cüzdanımı arabada unuttuğumu görüyorum. Sonra tripotla içeri giremeyeceğimi öğreniyorum. Tripotla girilince profesyonel çekime giriyormuş ve Kültür Bakanlığı'ndan izin almak gerekiyormuş. Yalnız olduğumu, fotoğrafımı çekecek birisine ihtiyacım olduğunu, cep telefonuyla çekeceğimi bir türlü anlatamıyorum. Akslepion‘la tanışın. Ölümsüzler şehri. Ölüm giremez ve vasiyetnameler açılmazmış.
Tanrı Apollon’un oğlu olan Asklepios sezeryanla doğan ilk çocukmuş. Apollon eve pek uğramayınca karısı karnı burnundayken kaçmış. Apollon buna çok sinirlenmiş ve yakalayıp diri diri ateşe atmış. Sonradan doğacak çocuğu aklına gelince ateşten çıkartmış ve Asklepios sezeryanla alınmış. Daha sonra Asklepios otlarla şifa dağıtan Kherion’un yanında yetişmiş. Sağlık tanrısı olmuş. İnsanları ölümden kurtarmaya başlayınca ölüm tanrısı Hades Zeus’a şikâyet etmiş ve Zeus meşhur yıldırımıyla Asklepios’u öldürmüş. Bu sebepten midir bilinmez ölümsüzler şehri olması. Öyle bir rüzgâr var ki devamlı tripot devriliyor. Telefonun kenarı bile çatlıyor.
Akşam gün batımını Foça’da yapmak istediğimden bahsetmiştim. Zamanımı ona göre ayarlamıştım. Tam antik kent bitiyor ve ben çıkışa yöneliyorum ki kafamı kaldırıp yukarıda ki Akropol’ü görüyorum. “Lanet olsun dostum, buraya kadar gelip bunu görmeden gidemezsin” diyorum. Hem de kaç kere. Koş Bahar koş. Hemen gidip 7’ye kadar açık olduğunu öğrenip rahatlıyorum. Asklepion’dan kolayca gidilebilecek gibi görünmesine rağmen aşağıya şehre inmeniz gerekiyor. Orada ki tabelaları takip edince de kıvrıla kıvrıla dik bir yokuşu tırmanıyorsunuz. Bir de teleferik var. Gidiş dönüş 20 lira. Arabayla harika manzaralardan geçiyorum. Dolana dolana tırmana tırmana yukarı çıkılıyor. Akropol’ün arkası Kestel Baraj Gölü. Buraya giriş 25 lira ve benim banka kartım dolayısıyla yine para ödemiyorum. Geçen sene Rodos da Lindos antik şehre 12 Euro vermiştim. Burasıyla kıyaslarsam param boşa gitmiş.
Bergama dehşet güzelmiş. Bergama Antik Şehri bir sağlık merkezi olarak biliniyor. Eczacılığın piri Galenos M.Ö. iki bin yılında Bergama’da doğmuş. Eczacılıkta günümüzde hala kullanılan yılanlı sembol ilk defa Bergama da kullanılmış. Su sesi ve telkin yoluyla tedaviler yapılırmış. Akropol’e çıkan dağın yamacında bir antik tiyatro var. Gördüğüm en büyük antik tiyatro. Bir merdivenden bir karanlık deliğe iniyorsunuz ve bir tünelden tiyatroya çıkıyorsunuz.
Burada eskiden bir de Zeus Sunağı varmış. 1865 de yapılan kazılarda Alman arkeologlar tarafından Almanya’ya taşınmış. Dönemin padişahı tarafından hediye edildiği, tek tek sökülüp gemilerle Berlin’e taşındığını ve orada yeniden inşa edildiğini dinliyorum. İçim cız ediyor. Böyle bir şey nasıl hediye edilebilir. Berlin’de ki Pergamon Museum’da sergileniyormuş. Bu taraflarda hiç bir antik kentte tanıtım broşürü yok. Bilgi sahibi olmadan geziyorsunuz. Kültür Bakanlığı‘nın buraya broşür göndermediklerini söylüyor görevliler. Tüm bu bilgileri kapıdaki görevlilerden, internetten ve bir arkeolog arkadaşımdan öğreniyorum. Gezerken insan boş boş bakıyor ne olduğunu bilmeden. %12 şarjım var. Powerbank bitik. Tripotum kırık. Selfie çubuğumu arabada unuttum. Deli gibi bir rüzgâr var, uçuyorum. Daha başıma ne gelebilirdi? Hani gezerken fotoğrafların içine onlarca insan girer ve insan sinir olur ya. İki antik şehirde de fotoğrafımı çektirecek bir Allahlın kulu yok. Tek şansım bir kol boyu. Her şeye rağmen %32 şarjla iki antik kent gezip, onlarca fotoğraf ve video çekiyorum. Tüm gün kayıp şehirler, tanrıların tapınakları derken bırak yemek yemeyi su içmeyi bile unuttum.
Şehre inip biraz sokakları dolaşıp fotoğraf çekmeyi ve bir şeyler yemeyi düşünüyorum. Bergama halısı diye bir şey varmış. Almamak için kendimi çok zor tutuyorum.
Meşhur Bergama evlerini görmek istiyorum. Bir sokaktan girip viran bir evi fotoğraflarken bir teyze bana çok kızıyor. “Git aşağıda düzgün evleri çek. Yıkılacak evi ne çekiyorsun. Niye geliyorsunuz. Evinize gidin” diyor. “Peki” diyorum. Ne diyeyim. Sokaklarda burayı gezmeye gelen turistleri görmek beni çok sevindiriyor.
Küçük oteller var. Geceliği 70 lira olan Odyssey Guest House’u gezme şansımda oluyor. Terliklerimi çıkarıp giriyorum. Sahibi için bir ev çünkü orası. Eğer kalacak olsam kesinlikle burada kalırdım. Sahibi terasına kadar gezmeme izin veriyor. Harika bir manzarası var. Eşyaları eski dönemleri çağrıştırıyor. Buradaki evler sokağın her iki tarafını da görüyormuş.
Ayrıca “Bergama’ya gelmişken köfte, piyaz ve Kemalpaşa tatlısını yemelisiniz” diyor. Onu dinlediğim için çok mutluyum. Çarşıya inip Çiçeksever Kebap Salonu’na oturuyorum. Birkaç kişiye sordum burayı söyledi. Minicik bir dükkân. Evet, köfte ve her şey çok lezzetli ama o domatesin tadını unutmam mümkün değil. En son ne zaman gerçek bir domates yediğimi bilmiyorum. Tahinli Kemalpaşa sen nasıl bir lezzetsin? Biten şarjlarımı doldururken yediğim yemekle yorgunluğum iyice çıkıyor. Benim atladığım dikkat etmediğim hataya düşmeyin sakın.
Tüm gün zamanla yarışırken denizden çıkınca üstüme geçirdiğim bir elbiseyle dolaşmışım. Elbisenin transparan olması her ne kadar turiste alışık olsalar da küçük bir Anadolu kasabası için fazla iddialı olmuş. Her şey bitmiş ve artık giderken fark etmiş olmam da trajikomik.
Paylaş