Paylaş
Her zamanki gibi sona kadar bekleyip hep bir "yer var mı?" telaşından sonra yine dört ayak üstüne düştüm. Her sema gösterilerine gitme konuşmasında "hayır ben yerinde seyredeceğim, o topraklara gideceğim" diye cevap verişimdir beni yola düşüren. Otobüsümüzün en arka koltuklarında uyuyarak vardığımız Konya'da ilk durak kahvaltı için durduğumuz Nevizade restaurant oluyor. Her zamanki zeytin peynir çay üçlemesinde bir kahvaltı beklerken finalinde gelen kavurmalar omletler sucuklarla bütün geceyi yolda geçirmiş bizi bir güzel besleyip, güçlendirip Konya turumuz için uğurluyorlar.
Sonrasında Tavus Baba türbesindeyiz. İçinde kadın mı erkek mi yattığı belli olmayan neredeyse hiç bir bilginin olmadığı bir türbe burası. İnsanlar adak için duvarlara yazılar yazmış, tuz dökmüş yapılmaması için uyarı yazılarına rağmen. Çevresinde suların aktığı, çok ziyaretçi alan küçücük bir Konya köşesi burası. Ve şimdi çok merak ettiğimiz Konya Tropikal Kelebek Bahçesindeyiz.
İçerisinin çok sıcak olduğu bilgisiyle üstümüzde ne varsa çıkartıyoruz. Giriş 10 öğrenci 5 lira. Yemyeşil bir cennet yaratmışlar. Daha kapıdan girer girmez uçuşan kelebeklerle kendimizden geçiyoruz. Bu yıl bu ikinci kelebek gezim. İlki Rodos'daki kelebeklerdi ancak neredeyse hepsi uyuyordu. Buradaki rengarenk çeşit çeşit uçuşan kelebekleri fotoğraflayacağız, video çekeceğiz derken başımız dönüyor. Mavi renkte çok acelesi varmış gibi uçuşan o kelebek var ya, fotoğraf için yakalamak mümkün değil. Bir videoda 2 saniye yakalamışım. İçerisi gerçekten çok sıcak ve çok fazla insan var. Dolaşırken yere konmuş turuncu bir kelebek görüyorum. Bu insan kalabalığında ezilmesin diye uçurmaya çalışıyorum ama uçmuyor elime çıkıyor. Allah istedi bir göz hesabı elimde kelebek boy boy fotoğraflar çıkıyor.
Kelebeklerin kozadan nasıl çıktıklarını gösteren temalar hazırlamışlar. Ayrıca dev böceklerin de olduğu bir böcek sergisi var. Kesin rüyama girecekler. İçeri de kelebekle ilgili pek çok obje satılıyor. Bir sonraki durağımız Sille. Burası eski bir Rum köyü. İlk önce Aya Elenia Kilisesine gidiyoruz. İsa'nın ölümünden 327 sene sonra Bizans imparatoru Costantin'in annesi Helena bir gün hac için Kudüs'e giderken Konya'ya uğramış. Burada İlk Hristiyanlık çağlarına ait oyma eserler görmüş ve Sille'de bir mabet yaptırmaya karar vermiş. Şimdilerde düzenlenmiş boyanmış ve müze olarak hizmet veriyor. Ziyarete açık ve ücretsiz. Karşı tepede bir zaman müzesi var. Oraya tırmanıp tarihte zaman için kullanılmış objeleri görüyoruz. Burası da eskiden bir şapelmiş. Düzenlenip bu şekilde kullanılmaya başlanmış.
Arkada da tepelerde bir medrese var ama oraya tırmanmaya zamanımız yok. Hatta zaman müzesinin oradan bakınca uzakta Dara antik kentindeki gibi kayalar oyulmuş. Ziyarete kapalı gözüküyor. İleri de oralarıda açılacaktır kesin. Sille sokakları film platosu gibi. Terkedilmiş viran evlerin yanında çok güzel restore edilmiş evler de var. Bir tarafta çok güzel cafeler diğer yanda içinden geçen suyun kenarından yürüyerek Sille'ye veda ediyoruz. Çok acıktık. Konya'nın etli ekmeğini zaten çok severim. Gelmişken yerinde tatmak harika oluyor.
Alaaddin tepesinin karşısında ki İnce Minare Müzesi'ni de ziyaret ediyoruz. Müze kart geçiyor, giriş 5 lira. Karşıya geçip Alaaddin tepesinde yürüyoruz ama türbelerin olduğu bölüm tadilatta. Hava çok soğuk. Burada tarih kitaplarımın Selçuklu devletinin önde gelen sekiz hükümdarının türbesi var. Üç Gıyaseddin Keyhüsrev ve Alaeddin Keykubat burada defnedilmiş. Artık Mevlana zamanı. Akın akın insanlar Mevlana'nın kapısından giriyor.
Giriş ücretsiz. Mahşeri bir kalabalıkla avlusuna giriyoruz. İçeri girerken galoş alıyorsunuz. Mevlana'nın tam türbesinin olduğu yer de insanlar ağlıyor, dua ediyor. Kimileri yerlere oturmuş. Bir görevli ilerlemeleri için devamlı uyarıyor. İçeride ki alanın duvar taraflarında insanların namaz kılabilmesi için yerler yapılmış. Tasavvuf müziği bize eşlik ediyor. Dışarıda ki büyük avlunun etrafını çevreleyen odalarda buraya ait eserler, kıyafetler sergileniyor. İçeri girebilmek ve görebilmek için sıraya girmek gerek. Akşam yemeğimizi yemek için Özmeram restauranta gidiyoruz. Herşey bizim için hazırlanmış. Yemekler harika. Finaldeki kaymakla hazırlanmış, onlara göre Konya usülü hoşmerim bana göre un helvasını çok seviyorum.
Buraya gelme amacımız olan 744.cü vuslat gecesi Şeb-i Arus şenlikleri için spor salonuna doğru yolculuğumuz başlıyor. İstanbul trafiğini aratmayacak yoğunlukta bir trafik, yine mahşeri bir kalabalık. Elimizde ki biletle sora sora en sonunda yerimizi buluyoruz. Salon çok sıcak. Üç ayrı dilde anonslar yapılıyor. İlahiler, dualar ve en sonunda bekledğim semazenler çıkıyor. Sahneye çok uzak olduğumuz için aşağılara boş koltuklara iniyoruz. Semazenlerin hiç acelesi yok. Yavaş yavaş ritüelleri yerine getiriyorlar.
Yaşlı semazenlerden başlayan ve küçücük çocuk semazenlerden oluşan gösteri ekibi çok alkış alıyor. En çok da en küçük olan semazen alkıştan salonu yıkıyor. Öyle koşuşturmalı bir gün yaşadık ki herşeyi yapabilmek için yattığımız yeri bilmiycez.Hiç olmak için çıktığım bu yolculukta açıkçası bu kadar kalabalıkta bu felsefeye pek ulaşamıyorum. Yapmak istediğim birşeyin daha üstünü çizmenin huzuruyla Konya'ya veda ediyoruz.
Buraları görmeden "Türkiye'de yaşıyorum" demeyin!
Paylaş