Paylaş
İki şelale bir göl gezmek için yollardayım bu sefer. Sanki bir gün önce 18 km dağ bayır yürümemiş gibi, tüm ayaklar yara olmamış gibi, tüm vücut sızlamıyor gibi, gecenin bir yarısı yatılmamış gibi yollardayım. Birkaç saatlik uykuyla saat 6’da yine aynı hevesle uyanıp yollara düştüm.
Kulağa nasıl geliyor bilmiyorum, neyin nesi hiç bilmiyorum ama yeni bir yer görme, görmezsem ölme hissi harika… Gece gelinen evde son dakika "yer var mı?" diye sormak ve "aman erken gel listede adın yok seni unutmayalım" lafından sonra aman uyanamazsam diye o birkaç saatlik uykuyu da yat kalkla uyur uyanık geçirdikten sonra macera için hazırlanıyorum. Madem bu kadar merak ettim hadi iki şelale bir göl gezip gelelim…
Mecidiyeköy'den 7.30’da kalkacak aracımız için 7'de oradaydım. Yürüyemiyor olmamdan dolayı geç kalma korkusu olabilir bu. Hâlâ karanlık olan yolda biraz şekerleme yapma isteğim sohbet etme aşkıyla yanıp tutuşan birkaç arkadaş nedeniyle sekteye uğrasa ve bu beni biraz agresif yapsa da gözümü Nihat hocamı mikrofondan yayılan ekolu sesiyle kendime gelmeme ve gülme krizine girmemle eski neşeme kavuşturuveriyor. Her zamanki gibi en arka koltuktayım. Sınıfın yaramaz çocukları gibi en arka hep en coştuğumuz yer oluyor. Sabahki lanetliğimden sonra yan koltuğumda oturan Cenan bey neşeme hayret etmiş sonradan.
Düzce'den katılan fotoğrafçı arkadaşlardan Sümeyye önce biraz üstüme oturuyor ama bu güler yüzlü genç arkadaşım beni hiç bırakmıyor gün boyu ve sabırla fotoğraflarımı çekiyor. Her yerde hemen bir fotoğrafçı buluyorum. Çok şanslıyım. Sisler içerisinde ilerliyoruz ve fotoğraf çekmeye gidiyoruz. “Nasıl olacak ki?” derken birden sislerin arasından çıkmak ve bir bulut deniziyle karşılaşmak, güneşin parlak sıcaklığını hissetmek bu sabahın sürprizi, hediyesi bize. Bütün Karadeniz gezimde yayla yayla aradığımız ama bulamadığımız bulut denizi hiç ummadığımız bir anda karşımızda. Fotoğraflarken bir taraftan da bakmaya doyamadığımız bir manzara oluyor. Güzeldere Şelalesi ilk durağımız olacak. Bir hayli dik yokuşlu, kıvrıla kıvrıla tırmanarak ilerleyerek şelaleye ulaşıyoruz. Milli parkın girişi kişi başı 4 lira. Araçlardan 11 lira alıyorlar. Burada ayrıca kamp yapma imkanınız da var.
Eğer sabahtan araçla girerseniz çadır için ekstra ücret ödemeden oluyormuş ama normalde çadır başı 20 lira. Derseniz ki, ‘Ben konfor seviyorum’, o zaman iki kişi ve üzeri konaklayabileceğiniz kütük evler var. İki kişi kahvaltı dahil günlük 200 lira. Kişi sayısı artarsa fiyat ona göre artıyor. Bir de adını hobbit evi taktığım toprak altında bir ev var ama o henüz açılmamış. Açıldığında mutlaka gelmeliyim, kalmalıyım. Karavan da alıyorlar.
İçeride resepsiyonunda olduğu bir restoran var. Şelaleye inerken bir hayli merdiven de var. Bir önceki günün yorgunluğu ve ayaklardaki yaralardan ilk sorduğum soru "yürüyecek çok yol var mı?" olmuştu. Gelen cevap "merdiven" idi ama o kadar güzel manzaralardan geçiyorsunuz ki, anlamıyorsunuz bile. İlk duyduğumuz kayalara çarparak uğuldayan suyun sesi, dev kayın ve gürgen ağaçlarıyla çevrili vadideki eşsiz manzara. Şelaleye sonbahar çok yakışmış. İlk gelen grup olduğumuz için fotoğraf çekmek kolay oluyor. Çok kalabalık değil. Burası Türkiye'nin en yüksekten dökülen şelalesi…
Kuş cenneti: Efteni Gölü
Sonrasında Efteni Gölü için yoldayız. Efteni Gölü, Elmacık Dağı silsilesinin eteğinde, Düzce ovasına ait akarsu ağının birleştiği ve Büyük Melen kanalıyla Karadeniz'e döküldüğü ekolojik bir ağın düğüm noktasında... 35’i kalıcı 150 kuş türünü barındırıyor. Uzunca bir tahta iskeleden gölün üstünde yürümek, ardımızda sisli dağlar, kuşlar ve bir kalabalık insan topluluğu…
Temiz bir fotoğraf için bir hayli zorlansak da bir merak edilenin daha üstünü çizmenin huzuru var. Çok acıktık. Nihat hocam her şeyi ayarlamış. Yolumuzun üstündeki Aydınpınar köyündeki ‘Kaplanoğlu Alabalık'a vardığımızda bahçesinin güzel düzenlemesi, alabalıkları ve yanan sıcacık sobasıyla bize Karadeniz'de olduğumuzu hissettiriyor. Yoldan aradığımız için servis hayli hızlı, yemekler nefis. Kiremitte alabalık denemelisiniz. Balıktan başka şeylerde yiyebilirsiniz.
Penceresinden gözüken evin bahçesindeki hurma ağacına dalma isteğimizi hocamız bastırıyor ve bizi "haydi Samandere Şelalesi’ne!" diye kandırıyor. Giriş öğrenci 2 tam 3,5 lira. İçeri girer girmez çağlayan sularda fotoğraf çekme isteğime Sümeyye "asıl olay aşağıda hadi gel" demesiyle ilk başta anlamasam da aşağılara indikçe anlıyorum. Demir yürüme yolu ve merdivenlerde yürürken dikkatli olmalısınız.
Güzeller güzeli bir şelale..
Ağaçların arasından şiddetle akan sular, beyaz köpükler halinde cadı kazanı denilen bir yere dökülüyor. Şelalenin arkasında, kayanın içindeki mağaranın içinde kaybolduktan sonra az ötede tekrar ortaya çıkıyor. Ormanın içindeki çağlayan suyu, çıkardığı sesi ve suyun gücünü hissedeceğiniz bu yeri mutlaka görmelisiniz. Samandere Şelalesi Türkiye'nin ilk tescil edilen tabiat anıtıymış. Yer yer balkon gibi çok yükseklerden aşağılara baktığınız bir kanyonun içinde, dökülen yapraklar, bembeyaz köpüklü çağlayan sular, mis gibi bir hava bir gün öncesinin tüm yorgunluğunu unutturuyor. Öylece durup doğanın sesini dinliyorum. Buradan ayrılmak zor gelse de girişteki o güzel ailenin yanına gitmek ve yeni tanıştığım arkadaşlarla sohbet etmek huzur veriyor.
Hocamızın çaylar şirketten bonkörlüğüyle sıcacık çaylarımızı içerken günün bittiği gerçeğiyle hüzün çöküyor. Yine çok eğlendiğim, çok güldüğüm, yola çıkarken hiç tanımadığım ama eve dönerken bir dolu arkadaş edindiğim harika bir gün oluyor. Aynı zamanda fotoğraf çekme teknikleriyle pek çok şey öğreneceğiniz böyle bir gezinin maliyeti tüm tabiat parkı giriş ücretleri ve yemek dahil 110 lira oluyor.
Fotoğraflar: Sümeyye Ay, Bahar Gündoğdu
Buraları görmeden "Türkiye'de yaşıyorum" demeyin!
Paylaş