Paylaş
Bazen rüyalara dalınca karnımın acıktığını, üşüdüğümü falan unutuyorum. Stockholm’da aynen böyle oldu. Bir gün evvel Ayvalık'ta denize girdiğim için ve internet hava raporunda 16-17 derece gördüğün için mevsimlikler almışım yanıma... Akşama doğru üşüdüğümü anladım. Mağazaların kapanmasına 15 dakika var. Kendime, yün pantolon, ceket ve bir de atkı aldım. Bir nebze ısındım. Hava sekiz derece ama nehirden ve denizden gelen soğuk esinti kemik titretiyor. Yün ceket de kesmedi sonradan otelimizin yanındaki butikten içi miflonlu çok şık bir pardesü aldım. Bu arada da İsveç modası da tabiri caizse yıkılıyor!. Bu arada İsveçli şeffaf tenli uzun bacaklı sarışınlar kısa kollularla dolaşıyorlar. Rahmetli annem derdi: "Bu yabancılar da hiç üşümez”
Stockholm sakin bir şehir ama İstanbul’dan sonra tüm Avrupa şehirleri sakin geliyor insana. Halkının; otolarını kaldırımlara park etmediği veya etmek zorunda kalmadığı, yerlere çöp atmadığı, sanki kornaları sökülmüş gibi hiçbir zaman kısa da olsa kornalarına ellerinin gitmediği, yaya kadırımlarına adımını attığı anda her türlü motorlu taşıdın kendine yol vereceğini adı gibi bildiği bir metropol. Sanki klasik bir Viyana havası var ama Kuzey Avrupa rengi ile karışmış. Geniş parkları, bol trafikli bisiklet yolları, düzenli trafiği ile sakin sarışınların dolandığı, insanların sıcak ama havanın soğuk olduğu bir şehir.
Merkezden başladık dolanmaya, yürüyerek eski şehire gideceğiz. İlk önce karnımızı doyuracağız. İsveç kelimesini duyar duymaz hemen aklıma gelen kelime 'Sweedish Meatballs' yani İşveç Köfteleri.
Stockholm eski şehrin girişinde 'Tradition' adında bir lokantaya yöneldik. Köftelerimi ısmarladım. Tadını unutmuşum çok lezzetliydiler. Eski şehri gezinizde bu lokantaya uğrayın: Tradition Österlanggattan No:1. Kraliyet sarayının neredeyse yanı başı...
Tam sokağın köşesinde İsveçlilerin ataları Vikinglerden kalma graffitiler. Elim ile dayandığım top başka bir devre ait Vikingler ile alakası yok. Her evin köşesinde tam sokak kıvrımlarında at arabalı zamanlardan kalma, evleri araba tekerleklerinden korumak için konulan muhafaza, çoğu ev köşelerinde sert kaya parçaları var.
Ertesi gün TYH'den Tolga Duran bisiklet ile geldi. Üç aylık için 250 kron, takribi 25 Euro ödeyip bir kart alıyorsunuz. Yollarda sık sık istasyonlar var istediğiniz bisikleti bu kart ile alıp, istediğiniz istasyona bırakıyorsunuz, sonsuz kullanım hakkı. Bisiklet park etme derdi yok, yedek parça derdi yok, eskimesi yok. Müthiş bir servis. Bir kaç müzeye ve lokantaya gittik. İlk müzemiz oyuncak müzesi.
Christina Giraud Von Schinkel gençlik arkadaşım. Kocası David Von Schinkel, çok sempatik ve yakışıklı bir Kuzey Avrupa centilmeni. David’in babasından kalma bir merakı var; Oyuncak Koleksiyonu. Sanırım Avrupa’nın en büyük oyuncak koleksiyolarından biri sergileniyor. Stokholm’de savaştan kalma bir sığınak kiralanmış ve gez gez bitmez bir oyuncak müzesi meydana gelmiş. Dehlizler dolusu oyuncaklar ve enteresan, birbirinden güzel sunumlar. Bebelere ve aynı zamanda büyüklere oyuncaklar ve masalları 'Bergrummet'te...
Muhakkak bir kaç saatinizi ayırınız Stokholmde: www.bergrummet.com
Müzeden sonra Stokholm’un en sıkı restoranında masamız var. Bisikletleri bıraktık tramvaya bindik, opera binasına gideceğiz. Opera binası kompleksi içerisinde ağır dekorlu bir lokantaya girdik.
Opera binası kompleksi içerisindeki 'Opera Kallaren' Michelin yıldızlı, Avrupa’nın sayılı 'Haute Cuisine', 'Fine Dining' lokantalarından.
Şefi ve aynı zamanda sahibi Stefano Catenacci, adından da anlaşıldığı gibi İtalyan asıllı ama İsveç doğumlu. Kardeşi ile oteller ve restoranlar sahibi olan dev şirket Nobus’un sahibi olduğu halde mutfaktan çıkmıyor. Bana hazırladığı basit ama inanılmaz nefasetteki kırmızı somon havyarı şimdiye kadar yediklerimin en iyisi idi. Yemekten sonra adını bir hayli duyduğum Nobis Şarap mahzenlerini gezdik. 40.000 şişelik mahzende çok nadir şaraplar gördüm. Çoğu şarap açık artırmalardan alınmış. Bu başka bir hayat. 18. yy'dan beri faaliyette olan lokanta İsveç Kraliyet Ailesine direkt servis yapıyor. Tüm kraliyet balo ve düğünlerinde cateringden sorumlu.
İsveç’in en iyi Michelin yıldızlı lokantasından tarçınlı çöreklere...
Kral Gustav, İşveç’in denizden girişteki takım adalardan Vaxholm’a bir kale yaptırmış. Aslında askeri bir üsmüş bu ada. Stockholm girişindeki ada 1455 yılında inşa edilmiş. 1612 yılında Danimarka saldırlarına ve 1729 yılındaki Rusya saldırılarına karşı koymuş 1842 ye kadar da hapishene adası olmuş.
Bu sakin adada Linda’nın evine tarçınlı çörekler yapmaya gittik. Ahşap bir köy evinde sempatik ve sakin bir hanım...
İsveçliler bu çörekleri yemek arası yiyorlar. Linda’nın verandasında bir bardak soğuk süt ile çok iyi gitti çörekler. Tüm Stockholm seyahatimiz soğuk hariç çok iyi geçti diyebilirim. www.vaxholmsbedandbreakfast.se
Paylaş