Paylaş
Muhammed Al Sani’nin Osmanlı’yı resmen davet etmesi ile Osmanlı egemenliği 1852’de başlamış. Katar, Basra vilayetinin bir sancağı olmuş. Doha, Basra Viyaleti’nin Lahsâ sancağına bağlı bir kaza ve Al Sani ailesi de kaymakamlarmış. Tabii ki İngilizler ‘bala konan arılar’ gibi vızıldayarak üşüşmüşler Doha’ya. Daha sonra alavere dalavere, İngiliz oyunları vesaire Osmanlı 1913’te buralardaki haklarından vazgeçmiş. Son Osmanlı askeri 1915’te Katar’ı terk etmiş. 1916’da İngilizler resmen girmiş ülkeye. 1971’de İngiliz hâkimiyetinden ayrılan Katar, bağımsız bir devlet olmuş. Emir Hamad bin Halife Sani, babasını kansız bir darbe ile uzaklaştırdıktan sonra reformlarına başlamış. Bugün oğlu Tamim bin Hamad, ülkenin başında. Kişi başına düşen milli gelirle dünya şampiyonu! Kişi başı 130 bin dolar milli gelirle, dünyanın en zengin ülkesidir Katar. Katar, üniversiteleri, sağlık reformları, müzeleri ile dünyada ilk sıralarda yer alıyor. Dünyanın coğrafi ve tarihi merkezi sayılan güzel ülkemizde biz daha “Evrensel müzik opera, bizim müziğimiz değildir.” tartışmasını yapaduralım, 2012 yılında Giuseppe Verdi’nin klasik operası “Aida”, Katar amfi tiyatrosunda “Katar Filarmoni Orkestrası” eşliğinde 80 solist ve 35 oyuncu ile sahnelenmiş. Benim için sürprizler ülkesi oldu Katar.
Hayatımda ilk defa bir avcı şahin ellerime kondu. Ava gidemedim, mevsimi değilmiş ama bir 'şahin hastanesi' gördüm.
Bedevi zamanlardan kalma bu merak, Araplar tarafından çılgın bir tutku haline gelmiş. Şöyle ki; artık avlanacak kuş kalmadığı için Afganistan’a, Suriye’ye gidiyorlarmış. Avlanan kuş 'Houbara Bustard - Toy Kuşu' artık kalmamış çölde. Avlanması için güvercin salıyorlarmış ama işin hastaları ille de toy kuşu arıyormuş. Zengin şeyhler ava özel jetleriyle gidiyorlarmış. Bir seferinde zengin bir Arap, yolcu uçağında 80 adet bilet almış ve yolcularla beraber götürmüş şahinlerini. Hastalık o derece ileri ki: “Amerikalılar, Usama Bin Ladin’i güdümlü füze ile öldürecekler, Afganistan’a gitmeyin, yaklaşmayın” uyarılarını dahi dinlememişler. Zengin Arap şeyhlerinin Afganistan’da avda olduğunu öğrenen CIA son saniye füze düğmesine basmamış. “Suriye’ye sakın ava gitmeyin” uyarılarını da dinlemeyen şeyhler, özel jetleri ve yüz binlerce dolarlık şahinleriyle savaşın göbeğine Suriye’ye gitmişler. Tam 26 milyarder Arap, ki içlerinden sekizi, ülkenin başındaki El Sani ailesindenmiş, teröristler tarafından kaçırılarak 16 ay rehin tutulmuş. Pazarlıklar sonucu 1 milyar dolar karşılığında serbest bırakılmışlar. Tüm bunları da duyunca şahin hastanesini gördüğümde pek şaşırmadım doğrusu.
Mevsiminde olmadığımız için bir yarışmaya katılamadım ama zaten biraz acımasızmış bu iş. Hayvan hakları savunucuları, beni bir şahinin güvercini parçaladığı gibi parçalar sanırım.
Gündüz vakti yollar boş, çarşılarda kepenkler kapalı veya dükkanların önünde bezler var. “Acaba tatil gününe mi denk geldik?” derken karanlık basıp da hava biraz nefes alınacak hele gelince çarşılar canlandı. Fırsattan istifade ben de tüm günümü müthiş bir müzede geçirdim.
2008 yılında tamamlanan ve bir tasarım harikası olan İslam Eserleri Müzesi denizin üzerinde. Bir Türk firması tarafından, Türk inşaat malzemeleriyle inşa edilen binanın mimarı Amerikalı/Çinli mimar I.M Pei. Mimar o dönem 91 yaşındaymış ve emekliye ayrılmış olmasına rağmen bu proje onu çok heyecanlandırmış ve kabul etmiş. Pei şu anda 101 yaşında ve annemin tabiriyle dingir dingir! (canlı sıhhatli) Aylarca Arap ülkelerini gezen Pei, eski İslam mimarisi motiflerinden esinlenerek çizmiş binayı. Müzenin içindeki eşsiz Türk/Osmanlı eserleri dahil binlerce sanat eseri beş katlı binada sergilenmiş. Sanat eserleri bir yana, bir başyapıt olan binayı inceleseniz yeter zaten. Motifler, kubbeler, hilâller ve Osmanlı’dan esinlenilmiş kandillikler...
I.M. Pei, Paris’te bitmez tartışmalar yaratmış, Louvre Müzesi, cam piramitleriyle meşhur. Sanat dünyası, cam piramitleri sevenler ve sevmeyenler olarak ikiye ayrılmıştı ama ben, sevenler tarafında oldum her zaman.
Tabii ki, Osmanlı eserlerini görmek istedik hemen. Hastası olduğum İznik çinilerinden başlayıp, fermanlara, Fatih portresine doğru yöneldik ama büyük sürprizle karşılaştık yolda...
Altında fazla açıklaması olmayan tepeden tırnağa zırhlı 15. yüzyıl sonlarına ait bir Türk atlısı. Dikkatlice bakınca at zırhlarının plakaları üzerinde 'kayı boyu' işaretleri gördüm. Türkler, Orta Asya geleneklerine bağlı olarak atlarına insan muamelesi yaparlardı inancını ispatlarcasına at da tepeden tırnağa zırhlar içerisindeydi. Binanın üst katında meşhur Fransız ağabeyimiz Alain Ducasse’in bir lokantası var.
Sonraki durağımız ise Vakıf Çarşısı oldu. Çarşıda atmaca dükkânlarına, antikacılara girdik ve Arap Bedevileri ile fotoğraf çektirdik. Doha, bir sıcak günde bitmedi, bir daha uğrayacağız muhakkak. Kızmazsanız bir şahin avı belgeseli çekmek isterim doğrusu.
Paylaş