Paylaş
Gördüklerimi, yediklerimi, yaşadıklarımı sırasıyla anlatayım. Türk Hava Yolları 13.10 uçağı bizleri kuş gibi, 1 saat 20 dakikada Atina Eleftherios Venizelos hava alanına 13.35'de bıraktı. Venizelos adını biliyorsunuz ama hatırlatayım. 1864 Girit doğumlu-1936'da yaşama veda etmiş. Yunanistan’ın eski başbakanı. İngilizlerin kışkırtmasıyla 1920 yılında Türkiye ile sonunda fena halde kaybedeceği bir savaşa girmiş. Bükemediği bileğe saygı duymuş ve Atatürk’ün “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi doğrultusunda 29 Ekim 1930'da Türkiye'deki Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına bile katılmış. Atatürk’e 'Nobel Barış Ödülü' verilmesini teklif ettiği mektup şöyle biter:
Samimi barış arzusuyla dolu olduklarında en derin farklılıklara sahip halkların bile tekrar yakınlaşabileceklerini gösteren bu yeniden birbirimize yakınlaşma faaliyeti hem iki ülke için hem de Yakın Doğu'daki barışı sürdürmek için faydalı oldu. Barışı tesis etmek için yapılan bu paha biçilmez katkıyı gerçekleştiren kişi elbette, Türkiye Cumhuriyeti'nin Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa'dır. Bu yüzden, 1930 Yunanistan Hükümeti'nin lideri olarak, Yunan-Türk anlaşmasının imzalanmasının Yakın Doğu'nun barışa doğru yürüyüşünde yeni bir dönemi başlattığı şu zamanda, Mustafa Kemal Paşa'nın Nobel Barış Ödülü'ne sahip olmanın ayırt edici itibarıyla ödüllendirilmesini teklif etmekten onur duyarım.
Saygılarımla,
Elefthérios Kyriákou Venizélos
Atina Istanbul’dan bir saat geri. Athens Plaza oteline check-in ettik. Atina’nın tam merkezinde Syntagma meydanı köşesinde. Syntigma meydanı tam merkez, nitekim otelimizin önünden sık sık sokaklarda görmeye alışacağımız protesto yürüyüşleri bu meydanda son buluyor. Maaşlarına zam isteyen öğretmenler, düzen değişikliği isteyen komünistler ellerinde bayrak ve pankartları megafondan gelen cümleleri tek bir ağızdan tekrarlayan, muntazam ve taşkınlığa başvurmayan uzun kalabalık selleri. Syntigma, yani 'Anayasa Meydanı'nın bir tarafında şimdiki meclis binası aslında 19. asırdan kalma eski krallık sarayı. Yürüyüşler burada son buluyor. Monastraki, Plaka Kolonaki mahallelerine yakın, butikler, müzeler, kafeler ve lokantalarla dolu bu merkezde şık bir otel kalacağımız otel.
Şoförümüz Kostas müthiş bir adam ve tam üç gün ayrılmadı bizden, tüm randevularına erkenden geldi, leb demeden leblebiyi de anladı. Hakikaten anladı aynı kelime, leblebi de Yunanistan’a Türkiye’den ithal ediliyormuş zaten. Sarı leblebiyi seviyorlar. Sakın bana şimdi yine, “Yunanlılar bizden çalmış efendim” klişesi patlatmayın. 'Leblebü' kavrulmuş nohut demekmiş Farsça’da, yani bu teoriye bizde leblebiyi İran’dan, kahveyi Araplar’dan, baklavayı ve künefeyi de Suriye'den çalmış sayılmaz mıyız? Demeyin böyle şeyler, sonunda zararlı çıkarız. Kimse kimseden bir şey çalmamıştır. 500 senelik Osmanlı mutfak kültürü Hindistan’dan Viyana’ya kadar yayılmıştır o kadar. Sen süzme yoğurda 'Greek Yogurt' dedirtirsen o senin kronik tanıtım hastalığının sonucudur.
Kostas’ın VIP minibüsünün deri koltuklarına gömüldük ve ver elini Atina’nın lüks semti 'Gylifada'. 'To Elliniko' Atina’nın meşhur meze eviymiş. Dekor çok güzel, eski bakkaliyelere benziyor. Raflarda dekor mahiyetinde konserveler ve her çeşit uzo...
Mezeler tek tek masamıza akın etmeye başladı. Pek rakı içen biri değilim ama bu durumda iki tek için bir Midilli uzosu seçtim. Uzo Anadolu’ya ne kadar yakın, o kadar iyidir desem umarım kendini beğenmişlik olmaz. Aklıma İtalyan kadim dostum Ugo’nun lafı gelir hep. “I Turchi non possono mangiare male” “Türkler kötü yemek yiyemezler”. Mezeler kötüydü demiyorum, gayet de başarılıydı ama bizler yemek hususunda şımartılmış bir milletiz, bize yemek beğendirmek kolay değildir. Nitekim dekor çok güzeldi. Ertesi sabah rehberimiz, eski bir İstanbul Rumu olan Elsa Hanım, düzgün Türkçesi ile bizi lobide bekliyordu. İlk önce merkezdeki tarihi üçgen ile başladık.
Olypeion arkolojik alanında Zeus Tapınağı ile Atina kısa gezimize başladık. Antik Yunan çağının en büyük tapınağını ayakta kalan 15 sütundan gözünüzde canlandırmaya çalışıyorsunuz. Her biri 17 metre olan 104 sütunlu bir sütun ormanı düşünün. Zamanla mermer ocağı gibi kullanılmış, parçalanıp diğer yapılara inşaat malzemesi olmuş. Parçalar arasında conta vazifesi gören kurşun levhalar alınıp eritilmiş. MÖ 6. Yüzyılda yapımına başlanmış ancak 800 yıl sonra Roma devrinin gezginci imparatoru Adrian döneminde tamamlanmış. İçinde iki dev heykel varmış, Tanrıların Tanrısı Zeus ve yapıyı tamamlayan Adrian. Bugün bu heykeller yok. Akropolis’e bu kez gitmedik daha evvel iki kez ziyaret etmiştim ama ilerde sırf bir Akropolis gezisi yapmak isterim.
Üçüncü durak Atina Akademisi binası. Neo-klasik mimarinin çok şık örneklerinden. Atina Üniversitesi ve Milli Kütüphane ile bu güzel üçlünün mimarı, Danimarkalı Theophil Hansen. 1859 yılında yapımına başlanmış ancak 1885'de tamamlanmış. Tamamen Klasik Yunan mimarisi etkisi altındaki bina, neo-klasik mimaride dünyanın en güzellerinden sayılırmış. Girişinde sağlı sollu iki sütunda Apollo ve Athena heykelleri var. Athena zeka, sanat ve savaş stratejisi Tanrıçası. Savaş olduğu kadar getirdiği barışı da temsil eder. Apolon ise sarışın, yakışıklı bir abimizdir. Müziğin, sanatın, şiirin ve ateşin Tanrısıdır. Merdivenin girişini tutmuş oturan heykeller, Plato ve Sokrates. Plato; MÖ 420'ler ve 340'lar arası yaşamış. 110 yaşlarında ölmüş olması gerekir. Atina Akademisi kurucusudur. Sokrates’in talebesidir. Felsefe tarihi yazarıdır.
Sokrates: Tek cümlesi ile anlatayım ”Bildiğim tek şey vardır o da hiçbir şey bilmediğimdir”. Bizler de bunu bileydik ülkemiz ve dünyamız çok değişik olurdu demek isterim.
Haftaya devam edeceğiz gezimize ve lokantalarımıza. Daha çok işimiz var sevgili dostlar.
Paylaş