Paylaş
Aslında Catania’yı ve halkını çok seviyorum da, esas hastası olduğum 'Balık Pazarı'. Denize yakın eski Roma kemerlerinden gireceğiniz. 'Alonzo di Benedetto' meydanında. Çığırkanları, rengârenk balık ve insan yumağı ile müthiş bir manzara... Su geçiren ayakkabı, spor ayakkabısı, sandaletler, falan giymeyin sakın. Pantolon paçalarınız da uzun olmasın hatta varsa lastik çizme giymelisiniz.
En son gittiğimde gezici bir bando bile vardı. Herkes bir ağızdan şarkılar söylüyor, balıkçılar, madrabazlar (çığırtkanlar), kokular ve renkler sarmaş dolaştı İtalya’nın en büyük balık pazarında...
Sicilya lehçesi biraz değişik. 'Piscaria' yani balık pazarı, insanların sabahları toplanıp seyrine daldığı bir mekan. Çeşmenin önünde durdum, tam yanımda benim çeşmeye hayranlıkla baktığımı gören kravatlı, yelekli, göbekli ufak tefek bey amca anlatmaya başladı. Normal emekli bir memur vatandaşın şehri hakkındaki bilgisi ve onu iftihar ile dilini anlayan bir yabancıya anlatma heyecanı çok etkiledi beni. 'Amaneno Çeşmesi' Napoli’li maestro Tito Angelini tarafından 1867 yılında meşhur 'Carrara' mermerinden yapılmış. Carrara, Orta İtalya’nın batı kıyılarında Floransa’ya yakın mermer yatakları. Büyük deprem ve patlama sonrası, şehrin ortasından bir nehir peydah olmuş. Bu şeffaf su sonradan yapılan meydanın altından boydan boya geliyor ve tam bu çeşmede yeryüzüne çıkıyormuş. En üste 'Bereket Tanrısı', elindeki boynuzdan fışkıran su alttaki geniş çanağı dolduruyor. Yuvarlak çanağın yanlarından ince şeffaf bez gibi akıyor su. Yerli lehçede 'aqua a linzolu' (yatak çarşafı suyu). Çeşmeden çarşaf gibi aktığından mıdır yoksa eski zamanlarda kadınlar çamaşırlarını orada yıkıyorlardı ondan mıdır bilinmiyor ama 'çarşaf suyu' deniliyor.
Katanyaca çok değişik bir lehçe, aralarında konuştuklarının çoğunu anlamıyorum, ancak benle konuşurken düzeltiyorlar lisanlarını. Yaşlı amca şöyle devam etti. Efsaneye göre meydanın tam ortasındaki siyah lava taşından yapılmış fil heykelinin poposunu öpersen Sicilya lehçesini bülbül gibi konuşabilirmişim. Popo işini bir daha ki sefere bıraktık ve bir fincan sabah espressosu için meydandaki kafeye oturduk. Amca Fil Çeşmesi’ni anlattı. Çeşme tam belediye binasının karşısına yapılmış. Bu şehirlerde, bilhassa belediyeler tarihi binalarda yer alıyor. Nitekim 1735 yılından beri belediye binası burası ve belediye reisi de içeride oturuyor. Binanın mimarı Giovanni Battista Vacarini 1669 depremi yıkıntıları arasında dolaşırken tahminen Catania’nın Roma İmparatorluğu zamanlarından kalma bir siyah fil heykeli bulur. Heykeli temizler üzerine beyaz mermerden bir eğer yerleştirir. Yine Roma devirlerinden kalma Mısır’dan getirilmiş bir obelisk de başka bir yerde yıkıntılar arasından çıkartılır. Vacarini obeliski eğere yerleştirir ve bir daha bu tip felaketlere maruz kalınmasın diye bir de haç yerleştirir en tepesine.
Biraz sonra beklediğimi 'Il Bell’ Antonio' lokantası elemanları sökün ettiler. Bey amcadan izin istedim, kahveler hesabını ödememe izin vermedi, teşekkür ettim ve ayrıldık. Hemen çeşmenin yanından geniş basamaklarla alt meydana curcunaya daldık. Müthiş bir kargaşa: çığırtkanlar, trompetler, davullar ve dans edenler, alışveriş, hararetle pazarlık edenler, balık temizleyenler. Başparmak kalınlığında bir dilim kılıç balığı kestirdik. Balığın güzel formuna biraz üzüldüm. Daha belki dün gece Akdeniz’in bu mevsim soğuk sularında oynaşıyordu zavallı diye düşünmeden edemedim. Balık pazarını devam edince, kasaplara, peynircilere ve sebze tezgahlarına geliyorsunuz. Güzel bir patlıcan seçtik. Çeri domateslerden bir kutu ve bir demet de taze nane aldık. Lokantaya doğru barok süslü taş binalar arasında yola koyulduk.
Küp kesilmiş patlıcanlar fritözde kızarırken, yine küp kesilmiş kılıç balıkları az zeytinyağında, tavada pişmeye başladı. Çeri domatesler ortalarından ikiye ayrıldı ve ilave edildi. En kızgın zamanda yarım bardak beyaz şarap tavada flambé edildi (kısa bir sure alev aldı ki füme tadı versin). Kızarmış patlıcanlar ilave edildi ve kıyılmış taze nane eklendi. Paccheri (iri iki parmak boyunda ve eninde iri makarna) kaynar suya atıldı. Bir kadeh soğuk Sicilya beyazı yudumlarken Sandra bana lokantanın hikayesini anlatmaya başladı.
1900'lerin başında Bell Antonio (Güzel Antonio) çok zengin bir asilzadenin biricik oğlu. Altın gibi kalbi olmasına rağmen pek yakışıklı değil. Hiç bir zaman da bir kız arkadaşı olmamış. Hayatı boyunca tek hanım arkadaşları hayat kadınları olmuş. Babasını genç yaşta kaybedince bizim beyzade başlamış har vurup harman savurmaya.
Gel zaman git zaman, paralar suyunu çekince elde avuçta sadece şehrin merkezinde bir malikhane kalmış. Bu arada tüm hayat kadınları da arkadaşları. İnsanlar çok seviyor Bell Antonio’yu adeta şehrin maskotu, yemeklerini falan ikram ediyorlar parası hiç yok çünkü, hayat kadınları “Bell Antonio, gel şekerim biz üst katlarda çalışalım sende bize ortak ol, kazandığımız paranın bir kısmını kira olarak sana verelim” demişler. İşler öylesine iyi gidiyormuş ki kadınların yemek yapacak vakitleri bile yokmuş. Bell Antonio her İtalyan erkeği gibi, hatta biraz daha fazlası bir aşçı. Kadınlara yemek yapmaya başlamış ki, işe konsantre olsunlar. Tabiatı ile misafirperver bir Sicilyalı olan beyzademiz, müşterileri de buyur etmeye başlamış. İş öyle bir hale gelmiş ki alt kat lokanta oluvermiş. Bir süre sonra iyi yemeğe rağbet edenler öylesine çoğalmış ki, üst katlar boşalmış ve bizim Bell Antonio lokantacı oluvermiş.
Biz hikâyeyi dinlerken, hazırlanan “Paccheri al Pesce Spada” önümüze konuverdi. Bir kadeh de arkadaşım Marco de Grazia’nın mükemmel bayazı “Etna Bianco D.O.C” şarabından doldurdular kadehime. Bu güzel insanlara, güzel topraklara, azgın ve hâlâ canlı Etna yanardağına ve Bell Antonio’ya kadeh kaldırdım….
Ristorante Il Bell Antonio
Piazzetta Sebastiano Addamo
Telf: 095 715 3690 – 334 581 5356
info@ilbellantonio.it
Paylaş