Paylaş
“Ya susmalı ya da suskunluktan daha kıymetli bir söz söylemeli insan.” Pisagor, Sisam Adası, MÖ 570-495
“Ölümden korkmak anlamsızdır, çünkü yaşadığımız sürece ölüm yoktur, ölüm geldiğinde ise artık biz yokuz.” Epikür, Sisam Adası, MÖ 341-270 (Epikür hastasıyım)
Adalar gezi rehberim Piri Reis. Bayılıyorum okumaya. Oturuyorum güzel bir mekana, açıyorum önüme eski ve yeni Türkçesi ile Reis’in “Kitab-ı Bahriye”sini okumaya. Bu arada, “reis” kelimesi, eski zamanın, İspanyolca, Porkekizce, İtalyanca ve az biraz Arapça karışık, ortak denizci lisanı olan “Lingue Franca”dan gelen bir kelime. Buradaki “reis” kelimesi Porkekizce’de “reis”, yani “krallar” demek. İspanyolca’da ise “reyes”. Geminin veya gemilerin kaptanı bir şekilde geminin “kralı”. Gemi ise bu kralın ülkesi, kendi kanunları geçerli; idareci, hakim, hatta geminin doktoru, kısaca kralı. Şöyle söylüyor Piri Kral;
“Mezkûr cezire dağlu, ab u revanlu ve envâ’ı şikârı bol adadır” yani;
“Bu ada, dağlık, sulak ve her türlü avı bol bir adadır.
Ceylanların ellisi, altmışı bir arada, sürü halinde gezerler. Çevresi seksenbeş mil kadardır. O kadar iri ağaçları olur ki, değme gemilere ömürlük direk olur. Rodos’un fethinden önce, Rodos Adası’nın kâfir gemileri ve kadırgaları gelerek, Ahırlı Limanı’nda birçok gün yatarak, ağaç keserler ve tahta kaçırırlardı.
Hakikaten Sisam Adası, diğer Yunan Adaları’na hiç benzemiyor. Yeşillikler, ağaçlar ve akarsuları ile Anadolu’dan koptuğu belli oluyor. Bulut tutan yemyeşil yüksek dağları ile bol yağmurlu, serin bir ada. Şimdilerde ise İsveçli ceylanlar beşer, altışar bir arada dolanıyorlar. Reis devam ediyor: Şimdiki halde, (1510-1522 yılları arası olmalı) Anadolu ve İstanköy halkı, tüfekleri ile gelir ve bir-iki ay bu adada avlanır ve pek çok “ceylan pastırması” elde ederler. Sonra da bunları götürüp satarlardı.
Ceylan pastırması olmasa da birkaç lokantada güzel et yemekleri yedik. Deniz kenarındaki Meltemi Restoran’da ters köşe; “pepper steak” (biberli biftek) Deniz mahsulü değil ama tavsiye edilir. Dikkat; orta az pişmiş istediğim halde ki, genelde biberli biftekte, dışı kıtır pişmiş ve ortası kan kırmızı olmalı, “Türkiye’den geldiğiniz için çok pişirdik” dedi garson. Bizimkiler geri gönderiyor imiş, “pişmemiş bu et” diye. Meltemi, adanın kuzeyindeki minik turistik kasaba Kokkari’nin çakıl sahilinde.
Sisam’ın muscat (misket) üzümünden elde edilen yarı tatlı şarapları çok meşhur olsa da maalesef damağımıza uygun bir şarap bulamadık. Pek rakıcı değilimdir ancak bu adanın “Frantzescos Ouzo”suna gönüllü transfer olduk. İçimi yağ gibi. Benim rakı maceram ise, sadece ufak bir-iki tek ve ana yemekle beraber kesinlikle değil.
Rehberimiz Serdar Çelenk ile Poseidon Restoran’da, gene et yemekleri önümüzde.. Arpacık soğanlı dana güveç yiyoruz Kokkari (arpacık soğanı) sahilinde… Uyaroğlu.. “Kokkari”, Anadolu’daki arpacık soğanı anlamındaki “kokarcık” kelimesinden türemiş, dediler.
Palaiokastro (eski kale) kasabasına uğramanız için iyi bir sebep var. Eski Kale, adını tahmini 7-8. yüzyıl minik Bizans kalesinden almış. Triantafillo’yı eski bir Istanbul Rum kadını ismi olarak hatırladım; “karanfil” demek. “Aaa ne güzel isim, Karanfil Lokantası” dedim. Rehberimiz Serdar Bey, çatpat Rumca biliyor, “Sanmam hiç duymadım” dedi. Az sonra, “Aşk olsun Ayhan Bey, haklısınız Karanfil Çiçeği demek imiş” diye çıkageldi. Yemekleri enteresan bulunca, her nedense aşçının tipini de merak ederim. Minik mutfağa doğru yöneldim. Şef, oksijen sarısı uzun saçları, çiçekli Hawai gömleği ve minik mutfağa sığmayan cüssesi ile kan ter içerisinde çalışıyor. “Karidesli papalina” (soğanlı minik balık ve karides tava) tavsiye edilir. Yan masalardan, “Afiyet olsun Ayhan Bey” nidaları ile yemeğimizi bitirdik. Müşterilerin çoğu Türkiye’den.
Türkler için “kapıdan vizeye” pek fazla rağbet etmeyin, formalitesi çok imiş. Gidiniz paşa paşa konsolosluğa, vizenizi alınız. Kuşadası’ndan ‘Meander Turizm’in feribotları her sabah saat 09.00 civarı kalkıyor ve sadece 1 saat 15 dakikada, sizi başka bir dünyaya taşıyor. Gürültü yok, dumtıs müzik yok, mırıl mırıl dalga sesi var, sokaklarda, plajlarda, yerlerde çöp, pet şişe vs yok, korna çalan yok, (dar yolda beni bekleyen minibüsümüzün arkasında sıralanan 4 araçtan kimse “dat daat” diye kornaya basmadı, çok utandım ve defalarca özür diledim. Lokantalarda kazıklanma korkusu da yok.
Kılıç Ali Paşa’nın, doğum yeri olan Güney İtalya’daki Kalabriya’nın “Le Castella” köyündeki heykeli.
1475 yılında donanması ile Istanbul’a dönmekte olan İtalyan asıllı Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa’nın gemileri, fırtınaya tutulur. Tıpkı benim başıma geldiği gibi; 27 sene evvel yelkenlim “Atılgan” ile kuzeye tırmanırken sert havada Dilek Boğazı’ndan geçme yanlışını yaptım. Kuzeyden güneye dar ve kıvrımlı boğaz, baca gibi rüzgar çekiyor. Tüm yelkenlerimi fırtına pozisyonuna getirdiğim halde bir türlü tırmanamıyorum. Motoru da takviye etmeme rağmen, kuzeye rüzgar üstü orsa yol alamıyorum, dik yamaçları olan Türkiye sahilleri tehlikeli, yani doğuya da değil, sadece kuzeybatıya Pythagorion (Pisagor) şehrine gidebildik. Minik limanına zar zor sığınabildim. Kılıç Ali Reis de aynı şekilde bu adaya sığınmak zorunda kalmış. Ancak ada, o yıllarda ıssız ve Piri Reis’in bahsettiği gibi, ceylanları, akarsuları ve uzun ağaçları ile yemyeşil, bol avlı bir kara parçası. Veba salgını ve arkasından meydana gelen büyük bir depremden sonra Cenovalılar’ın yardımı ile tüm ada halkı, diğer adalara ve Anadolu’ya göç etmişler meğerse.
Kılıç Ali Reis hayran kaldığı bu adayı, Sultan Süleyman’a anlatmış, eh Sultan da durur mu? Bu adayı Kılıç Ali Paşa’ya bahşetmiş. Paşa ise adaya diğer adalardan ve Anadolu’dan Rumları, çok avantajlı imtiyazlar ile geri göç ettirmiş. Müslümanları bu adaya yerleştirmemiş. Bu nedenle “Vourlaki” Vourla (Urla) köyü, Mytilini (Midilli) köyü gibi yerleşim yerleri mevcut. İstanbul’daki Kılıç Ali Paşa Külliyesi’nin bu adanın vergi gelirleri ile yapıldığı söylenir. Tarihçi Hammer’e göre, 87 yaşındaki Kılıç Ali Paşa, cariyesinin koynunda can vermiş. Hiç çocuğu olmamış, tüm varlığı ve 500.000 altın, hazineye devrolmuş.
Paylaş