Paylaş
Burası biraz Avusturya biraz İsviçre biraz da İsveç karışımı bir doğa harikasıydı. Bilirsiniz yabancılar doğalarına ne kadar özen gösterir. Birçok kez bunu yazmıştım. Çünkü bu güzelliklerin yeri doldurulamaz. Bizim yaşam enerjimiz, toprağımız, vatanımız... Ne kadar şanslıyız ki bu güzel ve verimli topraklarda yaşarken bir de kafanızı yukarı kaldırdığınızda “Eyvah!” diyecek kadar çirkin bir manzara ve hâlâ daha da çirkinleşmeye devam ediyor. Neden bizler görüyoruz da görmesi gerekenler göremiyor!
Yazı ayrı, kışı ayrı güzellikte doğayla yaşamı seven herkes için burası son derece çekici bir cennet. Ekolojik olarak harika imkânları olan bir nimet ama kıymetini bilene!
Her hafta sonu burada muhteşem Sapanca Gölü ve orman manzaralı mekânlarda şömine başında kahve keyfi yapmak ömre bedeldi. Hâlâ da öyle aslında ama büyük bir fark var. Bir kere betonlaşmaya yol açan etkenlerin en büyük nedeni Arap turistlerin bölgeye akın etmesi ve gayrimenkul talepleri...
Özellikle yazın Türkler gibi Araplar da kendi aldıkları villalarda vakit geçirmek üzere bölgeye geliyor.
Sapanca'nın biraz yüksek nahiyelerinden olan Dibektaş ve üstlerinde orman ağaçlarının yerine süper lüks villalar bölgenin her yerinden görünüyor.
Belki villaların yakını veya içinden çok güzel inşa edilmiş ve muhteşem manzaralı olabilir ama göl seviyesinden bakan herkes harikulade doğa içinde öbek öbek yerleştirilmiş çirkin betonlara büyük bir acı ile bakacaktır.
Zira panoramik fotoğraf çeken duyarlı her fotoğrafçı güzelim ormanları yakalamışken aniden karşısına çıkan çirkin inşaat alanını gördüğünde deklanşörden elini çeker ve elini çenesine koyarak düşünmeye başlar.
Çünkü hem görüntü hem de bölgenin ekolojik yapısına büyük zarar verdiği muhakkak. Halbuki oradan gelen doğanın armağanları ile yaşayıp mutlu olurken, kazanç uğruna orman ve ağaçların olduğu bölgelere nasıl imar verildiği insanı hayrete düşürüyor.
Bunlar Sapanca'nın sırtları artık eskisine göre daha ışıklı. Eskiden gökyüzünün tüm güzel ışıkları ormanın üzerinde yansır, Samanyolu'nu seyrederek dinlenirdik.
"Bizler İstanbul’da yaşarken küçük bir ağaç ve kuru bir dal altı bulup serinlemeye çalışırken burada doğal servet onca zenginliğiyle duruyor" demek isterdim ama ne yazık ki beton yığınına doğru bir kaymaya tanık oluyoruz.
Eğer gözünüz, kalbiniz ve beyniniz kaldırıyorsa şu resimlerdeki katliama bakar mısınız? Canlı ve verimli toprakların yerine, fındık bahçeleri yok edilerek lüks villa siteler yapılmış ve yapılmaya devam ediyor.
Birkaç gazete haberi çıktı ama bir hassasiyet oldu mu? Bu ormanları imara açanlara gerekçeleri soruldu mu? Ya müteahhitler bu alanlara nasıl kıydılar? Çocuklarının, torunlarının besleneceği, yürüyüş yapacağı, etinden suyundan yararlanacağı, belki de organik tarım yapılan bu güzelim arazileri çirkin sitelere dönüştürürken beslendiğiniz gıdaların kökenini hiç mi düşünmezsiniz?
Her şey para mı bu dünyada? İlla bir şeyler yıkıp mı kazanmalı? Yıkmasına yıkın ama eğer işe yaramaz ve üretime dönecekse! Halbuki burada tam tersine bir mekanizma kafası çalışıyor. Üretimi yıkalım, kazançlar elde edelim. Peki kazanç olmuş mudur? Bilemem ama çok aşağılardan gördüğüm kadarıyla, pek yaşam alanı yok.
Ha denecek ki sizin oturduğunuz siteler belki de meyve bahçesinden yıkma. Doğrudur. Zaten yıkılmış, bitmiş olay. Ama hala çevremizde meyve yetiştiriyoruz çok şükür. Bundan sonrasına bakalım hiç olmazsa. Ormanlık alanlarımızı kelleştirmek yerine çoğaltsak her bir plaket yerine gençlerin yaptığı gibi bir fidan dikilse daha hoş olmaz mı?
Eğitimli, pırıl pırıl geleceğimiz gençlerimiz var bizim. Toprağına, ormanına, bitkisine sahip çıkan. Ağaçları arttırmak için proje üreten gurur duyacağımız gençler, size güveniyoruz. Ne yazık ki bizler iyi bakamadık, koruyamadık. Sizlere daha yeşil, daha temiz ve üretken bir doğa bırakmalıydı, yapamadık. Burada herkesin suçu var!
Paylaş