Paylaş
Doğanın kokusu azaldıkça yaşam da kısalacaktı. Bu durumda belki bu gri İstanbul gününden parlak güneşli ve bol ışıklı doğaya koşmak beklentisindendi. Biliyordum ki o güzelim coğrafyalar gitgide kirleniyordu.Sıradan bir hafta sonu yaşamak yerine benim için çok geçmişte kalmış ve öyle hatırlamak istediğim Bodrum’u belki de son kez görüşüm olacaktı.Kısa süreli doğaya kaçışlar hep güzeldir. Ama böylesi aniden olunca hayallere dönülür önce. Geçmişte yaşanmışlıklar, gençliğimizin Bodrum günleri ve eski unutulmayan heyecanlar.
En son hatırladığım Portakal bahçelerindeki gırgır şamata ile yaptığımız piknik ve hep aklımdaki şakalarımız….Anılara dalınca uçağa nasıl binip nasıl geldiğimi bile anlamadan varmıştım.Umarım güzel bir rüya olacaktı.Akşam, doğruca merkeze gittim. Her yer ışıl ışıl, yüzlerce kafe restoran dolu, insanlar sokaklarda ve tarif edilmez bir kalabalık. Meğer tekne yarışları varmış. Ekstra kalabalığın bir sebebi de buymuş. Öyle dediler.
Gecenin loş ışığında gördüğüm hoş değildi, ara sokaklar dahi araba park yerleri olmuş. Eskiden bu sokaklarda gecenin alacakaranlığında yürürken kendi ayak seslerimizi duyardık. Şimdi hiç öyle olmadı, başka bilinmeyen sesler de çıkmış.Ve Bodrum merkez ne kadar da büyümüş. Gümlet yokuşuna çıkarken yukarıdan merkezdeki ışıklara bakakaldım. Zaten gözü öyle alıyor ki, Geceyarısı olmasına rağmen sanki hep davetkâr, uyumayan bir sevgili gibi.
İyi bir uyku sonrası, mis gibi portakal ağacı kokusu burnumda kış güneşi ile konuşarak yaptığım Pazar kahvaltısı bu çılgınlığa değmişti. Ne bir ses ne gürültü sadece kuş ve rüzgârın sesi ile çevrilmişken o kahvaltının bitmesini hiç istemedim. Tüm bağımlılıkları bir ara vermiştim. Televizyon, telefon ve bilgisayar kapalı bir dünyada yaşamakla, yaşamamak arası bir yerdeyim. Ama güzel nefes alıyorum, aldıkça o nefis kokular ciğerimin en derinine gittikçe hayaller de yükseliyor. Ortada ne ego, ne kimlik ne de ötekiler. Tüm sorunlar kaybolmuş, hafiflemiş bir dünyada kendinizi bırakmışsınız gibi.
Gerçekten bir rüya da mıydım?
Tam da bırakmışken inanılmaz bir yağmur ile bahçeden otelin içine kaçmak zorunda kaldım. 5 metrelik kısa mesafede bile sırılsıklam olmuşum. Tam kendimi kuruturken yine güneş göründü tepede. Tam da kış güneşinde Gümbet sahilinde yürümek için acele ederken bu kez öyle bir fırtına ki ağaçlar neredeyse yerinden kopacak. Aniden gelen soğuğun etkisiyle otel sahibi şömineyi yaktı ve bana kahve ikram etti.
Saçım da epey kurumuşken bir yandan tekrar güneşi bekliyorum bir yandan da şömineden gelen odun ateşinin cızırtılı sesi ve görüntüsüyle yeni hayallere dalıyorum. Önümdeki büyük ekranda televizyon açık, haber kanalı ve yine savaş, şehit haberleri… İşte ne hayal ne umut kalıyor o zaman. Keşke bütün bunlar gerçek değil de kötü bir kâbus olsa diyorum ama değil. Yine cenaze görüntüleri.. Kahvem bitmişken her şeye rağmen dışarı atıyorum kendimi. Ne olursa olsun bu kokuyu kaçırmak istemiyorum. Çünkü İstanbul’a döndüğümde çok özleyeceğim biliyorum.
Gümbet sahilinde yağmurluğumla yürürken bu kez bir sıcak basıyor, terlemeye başlıyorum. Bodrum güneşi beni sevmiş olmalı ki peşimi bırakmadı bugün. Önümde arkamda hatta her zamankinden biraz daha fazla ısıtarak..Onunla dertleşerek yürüyüşe devam ediyorum. Ayakkabım çamur içinde. Ama olsun!Eskiden bu yürüdüğüm sahil kenarı bataklıktı diye biliyorum. Ya da tarlaydı. Her yer portakal bahçesiydi. Limon, portakal, nar toplardık. Oh mis gibi meyve kokardı. Şimdi ben nerede olduğumu bile tam anımsayamadım. Bu beton yığınını gördükçe sanki burası benim bildiğim Bodrum değil!Yukarıda Yel Değirmenleri vardı. Gümbet yokuşunun tam ucunda. Oraya çıkardık. Hatta kuyular vardı, suyumuzu içer biraz soluklanırdık. Tepede otururken seyrederdik ve ne hayaller kurardık çocuk aklımızla…
Çekirdek de çıtlatırdık tabii ama asla yere atmazdık. Mutlaka birimiz çöp torbası taşırdı. En yakında çöp kutusuna giderdi çöpler. Şimdi bakıyorum. Kumlar, plaj ve bahçeler kışın kapalı diye temizlenmemiştir diye umuyorum. Ama insan nasıl kıyar bu güzelim plaja çöp atmaya! Bunlara bakıp hayıflanmaktan havanın soğuduğunu bile anlamadım, yine rüzgâr çıkmıştı. Adımlarımı hızlandırsam da sırılsıklam olmaktan kurtulamadım. Otele titreyerek geri döndüğümde halime acıyarak “ sizi uyarmıştık ama dinlemediniz” dediler haklı olarak. Oysaki bütün bunları ben göze almıştım. Hep güneş olacak değil ya biz her mevsimi yaşıyoruz.
Gümbet yokuşundan dolmuş ile Bodruma giderken bir zamanlar tarla olan betonlara üzülerek bakıyorum. İyi ki diyorum eski halini biliyorum.Dışarıda sıcaklık hızla düşüyor, yağmurun da şiddeti arttı.Çok şükür ki hala portakal kokusu geliyor, derinden de olsa.Ama ya yarın ne olacak? Bu betonlaşma, bu çöpler konusunu ne yapacağız?Güzelim Bodrum anılarımdaki gibi şimdilik ama, sadece gözümü hafifçe kapadığımda!
Paylaş