Paylaş
Hava buz gibi. Sanırım sıfırın altında 10 veya 20’lerde olabilir. Bunu nereden anlıyorum. Burnumu ve parmaklarımın ucunu hissetmiyorsam muhakkak en az eksi 10 civarı bir sıcaklık var. Ama hava öyle temiz ve berrak ki… Üzerimde illa ki kalın şeyler olmasa da üşümüyorum. Neden üşeyim ki, gecenin karanlığını mekânların içinden gelen ateşlerin alevi aydınlatarak içimi ısıtıyor. İçim cayır cayır. O odun çıtırtıları kulağımı romantik bir beste gibi tırmalıyor ve beni ipnotize ediyorken üstelik gökyüzünü ay bu kadar sarmışken nasıl çok soğuk hissedebilirim. Dişlerimin birbirine vurmasına engel olamazsam da içim beyaz ve parlak bir umutla dolu. Kalbimin atışı kulaklarımda. Heyecanımın nedenini ilk başta çözemiyorum. Sık yaşadığım bir duygu değil oysaki. Ama içim kıpır kıpır. Gözlerimin yansıttığı ışık demiri bile keser. Aklım başka yerlerde… Hep güzellikler aklıma geliyor. Ve bunun için şükrediyorum. Vücudum direk misali her zamankinden daha fazla dik. Elimde Çin malı bir şemsiye, duruyorum.
Uzun zamandır Münih’te yaşayan ve bir dünya vatandaşı olan Alman arkadaşımın beni karşılamasını bekliyorum. Uçaktan indikten sonra yer altı treni ile hareket edip Münih merkez tren istasyonunda buluşacaktık. Hava erken kararmış olması nedeniyle şaşkınlıktan etraftakileri tanıyamıyorum. Ve onu da göremiyorum. Hayret, ilk defa böyle bir nedensiz gecikme oldu. Nerede kaldı bu adam diye endişelenerek telefonuma baktığımda fark ettim ki birçok mesaj atmış. Ne telefonunu duydum ne mesajlarını. Uçakta telefonunu sessize almıştım, öylece kalmış. Hay Allah, ben yanlış yerde bekliyormuşum. Tabii ya nasıl anlayamadım bir terslik var diye. O beni hiç bekletmezdi.
Meğer başka bir yerde sözleşmişiz. Ben değişimi atlamışım. Olsun. Taksi ile hemen doğru buluşma yerine vardım. Habelt ile Münih ana merkezdeki Katedral önünde buluştuğumuzda gecenin derin karanlığı ve buzundan sonra hafif ışıltılı romantik bir şöminenin verdiği ısı gibi yanaklarım kızarmıştı. Bu ani ısınma hoş ortamın verdiği ateşten ziyade sevdiğin bir arkadaşın samimi kucaklaşmasındandı. Nasıl da özlemişim gerçek bir sarılmanın verdiği sıcaklığı…
Yüzüm normale dönerken, akşam yemeği öncesi her sene kasım ayının son haftası kurulan yılbaşı pazarına uğradık. Bu pazaryerlerine bayılıyorum. Her sene olduğu gibi yine pırıl pırıl, canlı, sanat ve yeme içme odaklı bir pazaryeri kurulmuş. Her biri büyük katedralin çevresinde olan bu küçük dükkânlarda hediyelik eşya yanında Münih şehrine özel el sanatları, ev yapımı çoğu Türk aşçılardan çıkmışa benzeyen yemekler ve daha neler neler…
Sunum ise, ürünlerden çok daha özenli. Çamlar, yeşillikler, ahşap nesneler, özel yılbaşı süsleri, Noel baba dekorlarıyla süslenmiş küçük şirin dükkânları erken kararan havanın temizliği ve berraklığı desteklemekte. Bir de sarı ışık veren gece lambaları sokakları romantik bir şekilde aydınlattığında o küçük satıcıların tezgâhları nasıl da göze hoş görünüyor. Farklı bir gizem barındıran bu atmosfer ile özenle süslenmiş dükkânlara ipnotize olmuş bir şekilde çekiliyorsunuz. Bavyera bölgesinin başkenti olan şehirde hele böylesi özel günlerde halk yöresel kıyafetleriyle tezgâhta durunca alışveriş anı daha da keyifli oluyor. Yanakları pembeleşmiş sarı saçlarının yüzlerine düştüğü güzel alman kızlar ile muhabbet ederken bir de bakmışsınız o keyifli ve güler yüzlü ortamda kontrolsüzce bir şeyler almışsınız. İhtiyaç olmasa da olsun, keyfi yeter.
Bu arada nefis tarçın, kestane, çikolata kokuları karışık mis gibi temiz havayı iyice içime çekiyorum. Bir çeşit sarhoşluk hali bedenimde, yeni hayallerim kafamda Habelt ile yürüyoruz. Adımlar yavaş, emin ve kendine güvenli… Tabii ki domuz etli sandviç, Almanların gözdesi. Hamburger, patates ve bira olmazsa olmaz. Ağız dolusu kahkaha ise mutlaka var. Bu ortamda yenilip içilirse soğuk hiç hissedilir mi? Bir de bunda alman Noel müziklerinin de etkisi büyük. Fazla rahatsız etmeyecek kadar ses var ancak kulağa hoş gelen, dinledikçe sıcaklık veren güzellikte…
Ah, arada sıra dışı aktiviteler de olabilir. Krep ve Kahve benim favori ikilim oradayken yine bol bol aynısını yaptım. Kahve derken “chai tea latte” en önde gelir. Olmadı filtre kahve ama az yağlı sütten olacak.
Bu arada gerek Münih’te gerekse herhangi bir Avrupa şehrinde izlediğim bir detay var. En büyük ve en kalabalık alışveriş yerlerinden birisi kitap dükkânları. Hediye seçiminde de en ön sırada olması muhtemel. Nasıl da güzel bir yılbaşı dekoru yapmışlar. Eksi 10’larda burnunuzun ucu donmuşken dışarıdan çok çekici görünüp insanların yoğunluğu olan bir mekân görürseniz kitapçı olma ihtimali yüksek. İnanılmaz bir ortam ve de çok saygıya değer. İnsanlar koltuklara oturarak, şömine yanında veya elinde kahve kitaplara bakıyor. İnceliyor, dokunuyor veya iyice okuyor. Sonrasında da en azından bir tanesini satın alıyor. Ortam renkli, ışıklı ve her şeyden önemlisi mis gibi kitap ve kahve kokusu mest ediyor. Tabii sadece kitap değil yanında kitap aksesuarları, dergiler, kartpostallar da var. Araya şarap kokusu da giriyor bazen. Çünkü o mağazada insanlar keyifli, bir elinde kitap bir elinde içecekleri ile hayal yolculuğuna geçiyor. Hayaller arasında kayarken kimse kimseyi tanımaması doğal. Artık başka bir boyutta dünyaları var. Ki o dünyada sadece kahramanlar ve hikâyeler akıyor.
Hele çocuklara ne demeli. Küçük yaştan kitap karıştırmaya yönlendiren bir kültür. Çünkü anne babası öyle yapıyor. Kitaplarda çocuklara göre tasarlanmış. Renkli, eğlenceli ve eğitici. Oyun gibi kitapla iletişim halindeler. Asla sıkıcı ve bunaltıcı değil. Baskı ise hiç yok ama onun yerine bol bol eğlenerek öğrenme var. Ya bizim çocuklar. Kitap yerine ellerde ya tablet ya da top. Oyun ise sadece tablet içindeki programlarda. İster istemez dünya büyüyeceğine küçülüyor. Anne babalar ise geç kalmış olmanın pişmanlığı ile çaresiz.
Münih’te bir tipik bir kitap satış yeri. Mağaza denilmez, neredeyse bizdeki AVM büyüklüğünde. Kendi başına kitap alışveriş merkezi. Özellikle yılbaşı hediyelerinde kitabın başı çektiğine bir kez daha tanık oluyorum ve garip bir hüzün doluyorum. Ben kitap üzerine olan bu hareketliliği izlemeye bayılıyorum. Belki de kendi ülkemde çok fazla göremediğimden. İşte bu en kalabalık mağazadan çıkarken gözüm arkada kalıyor ve düşünüyorum. “Keşke daha çok kitap okuyabilseydik kafaya takılan meseleler nasıl hızla çözülürdü.” Bu soğuk Münih akşamında bir yandan eğlenirken bir yandan da kendimi alamadığım düşünceler geçiyor kafamdan… “Daha çok kitap okusaydık daha huzurlu olur muyduk?” İşte Münih ya da Viyana, Londra veya Stockholm. Şehirlerin en kalabalık ve en büyük dükkânları kitap mağazaları. Ne hoş değil mi?
Bavyera’nın bu nezih başkentindeki ara sokaklarında Habelt ile yürümeye devam ediyoruz. Yürüdükçe, gördükçe ve öğrendikçe ısınıyorum. Dışarıdaki halk benim kadar üşümüyorcasına neredeyse kısa kollu tişört ile ve şortlu. Birimizde bir aykırılık var ama çözemiyorum. Hemen hemen her köşe başında küçük tahta ve ışıklandırılmış çatısıyla yılbaşı stantları kurulmuş. Baktıkça gözüm kamaşıyor, ancak bir müddet sonra sergideki geniş bira kazanını ve krepleri görmeye başlıyorum. Kahkaha atarak elinde bira sokakta eğlenen halkı görmek dahi bana çakır keyif olmuşum gibi bir his veriyor. Zira kokular havada dağıldıkça çevredekiler de nasipleniyor. Enerjimin yükselmesinin haklı sebepleri var.
Münih eski şehir içinde dolaşırken kim bilir kaç tane dev ışıklı çam ağacı gördüm. Her birinde sanki başka bir taraftayız edasıyla poz verdik. Hiç sorunumuz yokmuş gibi kayıtsızca ve umursuzca.. Kapılar, pencere pervazları süslü evlerin lokantaların önünden geçerken çevrenin kalabalıklığı vardı ama ne ses ne de aşırı gürültü. Sadece objeler görüyorum etrafımda ama tek kendim varım bu ışıklı ortamda. Kulağımda Frank Sinatra müziği yumuşakça çalarken etrafımdaki görüntünün kayboluşunu seyretmeye dalmıştım. Yavaş yavaş herkes çekiliyordu. Havadaki gri bulutlarda aşağıya iniyordu sanki neyseki karanlıkta değildim.
Isınmış ve enerjim daha da yükselmişti. Tüm yorgunlukların ve umutsuzlukların yerini neşe ve ümit kaplayarak Habelt’in kolunda yürümeye devam ediyordum.
Bu berrak ortamda yeni doğmuş bir çocuk gibi bakınırken sessizlik bozuldu.
“Arzu, Orlando lokantasına giriyoruz. İyi misin, beni duyuyor musun?
İstemesem de kendime geldim, Habelt şaşkınlıkla bana bakıyordu.
“İyiyim dedim bir şeyim yok hadi girelim çok acıktım.”
Münih’te bir yıl sonu gecesi böyle başladı ve bir Bavyera lokantasında devam etti.
Paylaş