Paylaş
Moda, İstanbul’un en nadide köşelerinden. Bu ülkenin yetiştirdiği gerçek sanatçı, bilim insanı, entelektüel, yazar ve fikir insanlarının nefeslerinin hissedildiği, nice eserlerin üretildiği bir yaratım merkezi. Her çeşit duyguların en yüksek zirvesi. Sanat kokan bir semt. Neredeyse içinizde saklanmış ayırt edici duyguları çıkartan bir merkez. Şahsım için ise her adımında yaşamın anlamını hatırlattığı bir güzellik Moda… Bu bölge ve sanatçı kavramı o kadar uyum içindeki burada yaşayıp da ne olursa olsun bir kültür bırakmamak mümkün mü? İşte Moda, işte bunlardan biri Barış Manço Müzesi…
Müzenin adresi belli… Son derece kolaylıkla bulunuyor zaten Kadıköy Bahariye Caddesi’nden Moda’ya doğru yürürken ayaklar yolu biliyor. Zaten kime sorsanız bilir. ‘Barış Manço Moda 81300’ bu çevreye gelip de müzeyi görmeden dönmek olmaz. Zaten yakınlardaysanız Kadıköy Belediyesi’nin restore ettirip, işlettiği müze öyle fark ediliyor ki… Çevresindeki belli ki önceden özel bir tarihi olan bölge epey bir dönüşüme girmiş ve bu yenilenmiş eski köşk o apartmanların arasında çok uzaktan kendini belli ediyor. Kırmızı-Beyaz boyalı, önünde küçük bahçesi, bahçesinde büyük domates biber patlıcan figürleriyle donatılmış, üç katlı ve dışarıdan bir sanatçıya ait olduğu o kadar belli ki… İçeriye girildiğinde ise zaten farklılıklar kendini tamamıyla gösteriyor. Keşke daha çok vaktim olsaydı, maalesef ben bir pazartesi günü 16.30’da yetişebildim ve saat 17.00 itibarıyla kapatılıyormuş.
Olsun, buna da şükür diyerek hızlıca katlara göz atıyorum. Giriş katı biletleme ve danışma bölümünün yanı sıra solda antika bir masa ve şifonyer takımının olduğu bir oda, sağda ise özel tasarlandığı anlaşılan antika parçalarla donatılmış bir salon yer almakta ve değerli sanatçının birebir olduğunu tahmin ettiğim ve öyle gerçek bakan bir heykeli var ki, etkilenmemek mümkün değil. Sanki size hoş geldiniz diyor piyanosunun başında. Kendine has gülümsemesi ve sıcaklığıyla “Buyrun” der gibi…
Ah diyorum, keşke çocukluğumuzda programa katılma şansımız olsaydı. Bizlerin olmadı ama eminin okuyuculardan katılmış olanlar vardır? Müzenin giriş katında ilgimi çekenler elbette her biri tek olduğunu tahmin ettiğim özel antika parçalar. Titizlikle seçilmiş ve temiz bir şekilde sunulan avizeler, perdeler, ayna ve mobilyalar. Her biri köşkün atmosferini bütünleştiriyor ve ışık yayıyor.
Aydınlatma sistemi de genel tarza uygun olarak ayarlanmış görünüyor. Bir üst katta sahne veya günlük kostüm ve kıyafetler bölümü var. Camlı dolaplar içinde korunarak sergileniyor. Aynı katta yatak odaları dekore edilmiş. Misafir yatak odası ve kendi yatak odalarında da Fransız ekolünde tasarlanmış ve özel imal edilmiş olduğu belirtilmekte. Bu gibi eski köşklerde yüksek duvar ve perde tasarımları beni her zaman çok etkilemiştir. Yine Fransız stili olduğunu tahmin ettiğim perde dekor ve tasarımları müzenin her penceresinde kendini gösteriyor.
Ve üst katta sanatçı ve ailesinin kullandığı oda ve bölümler var. Doğukan ve Batıkan’ın odaları... Barış Manço’nun kullandığı takıların sergilendiği oda. Herkesin bildiği gibi özel tasarlanmış yüzük, tarzına uygun kolyeler takardı ve adeta kendi müzik ve felsefesiyle bütünleşmiş bir giyim stili vardı. Bunlar da koruma altında sergileniyor. Çatı odasında topladığı antika parçalarla birlikte çıkardığı plak, CD, kasetler, eski fotoğraflar var.Tam bitti galiba derken bodrum kattaki odaları az kalsın görmeden ayrılacaktım. Bodrum bölümünde ‘şövalye odası’ tasarlanmış. Evin eski sahiplerince kiler olarak kullanılan oda sanatçıya Belçika Kraliyeti’nin 1992’de verdiği Şövalye unvanındaki amblemden camlara ve kapı kanatlarına vitray çalışılmış. Oda tarzına uygun olarak döşenmiş ve sanatçı burada yaşarken bu odayı çalışma odası olarak kullanmış. Çalışma masasında sanatçının heykelinin yanı sıra resim yaparken kullandığı kendisine ait boyalar da sergilenmekte… Ve son olarak kış bahçesi olarak kullanılan bölüm...
Barış Manço ve Kurtalan Ekspres ile olan materyaller ve hatıralar hemen girişte göze çarpıyor. Daha sonra ise bambaşka bir aleme girmiş gibi bir hisse kapılıyorsunuz. Bu alemde müzik, tasarım, güzellik ve değer var. Bu değer ve saygı nedir? Burada üretmeyip başka ne yapılabilir? En doğrusu yazı ve anlatım yerine resimler konuşsun.
Zaman o kadar hızla akıp gidiyor ki. O gün müzeyi en son kişi olarak terk ederken kulağımda en çok duygulandığım “Dağlar dağlar” yanında bir de “Ben bilirim” ardından “Unutamadım” şarkıları ve gözümün önünden gitmeyen Fransız stili ayna ve aksesuarlar. Çıkışta arkamı dönüp müzeye bir kez daha bakmak istedim. Ne tuhaf. Tüm eşyalar aklımdan geçen şarkıların ritminde dans ediyor gibiydi ama garip bir hüzün vardı geride…
Paylaş