Paylaş
Buraya iş için ilk geldiğimde kendimi saraya hapsolmuş bir prenses gibi hissetmiştim. Alp dağlarını ve Annecy Gölü’nün penceresinden eşsiz manzaraya bakarken dalıp gider, dışarıya kaçmak isterdim. Ama mümkün değildi. Sabah muhteşem peynirlerle kruvasan, pasta çeşitleriyle alınmış fena olmayan bir kahvaltının ardından 09.00’da başlayan eğitim programı en az 18.00’de bittiğinde hava kararmış olurdu. Gün içindeki molalarda dışarıya kaçamak her bakışımda dağlardaki görüntünün değişmesini heyecanla gördüğümde tekrar derse odaklanmak zordu. Kaçamazdık bir kere, eğitim çok sıkı ve önemliydi. Kaçma düşüncesi boş fikirdi. Her seferinde o saray otelin dışına çıkamamak için öyle bahaneler oldu ki… Ödevler, projeler, notlar ve işler güçler. Ancak molalarda kendimi otelin tertemiz bahçesine atarak Alp Dağları’ndan gelen tertemiz doğa kokusunu en derine çekerek motive olurdum. Bu küçük molalarda hayal kurmak dahi çok güzeldi. Mola bittiğinde her defasında otele doğru yürürken en haşmetli haliyle ‘Imperial Palace’ bembeyaz kanatlarını açardı. Hipnotize edilmiş gibi sınıftaki yerimi alır her şeyi sıfırlar ve derse geri dönerdim. İşte o zamanlar şehri çok az gördüğüme hayıflanarak hep içimde kalmıştı. Bu güzelliği tekrar yaşayacağıma söz vermiştim.
İşte nihayet buraya plan yapabildim. Bunun için şükrediyorum... Annecy kısa gezisini Noel pazarlarının kurulduğu kasım, aralık aylarına denk getirmeye çalıştım. Noel pazarları (Avrupa’dakiler özellikle) her zaman ilgimi çekmiştir. Bu dönemdeki ışıltılı caddeler, renklenmiş ağaçlar, ışıklı süsler, hediyelik eşya satıcıları, görüntü oyunları ve renkli ışıklarla donatılmış sokaklar köprüler soğuktan donmuş insana sıcaklık üfler. Cenevre havaalanından şehre vardığımızda akşam saatleriydi. Malum kış akşam saat beş sonrası hava kararmaya başlıyor. Bir de hava sıcaklığı düşerken sokaklar da boşalmaya başlıyor. İşte o zaman en iyi seçeneklerden biri elinizde sıcak bir içecekle ışıklı, renkli dar sokakta dizilmiş küçük satıcılar ile sohbet ederek ürünlere bakmak ve çevreden gelen bir sıcaklıkla ısınmaya çalışmak.
Otelimiz eski şehrin içinde ve her yere yakın olduğundan kaldığımız iki akşam boyunca Annecy’nin önce noel pazarlarını keşfettik sonra o kartpostal güzelliğindeki kanalların loş sokaklarında kaybolduk. Şehirde bu kez 2 yerde Noel pazarı kurulmuş. Birisi St-Francois bölgesinde diğeri ise Rue Carnot caddesi üzerindeki alanda kurulu. Mesafeler birbirine çok yakın olduğundan otel, caddeler ve göl kenarına yürüme mesafesi. Noel pazarlarına da yürüyerek çok kolay ulaşım. Zaten öyle küçük bir yer ki ne yapsanız kaybolmazsınız.
Aslında bu pazarlar öğleden sonradan itibaren açık, gece geç vakitlere kadar hizmet veriyor. Bir de pazarın yanında özellikle çocuklar için eğlencelik buz pateni yeri yapmışlar. Çevresi de oyunlarla zenginleştirilmiş. Bu pazarlarda şarap çok ucuzdu. Hatta sudan ucuz diyebilirim. Mesela su “Evian” marka ise 2.5 Euro. 1 bardak şarap ise 2 Euro...
Mümkünse yurt dışında Euro, TL yer çevrilmemeli ama elde değil. Her gördüğümüze dokunmak istiyoruz. Özellikle ağaç süsleri öyle çekici ki… Bir de balkonlara, pencerelere asılan Noel baba figürleri. Olmazsa olmaz ahşap ürünler. Çoğunlukla ev veya mutfak eşyaları. Alışveriş sevilmez mi. O ışıklı, eğlenceli ortamda eliniz gidiyor, biraz dokunurken fiyatı görüyorsunuz. İstemeden TL ye çevirdiniz mi elinizde kayıveriyor. Bazen de “Bu kadar da olmaz” deyip hırslanıp geri bırakıyorsunuz. İşte dediğim gibi maalesef paramız değersiz. Hâlbuki, belki onlara göre normaldir. Öyle eskisi gibi büyük bir alışveriş ortamı göremedim. Orada da ekonomik durum pek parlak gelmedi bana. Ülkede vergi artırımı olduğundan bu yüksek fiyatlandırmaya karşı Fransa’da “Sarı Yelekliler” eylemi vardı. Biz de tanık olduk.
Fazla parlak olmayan Noel Pazarı sonrasında geceyi Venedik’i andıran kanal gezmesine ayırmak daha keyifliydi. Eski şehrin taşlı yollarında hafif ıslatan yağmur altında sarı ışıkların verdiği enerjiyle yürüyüş havanın dondurucu etkisini azaltıyor. İnsanlar karanlıkta var olan kaybolan bir gölge gibi. İyi ki dış mekân ısıtma var bir yerlerden sıcaklık geliyor. Öyle geçici ve zayıf ki... Kanalların kenarlarındaki restoranlardan içeriye bakıyoruz. Hem alkol hem kalabalık etkisiyle içerisi sıcak görünüyor. Müşteriler keyifli. Buradan gelen müzik bazen yükseldikçe derin sessizlik ve soğuk az biraz hareketleniyor. Bir de bu restoran kafelerden gelen kahve, alkol ve yemek kokuları sızarsa zaten hedef bellidir.
Küçük dar ve taş yoldan yapılı sokaklar, evler, işyerleri, mağazalar hemen her yer yılbaşı dekorları altında. En azından elle süslenmiş küçük ve aydınlık bir yılbaşı ağacı görünüyor. Kimine göre küçük bir sevinç kimine göre aydınlanma kimine göre ise gereksiz. İşte Avrupa ama burası, onlar için asıl Noel önemli. Noel ve sonrası da her yer bir süre kapalı olur. Yılın en uzun tatilidir. Hayat durmuş gibidir. Gündüz “Annecy” demek, göl kenarında bulutların eşliğinde yürüyüş demek. Tepesinde zarif yoğunlukta dizilmiş kar tanelerini uzaktan seyrederek, göldeki ördekleri izleyerek fotoğraf çekmek demek. Doğanın derin kokusunu içinize çekerek huzur demek. Hava güneşli gibi görünebilir, aniden değişebilir de. Mevsim kış ve hava çok soğuk. Olsun, her şeye rağmen bu güzellik yürütüyor. Zaten göldeki kürek ve kano sporcuları da bir yandan enerji veriyor. Ah bir de gölde daha yoğun aktivite olaydı. Bu soğuk havada ancak sportif kano antrenmanları gördük. Ve tabii ki sonsuzluk duygusu veren göldeki enfes yansımalar.
Hedefe yavaş yavaş yaklaşıyoruz. Yürüyüşümüzün amacı olan tabii ki “İmperial Palace” tüm haşmetiyle karşımızda. Gittikçe yakınlaşıyoruz bir taraftan da heyecanlanıyorum. Yıllar yıllar önce burada mesleki çok yoğun eğitim almıştım ve ne yazık ki otel dışında bu harikulade şehri yaşayamamıştım. Ancak molalarda ve hava karardığında bir süreliğine kaçıyorduk. Peşimi bırakmayan anıların çekimiyle nihayet otelin bahçesindeyiz. Aynen bıraktığım gibi hatta daha da güzel bir tesis görüyorum karşımda. İçeriye geçip bir çay molası verelim dedik. Şömine başında, dinlendirici müzik eşliğinde İngiliz usulü çay keyfi. Hayret pek de değişen bir şey yok.
Sanki aynı dekor ve koltuklar. Yüksek tavan ve barok tarzda perdeler. Köşedeki piyano yeri bile aynı. Eğitim dışındaki vaktimiz ya bu salonda ya da bahçede geçerdi. Ve yemeklerde tatlı niyetine yediğim Fransız ve Hollanda peynirlerinin lezzeti damağımda çay keyfimizin sonuna gelindiğinde hava da kararmaya başlamıştı. Artık şehre dönüş zamanı. Malum kış ve hava erken kararıyor. Küçük sevimli dükkânların ışıkları ve sokak lambaları yandı bile. Sarı ışıklar altında şehre girdiğimizde Noel pazarları daha da hareketliydi. Ya hareket ya da sıcak bir şey içmeden durmak çok zor. Ve en kalın manto ve aksesuarları giymelisiniz. Avrupa bu dönemde gerçekten ciddi soğuk ve nemli.
İyi ki ortam canlı ve ışıklı. Kendine özgü kültür ve tarihi doku küçük ve şirin şehrin simgesi. Göl ise ona öyle bir zarafet ve şıklık veriyor ki. Asalet fışkıran bir görkem. Annecy’de hava kararıyor, gece başlıyor. Dışarıda olmak güzel ama dondurucu, içeriler ise bir başka enerjik. Biraz soğan çorbası biraz şarap veya kahve yanında enfes Fransız peynirleri ile Annecy eski şehrin sokaklarına dönmek ve kalmak. En uygun fikir bu! Güzel bir ortamda dostlarla yapılan sıcak bir sohbet ama nerede tam da merkezdeki kanalda oturmuş kiliseye bakan bir kafede olsun. Loş ışıklara altındaki kiliseye bakarak yenilenmek. Ve tabii ki yeni kararlar alma cesareti belki de. İşte tam da yeri ve zamanı!
Paylaş