Ünlülerin mekanları
İstanbul'da öyle yerler var ki, müdavimi olan sanatçılarla hatırlanıyor. Yıllardır haftada en az bir gün, çoğu da her gün aynı kahveye, aynı lokantaya gidiyorlar. Onları, müdavimi oldukları mekanlarda bulduk, konuştuk.
ATTİLA iLHAN-DİVAN PASTANESİ
Mektupları buraya geliyor
ATİLLA İlhan yılını tam çıkaramıyor ama o yağmurlu günü çok iyi hatırlıyor: ‘‘Divan'a ilk gelişim bir mecburiyet dahilinde oldu. Çok yağmur yağıyordu. Ortada kaldım, etrafı bir dolandım, buradan başka girecek yer bulamadım. Giriş o giriş, sekiz dokuz senedir buraya geliyorum.’’
Attila İlhan kahve alışkanlığını herkesin sandığı gibi Fransa yıllarında değil, üniversitede okuduğu zamanlarda edinmiş: ‘‘Hukuk Fakültesi'nde öğrenciydim. Orada derse devam mecburiyeti yoktur. Pansiyonlarda yaşıyorduk. Sabahları çıkınca nereye gideceğimizi bilemezdik. Önce Pangaltı'da Suna Pastanesi'ni bulduk. Sonra çeşitli semtlerde çeşitli pastaneler oldu. Bunların en ünlüsü Baylan Pastanesi'dir. Orada bir edebiyat nesli yetişmiştir. Maviciler diye bir grup orada oluşmuştur.’’
Attila İlhan'ın Taksim'deki Bulvar Kahvesi'nden sonra müdavimi olduğu Divan Pastanesi'nde kendine özel bir masası var. Her sabah Maçka'daki evinden çıkıp 40 dakika yürüyerek buraya geliyor. Randevularını burada veriyor, basınla röportajlarını burada yapıyor. Divan İlhan'la o kadar özdeşleşmiş ki, yurdun her yerinden mektuplar telefonlar buraya geliyor.
Pastanenin en uç köşesindeki masasının yanına Attila İlhan yazılı bir de plaka asılmış.
JAK DELEON-PERA PALAS
Her seferinde portakal suyu
İSTANBUL yazarı, akademisyen Jak Deleon, ilk kez dört yaşında babasının elinden tutup gittiği Pera Palas'ı kişiliği ile özdeşleştirecek kadar benimsemiş. Kitabını yazdığı 1987'den beri de otelden kopamamış. Tıpkı dört yaşında geldiğinde yaptığı gibi, her gelişinde sıkma portakal suyu içiyor.
‘‘Haftada üç dört kere gelip en az iki saat kalıyorum. Burada beynimi günlük kaygılardan boşaltıyorum. Öbür taraftan da yaratıcı edimle dolduruyorum. Pera Palas bir İstanbul yazarının fişini sokabileceği bir priz, bir dinamodur bence. Üniversite yıllarında İngiliz Amerikan edebiyatı okurken tarihle de ilgilenmeye başladım ve çoktandır ihmal edilen yaşlı bir akrabayı görmek ister gibi Pera Palas'a geldim. 70'lerin ortalarıydı ve Pera Palas çok yorgundu. Perdeleri yırtıktı, sıvaları dökülüyordu, kahve istiyordunuz nohut kaynatıp getiriyorlardı. Oysa açılışını 1892'de 2. Abdülhamid'in yaptığı bu otelde o kadar görkemli balolar yapılırmış ki, Orient Ekspres sırf o balolar için Paris'ten müdavim taşırmış.’’
Deleon'un Pera Palas'tan vazgeçip Park Otel'e gitmeye başladığı 1978 yılında iki şey oldu. Park Otel kapandı ve Pera Palas'ın işletmesini Hasan Süzer üstlendi. Deleon yeniden Pera Palas'a döndü: ‘‘Pera Palas'ın nostaljik görkeminin Hasan Süzer'le yeniden hayat bulduğuna inanıyorum.’’
HASAN PULUR-BEBEK BAR
Salıya geliyor musun?
Milliyet Gazetesi köşe yazarı Hasan Pulur, 1982 yılından beri Bebek Oteli'ndeki barın müdavimi. Bu alışkanlığını kendisi gibi gazeteci olan üç arkadaşıyla birlikte edinmiş. Mehmet Barlas, Güngör Uras, Yılmaz Çetiner ve Hasan Pulur'dan oluşan çekirdek kadroya daha sonra başka isimler de eklenmiş. Mustafa Pakoğlu, Gürbüz Barlas, Vitali Hakko, zaman zaman Sakıp Sabancı ve sağlığında Vehbi Koç Salı grubuna katılırmış.
Pulur, Bebek Bar'ın Newsweek Dergisi tarafından dünyanın sayılı barları arasında gösterildiğini belirtiyor. Alışkanlığı tam 18 yıldır onu buraya getiriyor.
Grup buluştuğunda ‘‘hafif’’ konulardan konuşmayı tercih ediyor: ‘‘Erkekler dedikodu yapmaz denir, bu hiç doğru değildir. Bol bol dedikodu yaparız. Bazen olmayan çapkınlıklarımızı anlatırız. İki üç saatte haftanın yorgunluğunu atarız.’’
Pulur'un dediğine göre laf dönüp dolaşıp siyasete, gazeteciliğe geliyor gelmesine ama, daha çok işin magazin kısmı konuşulduğu için sohbetin tadından hiçbir şey eksilmiyor. Grubun parolası da belli: ‘‘Salıya geliyor musun?’’
ZEKİ ÖKTEN-RUMELİ HİSARI
Her gün bir kısa film!
ZEKİ Ökten Rumelihisarı Kale Çay Bahçesi'nin müdavimlerinden. Ünlü yönetmen buraya altı yıl önce gelmeye başlamış: ‘‘Bizim dede geliyordu buraya (Dede, bizimkiler dizisinin Dedesi rahmetli Orhan Çağman). Sigarayı bıraktıktan sonra gelmeye başladı. Her gün kahvesini içerdi, denize karşı otururdu. Ondan sonra gelmeye başladım ben de.’’
Ökten hergün Akatlar'daki evinden yürüyerek geldiği Kale Çay Bahçesi'nin müdavimlerinin çoğaldığını anlatıyor: ‘‘Benden sonra Kemal Sunal, Bülent Kayabaş gelmeye başladılar. Bezik oynuyoruz, sohbet ediyoruz, akşam olunca da Beyoğlu'na çıkıyoruz. Dinlendirici bir yer burası. Biraz da yaşlandık herhalde.’’
Bir yönetmen olarak Rumelihisarı'nı sinematografik buluyor: ‘‘Bir gemi geçiyor, iki genç elele geçiyor, martılar kıyıya konup ekmek yiyor, tek başına bir yaşlı yürüyor. Buradan bakınca aslında hergün bir kısa film gibi geçiyor.’’
HİLMİ YAVUZ-CAFE MARMARA
Geliyorum ama...
HİLME Yavuz yaklaşık on beş senedir, İstanbul'da olduğu her gün Cafe Marmara'ya geliyor. Hatta bazen günde iki kere uğruyor. Ne var ki Yavuz, The Marmara Oteli'nin giriş katındaki bu büyük cafeyi, daha çok eski günlerin hatrına ve bir alışkanlığın sonucu olarak tercih ediyor: ‘‘Eskiden burada çok rahat ediyordum. Yazı yazıp birşeyler okuyabiliyordum. Ancak son iki yıldır Cafe Marmara son derece kalabalık olmaya başladı. Bir kere yer bulunamaz oldu. Sonra kalabalık yüzünden inanılmaz bir gürültü oluyor. Bir de bu koca mekanın havalandırması iyi yapılmıyor ve benim gibi sigara içmeyen insanlar rahatsız oluyor. Bence The Marmara yönetimi Cafe Marmara'yı ihmal ediyor. Çok yanlış, çünkü bu müdavimlerini gözardı eden ticareti öne çıkaran bir anlayış. Halbuki buraya daha farklı bir yönetim anlayışı yakışır.’’