Paylaş
Hatırlıyorum da; Meksika’nın Cozumel adasında, ilk tüplü dalışımı yaptığım gün, Karayiplerin insanı hafif bir miskin eden güneşi altında, teknede kendimi o kadar mutlu ve güvende hissediyordum ki, okyanusun derin ve karanlık bilinmezliğine, bir süre atlayamamıştım. Oysa bu tedirginliğin kırılması için tek bir dalışın yeterli olduğunu, suyun altında en az yukarıdakiler kadar renkli bahçelerin ve hareketli bir hayatın olduğunu gördüğümde anladım.
Suyun kendine ait bir ritmi var; vücut ağrılarımızın başlıca sebebi olan yerçekimini kısmen yok ederek bedenimizi rahatlatıyor, bir yandan da hacmiyle bizi kavrayıp destekliyor. Dalış sırada en keyif aldığım, yatay bir çizgide süzülmek anlamına gelen, vücudumdaki ‘yüzerlik kontrolüne’ tam anlamıyla hakim olduğum andı. Bu sırada, mercan duvarının çevresini adeta uzay boşluğunda asılı duruyormuşum gibi dolaşmıştım. Beni, suyun altında en çok etkileyen, işte bu hafiflik hissi; bir defa dengeyi sağladığımızda, insan vücuduyla suyun arasındaki sınırlar ortadan kalkıp, bu iki dünya bir oluyor.
Sinemalarda, vizyonu devam eden ‘Aquaman’ filmindeki bir replik, yeryüzünün bütünlüğünü çok güzel ifade ediyor; “Kara ve sualtı aslında iki ayrı dünya değil, herkesin üzerinde yaşadığı tek bir dünya var!” Onun bir parçasını kaybedip, kendimizi de eksikliğiyle zayıflatmadan önce, değerini bilmeliyiz.
‘İstanbul Akvaryum’: İlk sesler tankerin makine dairesinden
Arka planda çalan bir müzik ya da kişinin merhabasındaki ilk ses tonu, yeni bir ortama girdiğimde ya da biriyle tanıştığımda, ilk dikkatimi çeken özellik olur. İstanbul Akvaryum’dan içeri girdiğimde de, hemen bir şeyler görüp, okumaktansa, bana bu alanda kendimi rahat hissettirecek bir ses ya da su altına ait bir ritim aradım. Nüans gibi görünen bu ifadeyi ise, içeride dev bir tankerde bulacağım aklıma gelmemişti.
Akvaryumun içinde farklı coğrafyalara ayrılmış odalar var. Süveyş Kanalı’na ait bir odaya yerleştirilmiş, gerçek boyutlarında bir tanker parçasının üzerindeki enstalasyon, ziyaretçileri loş bir kırmızı ışık altında, bu dev kütleye yaklaşıp, onu dinlemeye çağırıyor. Kulağımı tankere dayayıp, makine dairesinden gelen sesleri ve metale yaydığı titreşimleri dinlemeye başladım. Dev bir metal kütleye hareket kabiliyetini veren büyük bir gücün, merkeze toplanmış yoğunluğunu dinlemek ve bir güç kaynağına bu kadar yakınlaşmak, bana burada haz, güven ve huzur duygularını bir arada verdi. Önyargısız geldiğinizde, bu soğuk metalin yanında, düşündüğünüzden daha uzun süre kalacağınıza eminim.
Akvaryumda, her şey sanki sonsuz bir döngü içinde, duraksamadan gidip geliyor; sualtı canlılarına ait milyonca yıldır evrilmiş yetenekler de bunun destekçisi. Deniz yıldızı, deniz atı ve sünger gibi canlılar, bir uzvunu kaybettiğinde, yerine yenisini büyütüyor; balıklar da dahil, yine birçok canlı bulundukları alanda karşı cins kalmamışsa, üremek için kendileri cinsiyet değiştirip, çiftleşmeye devam ediyorlar. Bir de ‘ölümsüz’ diye anılan bir çeşit deniz anası var ki; bebeklikten yetişkinliğe, oradan tekrar bebekliğe dönerek, -ve belki bu arada, bir balık tarafından yenene dek- sonsuz kereler tekrarlayabildiği düşünülen bu döngü sayesinde, yeryüzünde bir çeşit ölümsüzlüğü yaşıyor. Suda yaşam, karadan çok daha esnek! Bazı canlıların milyonlarca yıldır neslini koruyabilmesindeki sır, yaşadıkları bu ‘ritmik esneklik’ olmalı diye düşündüm.
Dalgıçların önce saygıyla ciddileşip, sonra söze başladığı, 50 milyon yıllık mercanlar
Mor ışıkla aydınlatılmış Kızıldeniz’e ait odanın rengi, derinliklere inildikçe solmaya başlayan renklerden, sondan ikincisini temsil ediyor. Derinliklerde en son kaybolan, gözün algılayamadığı morötesi, yüzeyin altında ilk kaybolan ise kırmızı renk. Renklerin hangi sıralamayla solduğunu merak edenler için, küçükken resim derslerinde çizdiğimiz gökkuşağındaki sıralamayı hatırlatmak yeterli olur burada sanırım.
Cam kürelerin içindeki renkli mercan çeşitlerini incelerken, dalış hocamın, bu canlılardan bahsederken yüzüne nasıl bir anda, hızlıca bir ciddiyet geldiğini ve onlardan nasıl büyük bir saygıyla bahsettiğini hatırladım. Mercanlar, canlıların yaşam alanı ve aynı zamanda suyu temiz tutan filtreler; çoğu, senede sadece 0.5 mm büyüyor ve bizim dalış sırasında ya da fotoğraflardan gördüğümüz mercanların geçmişi 50 milyon yıl öncesine dayanıyor.
Derinlerin espri anlayışı: ‘Mimik ve kamuflaj’
Balığın kuyruğundaki benek, aslında onu avlamak isteyenler için ters köşe, aldatmaca bir göz; üzerindeki çizgiler, bir illüzyon becerisiyle görüntüyü kırıp, bedenini suda yüzen sayısız parçalara ayırıyor; bazılarının üzerinde taşıdığı, alakasız bir leke gibi duran renk ise, kendisini bulmasını istediği çiftine bir işaret... Yaşam, ölüm ve etkileşim arasında gidip gelen sualtı dünyasında, bu canlıların dikkat çekmek ya da gözlerden sakınılmak için büründüğü mimik ve kamuflaj hamlelerinde, anlıyorum ki kesinlikle bana hitap eden, sessiz ve eğlenceli bir espri anlayışı var.
AQUAMAN: Süper gücü ‘karşısındakini dinlemek!’
Sinemalarda bu hafta gösterimi devam eden, Amerikalı çizgi romandan uyarlanan ‘Aquaman’ isimli film, sualtı dünyasını fantastik bir görsel şölenle sunuyor. Film uzun ve bir seansta fazlasıyla olay yaşanıyor ama ben süper güce sahip bir kahramanı ve hayal ürünü bir dünyayı seyretmeye gidiyorsam, bana hesapsızca ve ardına kadar açık sunulan bu enerjiyi, oturduğum koltuktan, pekala son derece doğal karşılayabiliyorum.
İki metre boyunda, kaslı vücudu ve dalgalı saçlarıyla filmin kahramanı Aquaman, fiziksel gücü ve görünümünün aslında ona kolaylıkla verebileceği bir özgüvenle, her olaya kaba kuvvet girişip, denizlerin altında krallığını ilan edebilir ama o, bu son çare olana kadar, kimseye hükmetmek istemiyor. Elinde yıkmak için her imkan varken, hassas olan tarafta olmayı seçmek, bu karakteri bugün modern ve ilginç biri yapıyor. Aquaman’in süper gücü, sualtı canlılarıyla konuşmak ve onları dinleyebilmek. İlk bakışta kulağa pasif bir özellik gibi gelse de, bugün gittikçe zayıflayan empati ve karşılıklı iletişim becerilerimizi düşünürsek, bu güç, bana gelecekte çok daha önem kazanacak bir özelliğe işaret ediyor gibi görünüyor.
O halde, Aquaman’ın, aynı zamanda üvey kardeşi de olan rakibine söylediği, filmdeki son repliği ile bitirelim, “Hazır olduğunda konuşalım...” Umarım bu hassas ve modern kahramanın yaşayacağı yeni maceraları fazla beklememize gerek kalmaz.
Paylaş