Paylaş
Her bir sokağını ayrı bir güzellikle süsleyen heykelleri, tarih sayfasından çıkmış gibi sokakları ve ışıklar altında Vltava Nehri, tam bir masal şehir. Bir yandan tarihe yolculuk yapıyorum öbür tarafta romantizmi yaşıyorum. Ama Prag, bende daha ziyade hasta yatağımda yattığım dönemlerde gördüğüm masalımsı rüyalarımı hatırlattı.
Hiç kımıldayamadan yattığım dönemlerde rüyamda gördüğüm devasa ağaçlar, kediler, köpekler Prag’da yerini heykellere, kocaman kapı kolları olan binalara ve yapboz oyunlarındaki hayal köprülerde varlık bulmuş. Öyle ki, Prag sokaklarında gezerken sanki rüyanın gerçek sahibi olan Prag halkı, ben bu şehri daha rahat dolaşayım diye bir kenara çekilip, şehrin anahtarını bana teslim etmiş gibi.
Herkes benim gibi aynı rüyayı görmüş olamaz öyle değil mi? Ya da görüyorlar mı? Vltava Nehrini süsleyen bu Charles Köprüsü. Köprünün üstündeki bu otuz heykel benim; gelinlik ya da damatlıkları içindeki bu insanların rüyalarını mı süslüyor? Belki de Aziz Nepomuk, daha buralara gelmeden önce bizim hayallerimizi gerçekleştirdi. Sonuçta o bir Aziz ve benim buraları ne kadar çok görmek istediğimi biliyor.
Yaşadığım şehrin kalabalığından, ruhumdaki tekdüzelikten kurtulmak istediğimi Aziz Nepomuk heykeline dokunarak dile getirmeye çalışıyorum. Aziz kendisinden istenilen dilekler konusunda o kadar yoğun olmasına rağmen bana iltimas geçiyor. Daha dün gibi hatırladığım hatta bazen hiç hatırlamak istemediğim, bana sadece birkaç merdiven uzağımdaki oyun arkadaşlarıma özlemim dağ gibiyken, bugün onlardan birine, Charles Köprüsü’nde karşılaşmam, aynı evin içinde bir yerden bir yere hareket etmek hayal iken Prag’dan Karlovy Vary’e su gibi akıp gitmem, bana geçilen iltimas değil de ne?
Bu öyle doğal bir akış içinde kendiliğinden gerçekleşen bir rastlantı mı yoksa onca zoru başarmanın bir ödülü müydü bilinmez ama bildiğim bir şey var ki, artık arkadaşlarımla bir araya gelmek için ya da bir yerden bir yere hareket etmek için kimsenin desteğine ihtiyaç duymadığımdır.
Prag, tam olarak gizemini çözemediğim ruh halimi özetliyor bana. Uzun yıllar yatalak geçirdiğim dönemlerde tavanı izleyerek geçirdiğim zamanlardaki ruh halimi. Yürümek isteyip yürüyemediğim ruh halimi Prag’ın Arnavut kaldırımlı yolları; söylemek isteyip söyleyemediklerimi dar sokakları; hayallerimi ise efsunlu, yağmurlu havası dile getiriyor. İçimdeki yürüme özgürlüğü gibi mistik, masalımsı ve efsane bir şehir. Öyle masalımsı ki Hitler bile bombalamaya kıyamamış.
Bu şehrin üstüne çöken gecenin ışıkları Prag’ı hayal dünyasına büründürüyor. Old Town Square’de Tyn Kilise’nin önünde kendi kalabalığında kaybolan insan topluluğu ve o topluluk içinde kendi masal dünyasında kaybolan ben. Tıpkı saat başı oldukça atraksiyon bir durumda kendini gösteren Astronomik Saat’in dört farklı figürü gibiyim. Yeni yerleri görme hayaliyle adeta bir aç gözlü misali. Kâh hayallerini, kısmen de olsa, gerçekleştiren eline aynasını almış kibir abidesi. Hızımı anlamıyorum, kâh arada şımarıp mandolin çalıyor, kendi kendimi eğlendiriyor ve sonra kalabalığın uğultusuyla kendime geliyorum. Zaman hızlı geçiyor. İnsan ölümlü, bedenim iskelet olmadan daha alınacak çok yol var diyor…
Gezgin ruhumun en tepesine ahh pardon Prag’ın en tepesine hayallerime tırmanır gibi yokuş yukarı tırmanıyorum. Yokuşun sonuna, kaleye çıkıp, arkama baktığımda o zorlu, yokuşlu yürüyebilsem de yorucu olsun dediğim yıllar gibi, dimdik bir yolu geride bıraktığımı görüyorum. Daha sonra onlarca merdiven bu yokuşu inmeme kolaylık sağlayacak biliyorum.
Prag sokaklarında, saçlarına ürkekçe dokunduğum içimdeki küçük kızın hayalleri eşliğinde “dans eden ev’i” ararken, evden önce silüetinin suya yansıması bu şehri daha da masallaştırıyor. İçimdeki o yürüyemeyen küçük kız, hayallerine bu kadar yakınlaşmışken evin kollarına girip dans etmek istemesinden daha doğal ne olabilir ki.
Kendini hâlâ keşfetmeye çalışan, kırılmış yanlarımı tamir eden bir ustanın olgunluğu ile içimdeki çocuğun başını okşuyorum. Daha fazla kırılmasın, daha çok hayal kursun, daha çok yerler keşfetsin diye.
Paylaş