Paylaş
Toronto’nun New York’u andıran bölgesindeki en işlek tren istasyonundan Niagara’ya giden trene atlıyoruz ve iki saatlik yolculuğun ardından, kendimizi neredeyse terk edilmiş bir kasabada buluyoruz. Elektrik direklerindeki hoparlörlerden müzik sesi kasabaya yayılsa da; evler kapalı, sokaklarda ise insan yok… Çünkü herkes Niagara Şelalesi’nde, biz ise şelaleye birkaç kilometre uzaktayız.
Niagara bölgesi, ilk kurulduğu zamanki gibi hem doğal güzelliklerin hem de eğlencenin iki ülke sınırındaki en önemli merkezi. ABD ve Kanada sınırındaki Niagara, dünyanın en muhteşem doğal güzelliklerinden biri olan Niagara Şelalesi’ne ev sahipliği yaptığı gibi, gece hayatı ve kumarhaneleriyle de meşhur.
Niagara Şelalesi ise tek seferde görüp algılanamayacak kadar olağanüstü. Şelaleyi daha görmeden, üzerinize ince ince damlaların yağdığını hissediyorsunuz. İzlemek için yaklaştığınızda ise, eşi benzeri olmayan o gücü hissediyorsunuz. Suyun dökülme hızıyla ortaya çıkan sis ve ara sıra kendini gösteren gökkuşağı, Niagara Şelalesi’ni benzersiz yapıyor.
Şelaleyi gördükten sonra ise sıra etrafı keşfetmeye geliyor. Gidilecek en güzel yer, şarap bağları ve sevimli evleriyle meşhur Niagara-on-the-lake kasabası. 45 dakikalık otobüs ya da bisiklet yolculuğuyla kasabaya ulaşılabiliyor. Vardığımızda, zamanımız kısıtlı olduğu için İngiliz kasabası ambiyansını tercih ederek Downtown’a yöneliyoruz, fakat konaklayacaklar için şarap tadımı da oldukça hoş bir deneyim…
Çiçeklerle süslü sokak lambaları, sarmaşıklar içerisindeki minik işletmeler ve sevimli Kanada evleri sayesinde, evden çok uzakta olduğumuzu hissediyoruz. Burada yaşayan Kanadalı zenginler, kendilerine bir masal kasabası kurmuş gibi. İngiltere’nin de pek çok yerinde karşınıza çıkabilen mimari ve peyzaj, Kanada’nın İngilizler tarafından tutulan bu bölgesinde kendini gösteriyor. Niagara-on-the-lake kasabasında kafeler ve restoranlar son derece göz alıcı. Özellikle dondurmacılar, katkı maddesi içermeyen dondurmalarıyla övünüyorlar ve sanırım övünmekte haklılar. Enfes dondurmalarımızdan birer kaşık aldığımız anda, tatlandırıcı gibi ekstra maddeler kullanmadıklarına dair ikna oluyoruz. Kasabada her şey özenle tasarlanmış ve üretilmiş gibi… Dondurmalar bile!
Kasabanın en gösterişli kafesi: Shaw Cafe
Downtown’u keşfederken etrafı çiçeklerle süslenmiş Shaw Cafe, adeta “ben buradayım” diyor. Bu çekici görüntü karşısında, daha fazla beklemeden öğle yemeğini yemeye karar veriyoruz. Kafenin önündeki George Bernard Shaw heykelinden anlaşılacağı üzere, kendisi bölge halkı tarafından son derece değer görüyor.
George Bernard Shaw’un anısına
Kasaba, Kanada’daki en geniş çaplı kar amacı gütmeyen tiyatro festivallerinden biri olan Shaw Festival’a da ev sahipliği yapıyor. Hem Nobel Edebiyat ödülü hem de Oscar ödülünü alarak tarihe geçen oyun yazarı George Bernard Shaw’un isminin verildiği tiyatro festivali, Niagara’daki en önemli kültürel aktivitelerden.
Bölgenin şarabı: Icewine
Kasabada mutlaka denenmesi gereken bir şey daha var, o da Niagara bölgesinin en meşhur şarabı ice-wine. Hava eksili derecelerdeyken toplanan buz tutmuş üzümler, buzu açılmadan sıkılıyor, mayalanmaya bırakılıyor ve bu sayede özel bir lezzet ortaya çıkıyor. Her sene yalnızca Kanada’da üretilebilen bu şarabın en lezzetlileri de Niagara-on-the-lake kasabasında! Üretimi epey emek isteyen, fiyatları ise yüksek olan bu özel şarabı tatmak için birkaç kilometre ötedeki şarap bağlarını ziyaret edebileceğiniz gibi Downtown’daki restoranları da değerlendirebilirsiniz. Meraklıları için, ocak ayının son iki haftasında düzenlenen Icewine festivali de bir seçenek.
Yemek ve şarabın ardından yapılacak en güzel şey merkezdeki butikleri karıştırmak. Tasarım mobilyalar, Noel süsleri, retro kıyafetler, hediyelik eşyalar ve daha neler neler… Çikolata ve peynir dükkanlarında ziyafete devam edebilir, parfüm, şapka ya da mücevher dükkanlarından orijinal hediyeler alabilirsiniz.
Paylaş