Paylaş
Milano, bildiğiniz gibi, ulusal birliğini öbür Avrupa ülkelerine göre daha geç gerçekleştirmiş İtalya’nın kültür ve sanat merkezi. Modanın vitrini olduğunu da ekleyebiliriz. Bu kente ilk gelişimde ünlü Duomo’yu bile yeterince gezmeye vakit bulamamıştım. İtalyan yayımcımla buluşup bir sözleşme imzaladıktan sonra Roma’ya dönmek zorundaydım.
Bu kez, Atlasglobal Hava Yolları’nın Milano seferlerini başlatması vesilesiyle yolum yeniden düştü Lombardiya’nın merkezine. Ve bu sayede yalnızca Duomo’yu değil, Resimli Dünya romanımda ayrıntılarına yer verdiğim, anlatının yan unsurlarından birini, hatta başlıcasını oluşturan bir tablonun aslını görme imkânım oldu.
Tüm yollar Duomo’ya çıkıyor
Fatih’in portresini yapan Venedikli ressam Gentile Bellini’nin başlayıp onun ölümünden sonra kardeşi Giovanni Bellini’nin bitirdiği “Aziz Marco’nun İskenderiye Vaazı”. Oryantalizmin başyapıtlarından birisi olan Bellini kardeşlerin hünerini, yolunuz Milano’ya düşerse, mutlaka görmenizi öneririm (Breira Müzesi’nde). Milano’nun simgesi sayılan Duomo’ya gelince, onu görmemeniz zaten mümkün değil. Çünkü Milano’da bütün yollar Duomo’ya çıkıyor. Katedral kent merkezindeki malta taşı döşeli, kral II. Emmanuel’in atlı heykelinin de bulunduğu çok büyük bir alanın ortasına inşa edilmiş. Milano’nun en eski, dünyanın en fazla ziyaret edilen anıtlarından. Giriş kapısında uzun kuyruklar hiç eksik olmuyor. Yapımına XIV. yüzyılda başlanmış ve tam altı yüzyıl boyunca eklenen taşların, sütunların, heykellerle vitrayların bir türlü sonu gelmemiş. Beyaz mermerden duvarları, sundurmalarından sarkan canavar biçimindeki olukları ve kabartmaları, ‘ok’ diye adlandırılan çok sayıdaki sivri kuleleriyle benzersiz bir estetik duygusu uyandırıyor. Hem çok etkileyici hem de ezici bir yapı.
Hâlâ yaşıyormuş gibi
Gördüğüm gotik katedraller içinde kuşkusuz en büyüğü. Paris’teki Notre-Dame’ı saymazsak, belki de en güzeli. İçerisi de öyle, mekânın derinliği ve loşluğu, mermer ve taşın uyumu, adımınızı atar atmaz alıp götürüyor sizi. Önünüzde Tevrat ve İncil’deki hikâyeleri tasvir eden rengârenk bir kitap açılıyor. Vitraylardan süzülen ışıkta, duvarlarda, her köşe başında, İsa’nın, Meryem’in, aziz ve azizelerin sonu nedense hep kötü biten serüvenlerine tanık oluyorsunuz. Bu kutsal kişilerin arasında Aziz Barthelemy’nin özel bir yeri var. Marco d’Agrate’nin yonttuğu heykel tuhaf görünüşüyle ilk bakışta dikkat çekiyor. Alışageldiğimiz Rönesans heykellerinden çok farklı bir yapıt bu, derisi tümüyle soyulmuş ama halâ yaşıyor izlenimi veren bir insanın anatomisini, kaburgalardan kaslara en ince ayrıntılarıyla dışa vuruyor. Hem itici hem merak uyandırıcı bir görünümü var.
Gizli bağ
Sol elinde tuttuğu kitabın Eski Ahit olduğunu tahmin edebiliyoruz ama sağ elindeki nesnenin bir kutu mu, yoksa bir başka kitap mı olduğu belirsiz. Kafasında saç yok, boyun damarları kabarık, kaburgalarının arkasından iç organları görünüyor. Yontucu Marco bir anatomi dersi vermeye çalışıyor bize, Aziz’in dalgın bakışları pek umurunda değil. Akıbeti de. Barthelemy, efsaneye göre, derisi soyulduktan sonra ölmemiş. Derisini bir şal gibi omuzuna atarak çekip gitmiş. Heykelde bu deriyi de görüyoruz, üstelik tüm kıvrımlarıyla. “Enel Hak!” dediği için Bağdat’da Hallac-ı Mansur’un da derisini yüzmüşlerdi. Milano’da bütün yollar Duomo’ya çıkıyor ama Aziz Barthelemy’nin heykeli Lombardiya’nın başkentiyle Bağdat arasında gizli bir bağ kuruyor.
İzleri her coğrafyada var
Stendhal en derin sessizliği Milano katedralinde bulduğunu yazıyor. Ve mimarisinin dünyada bir benzeri olmadığını öne sürüyor. İtalya’yı kanımca en iyi anlayan ve anlatan Fransız yazarın bu görüşüne katılmamak mümkün değil. Hele çatıya çıkıp her biri başyapıt sayılabilecek mermer heykellerin arasından dorukları halâ karlı Alpler’i seyrettikten sonra. Bir başka romantik Fransız yazarıysa, Alfred de Musset, katedralin en yüksek kulesinin ay ışığında bir minareyi andırdığını söylüyor. Musset, sevgilisi George Sand’la Venedik’te mutsuz bir aşk yaşamadan önce gelmişti Milano’ya. O zaman, sanırım, bu en yüksek ve sivri kulenin ucunda Meryem’in altın kaplama heykeli yoktu. Ve doğunun çekim gücü sanatçıların hayal dünyasını daha da zenginleşiyordu. Duomo’nun merkez kulesini, ay ışığında da olsa, minareye benzetmek ne kadar doğru bilmiyorum ama inançları nedeniyle derisi yüzülenlerin izini her coğrafyada sürmenin mümkün olduğunu çok iyi biliyorum.
Paylaş