Paylaş
Milano bahar kokuyor!
Corso Garibaldi artık evim gibi. Son iki seferdir; Milano’da Brera’da, aynı evde kalmayı seçiyorum (Corso Garibaldi Flats). Sokağın sakinliğini, evlerin renklerini ve her şeyin bir arada oluşunu seviyorum. Sağlı sollu kafe, pub ve trattorialar tam benlik. Eskiden olsa, gittiğim yerlere bir daha zor giderim diyordum, düşüncelerimi zamanla evriltmeyi başardım. Bilinmeyenin peşinden gitmek ayrı güzel, fakat aylar, hatta yıllar sonra gelindiğinde pekâlâ bambaşka tatlar yaratılabiliyor. Gelir gelmez, Zona Tortona’ya uğradım.
Bu bölge, yükselen bir hub ve kreatif ruhların bir referans noktası haline gelmiş durumda; modayı, tasarımı; gastronomi duraklarını, modern sanat galerilerini; hepsini birden kucaklıyor. Akşam sularında, Milliono’da sohbet sonrası, klasik bir İtalyan mutfağına sahip Al Fresco’da gurme İtalyan lezzetleri mmm! Bir başka alternatif, Japon-Brezilya esintilerini masanıza taşıyan Temahinko’da kokteyl ve sushi ikilisi. Yalnız bu planlar, ilk defa gelmeyecekler için! Yoksa ilk gün Duomo civarında turist rolündeydiniz. Yemek düşünmediğim anlarda sanatla iç içe ve ferahlık bulduğum en gidilesi adresler Pinocotera di Brera sanat müzesi, botanik bahçesi Orto Botanico (Via Brera, 28) ve Da Vinci’nin Son Yemek (Last Supper) deneyimi için Basilica di Santa Maria.
Como Gölünde ilham perisi: Varenna
Ertesi günün rengi mavi! Milano’dan Trena yönündeki trenle; tatlı mı tatlı Varenna’ya. Como gölünün huzur dolu kasabalarından Varenna’ya yayılan taptaze hava “İtalya’ya da bahar gelmiş!” dedirtiyor. Önceki gelişimde, henüz sezon açılmamıştı. Mart sonu, merak ettiğim cafe ve restoranlar bu kez cıvıl cıvıl. İnsanlar spritz kadehleri ya da gelatoları ellerinde, güneşe dönük sohbet ediyorlar, oh! Manzara, sahiden huzurun ta kendisi; göle karşı dinlenip, güneşi içine çekmelik… Yazarken bile sıcak bir mutluluk veriyor. Varenna, balıkçı kasabasıymış, tarihi 11. yy’lara uzanıyor. Varenna’da es geçilmeyecekler: Villa Monastero’nun bahçesinde moda girip, dar sokaklarda romantik yürüyüşler sonunda, Villa Cipressi’nin göl kıyısında kumlara uzanıp rahatlamak… Zamanım olmadı ama enerjisi bol, atletik insanlar, yarım saatlik bir tırmanışla, benim için de Perledo’daki Castello di Vezio’ya varıp, bellissima vista! (muhteşem manzara!) ile güneşi selamlayabilir mi?
Rüzgârın götürdüğü Bellagio
Dalgalar, dalgalar! Varenna’ya hoşça kal! Şimdiyse Bellagio, feribotla oldukça yakınlar. İlk bakışta gözüme bu kasabada, göle bakan villalar çarpıyor, büyüleyiciler. Varenna’ya göre Bellagio’da sokaklar daha hareketli, her iki kasabanın da birbirinden farklı melodik dokusu var. Pizza, makarna kokuları yükselen lokal tat tanrısı restoranlara, sevimli dükkanlara ve çok daha fazlasına rastladığım Via Giuseppe Garibaldi ve en sevdiğim, Salita Serbelloni ve merdivenleri Bellagio’nun en çok fotoğraflanan yeri. La Grotta’da öğle yemeği sonrası, keşiflere devam; Villa Serbelloni, 15. yy’da yapılmış lüks bir otel, öncesinde kontakt haline geçip park ve bahçeleri bir saate yakın keyifli bir yürüyüş neden olmasın…
Her gittiğim ülkede, egzotik ağaçlar ve çiçeklere olan merakımdan Villa Melzi bahçelerine buyurmamak da olmazdı... Keşifler sınırsızken, seçim yapmak zor. Yaz mevsiminde geleceklere müjdeli haber vereyim: aktiviteler çeşitleniyor; Pescallo’da su sporları yapın, San Giovanni ya da Lido di Bellagio plaj moduna geçin bakalım. Bir İtalyan rüyasının daha bitmesine yakın, Bellagio’da aklıma, Ferzan Özpetek’in Serseri Mayınlar filminin sonunda herkesi mest eden “Kutlama” şarkısının melodisi geliyor ve “Memleketime çoktan bahar gelmiştir” diye mırıldanıyorum…
Fotoğraflar: Ezgi KOPUZ
Paylaş