İstanbul Yazıları
Tepedeki Ev
Huriye hanım, Tepe Mahallede üç katlı ahşap bir evde tek başına oturur. Kış vakti yükseklerde çığlık çığlığa martılar uçar, Kuzeyden kara bir rüzgár eser. Hava soğuktur, yağmur çiseler, bazen sicim gibi iner, bulutlar evin üstüne çöker.
Ev, poyraza bakan bir yarın üzerine kurulmuştur. Ön odaları yazın serin olur, kışın ise buz gibidir.
Kış gelince, Huriye hanım ön odaları kapatır, pancurları örter ve sırtını denize dönerek, alt katta arka bahçeye bakan, küçük bir odada oturur hep. Bu odanın pencereleri çamlara bakar, çini soba gürül gürül yanar, oda sıcaktır. Esedursun karayel, buradan rüzgárın sesi bile duyulmaz.
Arka bahçenin önü yüksek bir duvardır, duvardan sonra sokak, sokağın ardında ise gitgide yükselen kırlık var. Ulu çam ağaçlarının altında yaz kış yeşil kalan bitkiler, sararmış dikenler, solmuş çiçekler...
Bu çukur bahçenin önündeki yükseklikten geçen yol, kıvrılarak daha yukarılara, Ada'nın zirvesine nihayet Çinkolu Köşk'ün önüne çıkar.
Kış zamanı pek kimse geçmez yoldan, bir tek Rifat Bey'in oğlu Selim geçer.
Selim, sabah akşam, iki eli ile avuçladığı mızıkasını çala çala yürür, başını yana eğerek.
Selim ilk vapurla İstanbul'a iner, sonra geç bir vapurla döner. Herkesin geçtiği caddelerden geçip, yokuşlardan yukarı çıkmaz, sanki evi Beylik Mahallesi'ndeymiş gibi, sanki Şafak'ın oralara bir yerlere gidecekmiş gibi, vapurdan çıkınca sola sapar, Beylik Evleri geçer, Ada'nın doğu yönüne doğru yürür, yürür, çamların içine vurur ve mızıkasını cebinden çıkarıp çalmaya başlar. Elektrik direklerinin dibindeki ışıklardan geçer, kara ağaç gölgelyerinden geçer, çam pürüleri ile örtülü dar yolara girer, çam ağaçlarının altında, karanlıkta, ıssızlıkta; yollar daralır, daralır, sonunda Huriye hanımın evinin önündeki yola varır. (...)
(Son Uskumru. Engül Yayıncılık.)