Gezgin
Nil’in kıyısındaki tanrılar
Bu seferde bir gemiye binip Nil Nehri'nin üstünde gezindim. Bu nehrin hayat verdiği kıyılardaki tanrılarla tanışıp, dolunayın aydınlattığı gizemli toprakları seyrettim. Dört gün boyunca bir düşün içinde dolaşıp durdum.
Aswan Havaalanı'nda elimde bavul, kapının önünde rehberimi bekliyordum. Dakikalar geçtiği halde kimsenin geldiği yoktu. Benimle birlikte uçaktan inen turistler, otobüslerine binip gittiler. Ortalıkta öylece kalakaldım. İşte o zaman teknoloji imdadıma yetişti. Cep telefonumla, bana bu turu düzenleyen Travel Club'ın sahibi Kayhan Çolakel'i aradım. O da rehberin gelmeyişine haklı olarak şaşırdı. Yerel rehberlerin arada bir böyle sürprizler yaptığını söyleyerek gemiye gitmemi, sorunu çözeceğini söyledi.
Taksi şoförüne işaretlerle, 'Papirus' adlı gemiye gitmek istediğimi anlattım. Aslında işaretlere bile gerek yoktu. Geminin adını vermem yeterli olacaktı. Çünkü Nil gezileri, Aswan'dan başlıyordu. Ve buraya gelen turistlerin hemen hepsi gemilere gidiyorlardı.
Önce yanlış bir gemiye geldiğimi sandım. Çünkü bana geminin 'beş yıldızlı' olduğu söylenmişti. Oysa bu geminin, bir-iki yıldızı düşmüş gibi görünüyordu. Resepsiyondaki görevli, odamın henüz hazır olmadığını, terasta bekleyebileceğimi söyledi. Asansörle 4.kata çıktım. Burada, üç kişinin sığabileceği ve bel hizasına kadar derinliği olan bir yüzme havuzu vardı. Etrafına masa ve iskemleler dizilmişti. Bir kat üstteki terasta, benden önce gelen yolcular, şezlonglara uzanmış sereserpe güneşleniyorlardı. Barmenden soğuk bir Mısır birası istedim. Ülkeye antik çağdan miras kalan bu içkinin, lezzetli olacağını sanıyordum. Yanılmamışım. Sakkara adlı biranın buruk-tatlı bir lezzeti ve kadifemsi bir içimi vardı.
YILDIZLARIN SIRRI
Yarım saat sonra aşağı inip odama yerleştim. Odada küçük ekran bir televizyon ve radyo bulunuyordu. Ama ikisi de çalışmıyordu. Yataklar, sanki Japonlar gibi küçük boyutlu insanlar için yapılmıştı. Her ne kadar fidan boylu bir ırkın evladı değilsem de, yatağa sığmakta zorlandım. Odanın en iyi yanı, aynalarla kaplı banyosu idi. Yalnız havlu koymayı ihmal etmişlerdi. Daha önceki tecrübelerimden, bunun bahşişle ilgili bir işaret olduğunu anladım. Çağırdığım oda görevlisi, eline sıkıştırdığım iki doları görünce, banyodaki tüm askıları havlu ile donattı.
Biraz sonra kapım çalındı. Karşımda, başı örtülü genç bir kız duruyordu. Travel Club'ın gönderdiği yeni rehber olduğunu söyledi. Akıcı bir İngilizcesi vardı. Üniversitede Mısır Tarihi ve arkeoloji tahsili yaptığını anlattı. Geminin hareketine kadar Nil üstünde tur atacak, kenti gezecektik. Feluka denen yelkenlinin gelmesini beklerken, rehberim gemilerin yıldız konusuna açıklık getirdi:
‘Nil üstünde 400'e yakın gemi sefer yapar. Hepsi de 5 yıldızlı olarak tanıtılır. Aslında bunların 15-20 tanesi gerçekten lükstür. Bu lüks gemiler de, Mısır'a çok turist getiren Fransız ve İngiliz turizm acentaları tarafından çok önceden kapatılır. Daha az turist getiren ülke acentalarına ise diğer gemiler pazarlanır.’
ANAÇ BİR KADIN GİBİ
Nil üstünde feluka turu oldukça etkileyiciydi. İki genç sürücünün, yelkenleri idare edişi görülmeye değerdi. Feluka'dan inip, kentte kısa bir tur attık. Daha sonra, belki de Mısır'ın en lüks otellerinden biri olan Katarak'ın bahçesinde birer naneli çay içip gemiye döndük.
Gemi hareket edince, uygun kıyafetlere bürünüp (şort, tişört, şapka, siyah gözlük) üst terasa çıktım. Yanıma Mısır'ın antik dönemini anlatan bir kitapla, Agatha Christie'nin 'Nil'de Ölüm'ünü aldım. Niyetim, bu heyecanlı kitabı geçtiği ortamda okumaktı. Gemi Aşağı Mısır'a doğru yol almaya başladı. Mısırlılar Nil'in doğduğu güney kesime 'Yukarı Mısır', denize döküldüğü kuzeydeki delta bölgesine de 'Aşağı Mısır' diyorlardı. Hafif bir esinti çıktı.
Nehrin iki yanı sebze bahçeleri, muz ve hurma ağaçlarıyla kaplıydı. Yeşilliğin bitiminde kum tepeleri yükseliyordu. Çölün yansıması, her ışığı sarartıyordu. Öylesine güzel manzaralardı ki kitapları bir kenara kaldırdım.
Nil anaç bir kadına benziyordu. Geçtiği her yeri besliyor, can veriyor, sarmalıyordu. Karanlık mavi mavi inmeye başlayınca, garsondan bir bardak kırmızı şarap istedim. Cabarnet Savignon üzümünden damıtılmış şarabın, kötü tadına aldırış etmedim. Karanlık mavi mavi inmeye başlayınca ürperdim. Kıyıdaki ağaçların alacakaranlıktaki gölgelerini seyrettim. Çevredeki düşsel dinginliği dinledim. Yıldızlar ışımaya başlayınca, geceyi sonsuzmuş gibi düşledim.
Nil üstünde yolculuk öylesine güzeldi ki başlangıçtaki tüm olumsuzlukları unuttum.
FAYTONLARIN YARIŞI
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte uyandım. Gemi Edfu kentine yanaşmıştı. Hazırlanıp, caddeye çıktım. Rehberimi bir faytoncuyla pazarlık ederken buldum. Bütün gemiler boşalmış, ziyaretçiler caddenin kenarına dizilmişlerdi. Dörtnala koşan yüzlerce faytonun, bu turistleri 'kapabilmek' için başlattıkları yarış görülecek gibiydi.
On dakikalık bir yolculuktan sonra, Horus Tapınağı'nın önünde indik. Antik çağdan kalma eserlerin en eskilerinden biri olan tapınak, oldukça etkileyiciydi. Aslında gezim boyunca gördüğüm tüm eserlere hayran kaldım. Bunların o zamanların tekniğiyle nasıl yapıldıklarına her seferinde şaşırdım. Tapınağın gerek dev sütunlarında, gerek yüksek duvarlarında bir santimetrekarelik bile boşluk yoktu. Her yer hiyegrolif yazıyla işlenmişti. Sanırım o günler, tüm ayrıntılarıyla bu duvarlara nakşedilmişti.
Öğle olmadan gemi hareket etti. Ve görüntüye yine Nil'in iki kıyısındaki yeşillikler girdi. Nehrin üstündeki trafik oldukça yoğundu. Karşılaşan gemiler, düdükleriyle birbirini selamlıyor, ilgiyle etrafı izleyen turistler de el sallaşıyorlardı. Öğleden sonra, Nil nehrinin sularının kontrol altına alındığı yere geldik ve sıraya girdik. Burada bir havuza girecek, oradan da Nil'in devamına geçecektik.
Gemi bağlanır bağlanmaz seyyar satıcılar kayıklarıyla akın ettiler. Bağırış çağırış hediyelik eşya satmaya çalışıyorlardı. Bildikleri üç beş kelime Fransızca, İngilizce hatta Türkçe ile müşterilere seslenip duruyorlardı.
TANRILARLA DOLU BİR DÜŞ
Havuza girme sırası bize geldiğinde hava kararmıştı. Nil'de tekrar yol almaya başladığımızda dolunay çıkmış, çevreyi bir dinginlik sarmış, masalsı görüntüler iki yanda yine akmaya başlamıştı. Luxor kentinin ışıkları uzaktan göründüğünde, vakit geceyarısını çoktan geçmiş, uyku gözkapaklarıma tüm ağırlığıyla oturmuştu.
Ertesi gün kendimi yoğun bir programın içinde buldum. Önce Krallar Vadisi'ndeki firavun mezarlarına, ardından ilk ve tek kadın firavun Hatşepsut'un, sırtını kayalara yaslamış görkemli tapınağına gittim. Mısır'da yönetici sınıf içinde, en üst noktalara kadar gelme başarısını gösteren bu kadının öyküsünü dinledim. Sonra tekrar Luxor kentine dönüp, efsanevi Luxor ve Karnak tapınaklarını gezdim. O devasa sütunların ve heykellerin arasında dolaşırken, rahiplerle, firavunlarla yüzyüze geldiğimi sandım.
Akşama doğru, Sharia el Bahr-Rıhtım Caddesi üstündeki Kışlık Saray Oteli’nin barına oturdum. Bir kadeh martini eşliğinde, Nil üstünde, yelkenlerini şişire şişire süzülüp giden felukaları seyrettim. Güneş batarken kızıla boyanan minarelerin, sütunların, hurma ağaçlarının silüetlerine bakarak bir düşe daldım. Düşümde Tanrı Horos'u, Tanrı Ra'yı, Tanrı Amon'u, Ramses'i, aslan gövdeli sfenksi, dünyanın yedi harikası piramitleri, hazineleri, mumyaları gördüm. Tüm bu görüntüler karşısında kendimi, kavrama yeteneğini yitirmiş, küçücük bir insan olarak hissettim.
Hala da kendimi bu düşün etkisinden bir türlü kurtaramıyorum.
Ünlü Karnak Tapınağı'nın dev sütunları görkemini hálá koruyor. Günümüzden yaklaşık 4 bin 500 yıl önce yapılan tapınağın gerek duvarlarındaki gerekse sütunlarındaki hiyegrolifler bozulmadan günümüze kadar ulaşabilmiş.
Krallar Vadisi'ndeki firavun mezarlarının duvarlarındaki renkli çizimler bugün bile tüm canlılığını koruyor. Uzmanlar hala kullanılan bu boyaların sırrını araştırıyorlar.
Aswan Kenti'nde Nil üstünde feluka denen teknelerle gezintinin zevki unutulacak gibi değil.
Nil Nehri'nin iki kıyısı tezat görüntülerle kaplı. Çöl ve yeşil yanyana.