Paylaş
Nazım Hikmet sürgün yıllarında yazdığı yolculuk şiirlerinden birinde şöyle söz eder İsviçre’den: “Geçiyor İsviçre camdan/ güneşli bir akvaryumdan/ geçen bir balık gibi/ çok renkli bir balık/ Bakıyorum vagondan/ kederli/ alaycı/ öfkeli biraz da alık.” Gerçekten de, bir tren penceresinden bakıldığında, karlı dağları, dik çatılı evleri, yemyeşil vadileri, çayıra yayılmış inekleri ve gölleriyle insanı alıklaştıran bir görünümü vardır İsviçre’nin.
Yine de, şairin ‘alık’ı ‘balık’la kafiye düşürmek için kullandığını varsayabiliriz. Isviçre göllerinin en derini, en mavisi, heybetli dağlar sayesinde kanımca en güzeli olan Leman Gölü boyunca Alpler’in ihtişamına ‘alık alık‘ baktığım çok oldu. Lausanne-Fribourg treninde, kıyıya kat kat inen bağların içinden geçen trende yalnız değildim. Ama bu kartpostal manzarayı kanıksamış yolcular içinde Fribourg’un çeşmelerini merak eden sanırım yalnızca bendim. Kar sularıyla beslenen bu çeşmelerin ününü duymuştum ama onları yakından görmenin, hikâyelerini bilmenin, serinliklerini hissetmenin keyfi başkaydı.
Çeşmeleriyle ünlü
Bu yıl Fribourg Üniversitesi’nde bir dönem ders verdim. ‘Le bolz’ diye adlandırılan yerel Roman lehçesi de dahil, Almanca ve Fransızcayla birlikte üç dilin konuşulduğu bu kasaba, güneşli kış günlerinde bağrına bastı beni, hani ne derler, Paris’in gürültüsünden, telâşlı kalabalığından sonra ‘ilâç’ gibi geldi. Zaten, biliyorsunuz, İsviçre yalnızca çikolataları ve saatleriyle değil ilâç sanayisiyle de tanınmıştır.
Ama Fribourg, dev sanayi kuruluşlarından uzakta, kuytu ve sakin bir yer. Katedrali, gotik mimarisi, ortasından geçen Sarine ırmağının üzerindeki kemerli, taş ya da asma ve ahşap köprüleriyle olduğu kadar çeşmeleriyle de ünlü. Bu kentteki çeşmeler Anadolu’nun tozlu yollarında rastladığımız, yolcuların susuzluğunu gideren ‘hayrat’ çeşmelerinden çok farklı. İstanbul’un emperyal çeşmelerinden de... Roma’nınkiler gibi anıtsal yapılar. Ortak özellikleri havuzlarının orta yerinden göğe yükselen sütunların tepesindeki heykelleri. Bu heykellerden çoğu Tevrat ya da Incil’den aşina olduğumuz kutsal figürleri tasvir ediyorlar. Aralarında Fribourg’un askeri gücünü simgeleyenler de var.
İsviçre deyince tarafsız bir ülke geliyor akla ama Avrupa’nın tam ortasındaki coğrafi konumu sayesinde asırlardır savaş görmemiş bu topraklarda, daha doğrusu dağ, vadi ve yamaçlarda, bir zamanlar güçlü kuvvetli, yiğit savaşçıların boy gösterdiğini, Avrupa saraylarındaki korumaların bunların arasından devşirildiğini pek bilmeyiz. Bu bağlamda, Hans Geiler’in XVI. yüzyılda yaptığı çeşmenin özel bir önemi var. Devasa sütunun üzerindeki heykel bir savaşçıyı tasvir ediyor çünkü. Elinde kılıcı, sağ beraberindeki arslanla, gelen geçene meydan okuyor sanki. Ya baç ya can alacak. Kılınç kınından sıyrılmış bir kez, kan dökmeden, kelle kesmeden yerine dönmesi artık mümkün değil. Çeşmenin bulunduğu ‘Kasaplar Sokağı’na atıfla, gölgesi suya düşen bir koyun kellesi de yer alıyor kompozisyonda.
Kapadokya’dan Fribourg’a...
Fribourg’un çeşmelerindeki hayvan figürleri yunus ve koyunlardan ibaret değil elbette Aziz Yorgos’un ejderi öldürmesini tasvir eden bir başka çeşme de, bir mimarlık harikası görünümündeki belediye binasının tam karşısında arz-ı endam ediyor. Bu anıtın da yontucusu Hans Geiler ve azizin gümüş zırhından, şahlanan atıyla mızrağından, nalların altında çırpınan canavarın direnişinden etkilenmemek mümkün değil.
Aziz Yorgos bizim Kapadokya’dan kalkıp ta buralara dek gelmiş, bakireyi ejderin pençesinden kurtarmak için zırh giyip kılınç kuşanmış. Böyle davranmakla kötülüğü yeryüzünden tümüyle silmeyi başaramamış belki ama o gün bugündür savaş en azından İsviçre’ye uğramamış, Alpler’in doğu, batı, kuzey ve güneyindeki ülkeleri, yani neredeyse tüm Avrupa’yı kasıp kavurmakla hızını alabilmiş ancak. Yıkım günlerini hiç görmemiş, yaşamamış bir ülkenin eski kentlerinden birinde dolaşmak ister istemez rahatlatıyor insanı, güven veriyor.
Güvenlik kentler hâlâ var
Gardan çıkar çıkmaz aşağıya, eski kente doğru inerken bir çeşme cennetinin içinde buluyorsunuz kendinizi. Yalnızca tarihsel çeşmelerle değil, modern sanatın en uç örnekleriyle de hemhal oluyorsunuz. Jean Tingudy’nin, genç yaşta ölen araba yarışı pilotu Jo Siffert’in anısına gerçekleştirdiği heykel gibi. Büyükçe bir havuzun ortasında, kaldığım beton yığını, çirkin ama konforlu otelin tam karşısında, çelik kasnaklarla ince borulardan ibaret bu heykel de bir çeşme aslında ama oluklarından su akmıyor.
Kentin insanı şaşırtan bir başka çeşmesi de, çarşıda, kalabalığın arasına karışmış bir garibanı tasvir ediyor. Yağmurluğuna sımsıkı sarılmış, başında şapkasıyla aramızdan biri gibi. Bu gariban heykeli öylesine canlı, o denli gerçeğe yakın ki, yaşıyor ve yirmi dört saat yağmurda ıslanıyor sanabilirsiniz.
Eskiyle yeninin, tarihle günümüzün içiçe geçtiği bir kent Fribourg. XII. yüzyılda Zaehringen Dükü IV. Berthold tarafından kurulmuş. O zamandan bu yana da, çok eski kuşatmalar hariç, çatışmalardan, kan ve ateşten uzak kalmış. Savaşların sürüp gittiği, her köşe başında, havalimanlarıyla garlarda, kahvelerde canlı bombaların patladığı dünyamızda güvenli kentlerin de olabileceğinin en somut göstergesi Fribourg. Çoğu geride kalan ömrümün son yıllarını burada yaşamak isterdim.
Paylaş