Paylaş
Hürriyet Seyahat’e yazmaya başladığımdan bu yana sevgili yönetmenimiz Serkan Ocak hep bir ‘Ordu yazısı’ bekliyor. İtiraf etmeliyim, Kaman’dan Kaş’a kadar çok yeri yazarken Ordu için verdiğim sözü tutmakta geciktim. Ama bu kasıtlı bir gecikme değil. İnsanın en bildiği, çocukluğunun, gençliğinin, acı-tatlı anılarının geçtiği bir şehri, yöreyi yazması zor. Ne yazsanız, hep bir şeyler eksik kalacak gibi... Bir seyahat dergisine iki sayfalık yazı değil, küçük bir kitap yazmak gerekiyor sanki.
Bir de eylül ayının ortasında, yöreye özgü bir şenlik, yerel bir bayram vardır. Cumhuriyetimizin kurucusu, sevgili Gazi Mustafa Kemal Paşa (Atatürk), gemiyle çıktığı Karadeniz gezisinde, 19 Eylül 1924’te Ordu ve Giresun’u ziyaret etmiş. Bu kısacık ziyaret Ordu’da -tabii Giresun’da da- güzel, coşkulu bir kutlama vesiledir. En azından bizim zamanımızda öyleydi. Şimdi de bu güzel geleneğin aynı içtenlikle sürdüğünü umarım.
Ordu, Mustafa Kemal’in başkanlık ettiği TBMM Hükümeti tarafından 1920’de kurulmuş, genç Cumhuriyetin çağdaşlaşma hedeflerini içselleştirmiş illerden biridir. Bugün ‘Altınordu’ adını taşıyan il merkezini ilk görenler, doğasından, şehrin denizle iç içe görünümünden ve sosyal yaşamın modern canlılığından hayranlıkla söz ederler. Böyle durumlarda onlara, -içimden hep- “Ah! Siz onu gençliğinde görecektiniz.” demek geçer.
Ordu, Karadeniz’in, belki bütün Türkiye’nin deniz kıyısında ve denizle bağını -her şeye rağmen- büyük ölçüde koruyan ender yerleşimlerinden. Eski şehir, adı türkülerde geçen 450 metrelik bir tepenin, Boztepe’nin eteklerine kurulmuş; yeşilin içinde -çoğu, şehrin savaşlar ve sonrasında göçüp giden gayrımüslim ahalisi tarafından yapılmış- iki katlı, beyaz boyalı, sarnıçlı, bahçeli evlerle dolu, masalımsı bir güzellik gibiydi. Kumsalda doğuya doğru uzanan ilk gelişme planının Batum’dan örnek alındığı söylenir. Batıdan doğuya uzanan iki ana caddeyi denize dikey inen sokaklar keserdi. Bu sayede denizin esintisi ve serinliğinin şehrin içlerine ulaşması sağlanmıştı.
Kibele bulundu
1950’lerin sonunda, 60’ların başında deniz doldurulup sahil yolu yapılınca bu doku bozuldu. Yoldan arta kalan dolgu alanına sokakları tıkayan ve şehrin önünde duvar gibi yükselen çok katlı binalar yapıldı. Üstelik şehir, denizin ve körfezin görüleceği yeni yamaçlara doğru planlı bir şekilde gelişeceği yerde, Giresun’a ve tüm Doğu Karadeniz’e ulaşım sağlanan işlek anayolun iki yanına, ortasından bölünmüş vaziyette uzayıp gitmeye başladı.
Şimdi Boztepe’ye çıkınca, yine denizi, karşı tepelerin, kayaların, dağların sisli siluetini hayranlıkla seyredebiliyorsunuz. Bu kayalardan birinde, eskiden beri antik bir yerleşim olduğu söylenen Kurul Kayası’nda, 2010’dan bu yana sürdürülen arkeolojik kazıda, daha geçen ay, neredeyse sapasağlam, geç dönem bir Kibele heykelinin, üstelik konulduğu yerde (in situ) bulunduğunu öğrenmek de insana ayrı bir heyecan veriyor.
Ama bir zamanlar sadece tepenin eteklerindeyken şimdi doğuya ve -birçok yerde olduğu gibi- verimli tarım arazisine yayılıp giden beton yığınına bakınca, yarım asır önceden kalmış
bir stadyumun yeşilinden başka yeşil alan görmekte zorlanıyorsunuz. Yine bir zamanlar lunaparktan spor yarışmalarına, siyasi parti mitinglerine kadar her türlü toplumsal etkinliğin sergilendiği, tarihi ‘Millet Düzü’nün bugünkü salaş dükkânlarla dolu görüntüsü, şehirlerin tarihinden ve nostaljisinden bihaber yerel yöneticilerin, nasıl hoyrat düzenlemeler yapabildiğinin çarpıcı bir örneğini oluşturuyor.
İkinci sakin şehir
Ordu, Türkiye’nin her yerinde gördüğümüz bu şehircilik yanlışlarına, betonlaşmaya karşın yine de güzel bir şehir. Hele çevreye açılmaya başladığınızda tadına doyamayacağınız doğa parçalarıyla karşılaşıyorsunuz. Doğu Karadeniz’in bütün yaylaları güzel; Ordu’da ayrıca yapılaşmanın henüz bozamadığı Ulugöl, Gaga Gölü gibi mesire yerleri, Altın Postun peşine düşen denizcilerinin mitolojik öykülerini anımsayacağınız ve güneşin denizde batışını mistik bir hayranlıkla izleyeceğiniz Yason (İason) Burnu, uzun doğa yürüyüşlerini göze alırsanız serinliğini hissedeceğiniz saklı çağlayanlar var.
Şehrin batıda bir mahallesi kadar yakın olan Perşembe ilçesi (tarihi Vona Limanı) Türkiye’nin Seferhisar’dan sonra ikinci ‘Sakin Şehir’ (Cittaslow) ünvanlı kasabası. Deniz üstünde dolgu alanına yapılan Türkiye’nin ilk havaalanı da şehir merkezine 10 dakika mesafede Gülyalı İlçesinin sınırında, Piraziz’de.
Ordu, bugün Karadeniz’de nitelikli konaklama ünitesi en fazla olan şehir. Anemon gibi ulusal, Hilton gibi uluslararası markalardan Balıktaşı ya da İkizevler gibi niteliğini kanıtlamış yerel konaklama tesislerine kadar tümünde rahatlıkla konuk olabilirsiniz.
Ordu mutfağı da ayrıca oldukça ünlü. Simitin, tostun, Karadeniz pidesinin ve balığın en güzelini Ordu’da bulacağınızı iddiayla söyleyebilirim. Ayrıca Perşembe-Bolaman arasında -bugün bir mesire yerine dönüşen- eski yol üstünde yiyeceğiniz etin tadını başka hiçbir yerde bulamazsınız. Tabii, bu güzel ziyafetin yanısıra ne içeceğinizi de biliyorsanız.. Ve günü Medreseönünde ‘Uzun Saçlının Yeri’nde çayınızı yudumlayarak sonlandırıyorsanız.
Sanatseverler Ordulular
Bütün bunların ötesinde, Ordu’nun benim için asıl özgün özelliği -buna üstünlüğü de diyebilirim- şehrin kültür düzeyi ve sosyal yaşamının canlılığıdır. 1965’ten bu yana OBKT (Ordu Belediyesi Karadeniz Tiyatrosu) adıyla kadrolu bir tiyatro topluluğunun bulunduğu ender Anadolu illerinden biridir Ordu. Şehirde tiyatronun tarihi 1965’ten çok öncelere, Cumhuriyetin kuruluş yıllarına -hatta mübadele öncesine- dayanır. 40’lı yıllarda çok amaçlı ve işlevsel bir mekan olarak yapılmış bulunan eski Halk Eğitimi Salonu (şimdi Atatürk Kültür Merkezi), o tarihten bu yana nice kültür etkinliğine ev sahipliği yaptı. Bu sayede biz Ordulu gençler, daha orta öğrenim çağımızda CSO’nun, DOB’un, DT’nin ve özel toplulukların temsillerini izleme olanağı bulduk.
Şu anda -Türkiye’nin her yöresinde gördüğümüz taşralaşmadan nasibini alsa da- Ordu’da, OBKT’nin yanı sıra daha birkaç tiyatro topluluğu ve -2010’da açılan yeni Kültür Sanat Merkezinde- Devlet Tiyatrosu, her hafta Ordulu sanatseverlerle buluşuyor.
Paylaş