Paylaş
Günlerin uzaması ve güneşin ısısının artması, insanların da evlerinden çıkma, doğaya, yeni yerlere gitme duygularını kışkırtıyor. Herkes, olanakları ölçüsünde, hiç olmazsa hafta sonları, birkaç gün ya da saat, bir yerlere gidebilmeyi hayal ediyor, planlıyor.İstanbul’da yahut başka kıyı kentlerinde yaşayanlar için bu hayalleri gerçekleştirmek belki çok zor değil. Göklere tırmanmaya çalışan beton yığınlarına sırtınızı dönerek deniz kıyısında bir-iki saat yürüyüş, iyot ve bir yerlerde pişirilen balık kokusu, kış uykusundan çıkmanın müjdesi gibi gelebilir insana bazen yetebilir.
SICAKLIĞI HİSSEDİN
Ama Ankara gibi akarsu kıyısı olmayan -var olanları kurumuş-, ağaçsız bir ‘göl başında’ yürümekten başka seyir yeri kalmamış gri bir şehirde yaşayanların, baharı duyumsayacakları yerler bulmaları o kadar kolay değil. Çoluk çocuk toplanıp dolaştıkları AVM’lerde vitrinlere bakmak, ayaküstü bir şeyler yemek, sonra da bir sinema... Kış boyu yaptıkları şeydir; ama ne güneşin sıcaklığını hissetmelerini sağlayabilir ne de günlerin uzadığını..
Ankaralıların, renksiz/sıkıcı/resmi günlük hayatın dışında doğaya karışmak, ortam değiştirmek, farklı yerler görmek için biraz daha zahmete katlanması, birkaç saat yolculuğu göze alması gerekiyor. Görevleri gereği başkentte oturmak ‘zorunda olan’ yabancılar, diplomatlar, basın mensupları bu keyifli zahmetten hiç sakınmıyorlar. Bu çevrelerden bütün tanıdıklarım, yıllardır Ankara’da yaşayan Türklerden daha fazla çevreyi gezmişler; Kapadokya’yı, Hattuşa’yı, Gordion’u, Kalehöyük’ü ayrıntılarıyla biliyorlar.
HER FIRSATTA YOLLARDAYIM
Geçenlerde, henüz iki yıldır Ankara’da yaşayan yabancı bir gazetecinin bütün bu yerleri -daha da fazlasını- gezdiğini, biraz da gıptayla kendisinden dinledim. Oysa, yıllardır Ankara’da yaşayan ve değil bu ören yerlerini, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni yahut resim heykel ve etnoğrafya müzelerinin yer aldığı tepeyi bile -bir kere olsun- görmemiş nice üst düzey yönetici, hatta kanaat önderi tanıdıklarım var. Anıtkabir’i ve Kocatepe’yi biliyorlar elbette, bir de eski/yeni Ankara lokantalarını...Kendi payıma, baharın ilk ışıklı günlerinden beri, her fırsatta yollardayım. Direksiyon başında, radyodan ya da ulaşılamadığı yerlerde kayıttan yükselen müzikle saatlerce yol arkadaşlığı yaparak uyanan doğayı seyretmek bile güzel ve yeterince dinlendirici...
EN İYİ YEŞİL MÜZE
Mart başında Kaman’a gittim. Ankara’ya iki saatten daha az mesafede bu Kırşehir kasabasında, ‘Kalehöyük’ adıyla bilinen bir Hitit yerleşiminin hemen yanı başında yeni bir arkeoloji müzesi var. Kalehöyük’te uzun süredir bilimsel kazı yapmakta olan Japon Arkeoloji Enstitüsü’nün maddi katkılarıyla 2008’de temeli atılan müze, 2010’da açıldı. Dışarıdan bakınca bir höyük görünümünde. İçeride milattan 3 bin yıl önceye giden eserlerin modern olanaklarla yapılmış sergisi sizi bekliyor. Müzenin ardında arkeologların ve diğer uzmanların çalıştığı ve barındığı enstitü yapıları var; öte yanında da büyükçe bir Japon Bahçesi. Bu nedenle Kalehöyük Müzesi, 2011’de Avrupa’dan ‘En İyi Yeşil Müze’ ödülüne de hak kazandı.
Kapadokya’yı görmek isteyen turist kafileleri, özellikle başta Japonlar olmak üzere Uzakdoğulular, yollarını biraz uzatıp mutlaka bu güzel müzeyi ve çevresini geziyorlar. Bu da bölge halkı için yeni bir bereket kaynağı olmuş ancak bir süredir turizmde gözlenen gerileme, izlerini burada da göstermiş, ziyaretçi sayıları düşmüş.
JAPON BAHÇESİ
2010’da açılan müze dışarıdan bakınca bir höyük görünümünde. İçeride MÖ. 3 bin yıllarına giden eserler sizi bekliyor.
Anadolu’nun orta yerinde Hitit Uygarlığı’nın izlerinin araştırılması, ülkemizde arkeoloji alanının büyük isimlerinden rahmetli Prof. Tahsin Özgüç’e kadar uzanıyor. Kazının sorumluluğunu, 30 yıla yakın, Tahsin Hoca’nın asistanı olarak buraya gelmiş olan Japon Arkeolog Dr. Omura üstlenmiş. Dr. Omura güzel Türkçe konuşuyor, Anadolu’nun kadim toprağı ile olduğu gibi, bölge halkıyla da bütünleşmiş; yılın en az yarısını Kalehöyük’te geçiriyor.
Bu müzenin, enstitü yapılarının ve Japon bahçesinin yapımına büyük emeği geçen bir başka isim de Japon İmparatorluk ailesinden Prens Tomohito Mikasa. Japonya’ya gittiğimde evinde de ziyaret ettiğim ve müzenin açılışını birlikte yapmak onur ve sevincini paylaştığım Prens Mikasa, -ne yazık ki- birkaç yıl önce vefat etti. Kendisini bu vesile ile saygıyla anıyorum.
NASIL GİDİLİR, NERELER GÖRÜLÜR?
Kalehöyük Müzesi’ne gelmek için Ankara’dan iki yol var. Biri Gölbaşı, Balâ üzerinden; yol üstünde Kesikköprü Barajı civarında mütevazı balık lokantaları bulabilirsiniz. Diğeri Kırıkkale, Keskin üzerinden... Kırıkkale, son yarım yüzyılda bir sanayi merkezinin çevresinde önce belediye, sonra ilçe ve 1989’da il olan oldukça yeni bir yerleşim merkezi. Bu kısacık tarihiyle, Ankara’nın hemen yanı başında yeni şehirler kurma konusundaki yeteneksizliğimizin somut bir örneği gibi duruyor. Daha eski bir yerleşim olan Keskin’de ise Orta Anadolu mimarisinin sınırlı özgün örneklerini görmek mümkün.
Kaman, Türkiye’nin en önemli ceviz üretim merkezi.
Müzenin sınırları içinde bulunduğu Kaman, Türkiye’nin en ünlü ceviz üretim merkezlerinden biri. Yol boyu ceviz fidanı satış ilanlarıyla dolu; bir fidan almazsanız bile birkaç kilo ceviz alıp, yolculuğun bu güzel anısını sofranıza taşıyabilirsiniz. Zamanınız varsa yolu bir saat uzatarak Kırşehir’i de görebilirsiniz. Anadolu’da ‘Ahilik’ adıyla esnaf örgütlenmesi geleneğinin merkezi sayılan bu kent, önemli tarihi yapıları ve müzik kültürümüzdeki özgün yeriyle, hem görülmeye, hem de özel olarak ayrıca anlatılmaya değer.
‘VENİ, VİDİ, VİCİ’
Baharla başladığım yolculuklar Kalehöyük’le sınırlı değil elbet. Hemen ardından Ankara çevresinde yeni bir kaplıca merkezi olarak adı gittikçe daha fazla duyulan Haymana’ya da, zorunlu bir ziyaret için -bilmem kaçıncı kez- yeniden gittim. Ama Hitit kaya kabartmalarını görmek için Gâvurkale bölgesine yine gideceğim.
Geçen hafta, Boğazköy, Alacahöyük ve Jül Sezar’ın ‘Veni, Vidi, Vici’ sözlerini bağrında görkemli bir anı gibi saklayan Zile yakınlarından geçerek yeniden ulaştığım ve bedestenlerini, çarşısını hüzünle gezdiğim Tokat’ı ise, umarım fazla gecikmeden- bir başka yazıda anlatmaya çalışacağım.
Paylaş