Paylaş
Assisi, tepeden aşağıya, Tiber Irmağı boyunca uzayıp giden geniş vadiye, bodur zeytinlerle endamlı servilere, çam ve çınarlara ‘buranın hâkimi benim’ der gibi biraz kibir, daha çok da azametle bakıyor. Oysa Aziz Francesco her türlü güce, servete, bencilliğe, ille de debdebeye savaş açmış, alçak gönüllü ve yoksul bir aziz, ‘bir lokma bir urba’yla yetinen ermişlerdendi. Onun nice ders çıkartabileceğimiz yaşam öyküsüne ‘Bana İtalya’yı Anlat’ kitabımda yer vermiştim. Yolunuz Assisi’ye düşerse bu öykünün başlıca merhalelerini Giotto’nun fresklerinde de görebilirsiniz. Azizin kendisine bir melek suretinde görünen İsa’nın yaralarını nasıl kendi gövdesine nakşettiğini, kent halkına musallat olan canavarı evcilleştirip yalnızca insanlara değil tüm canlı varlıklara da vaaz verdiğini, giysilerinden sıyrılıp neredeyse çıplak yollara düştüğünü, inancını başka dinlere mensup insanlarla da paylaşabilmek için Mısır’a dek giderek sultanla görüştüğünü adım adım izleyebilirsiniz. Ben de öyle yapmıştım Assisi’ye ilk gelişimde, Giotto ustanın hünerini, eşsiz mavileriyle gerçekçi figürlerini o zaman da okurlarımla paylaşmıştım. Bu kez bir başka konuya değinmek, yine aynı telden ama daha değişik bir tarzda çalmak istiyorum.
Sant’Egidio adlı kurumun otuzuncu kuruluş yıldönümü vesilesiyle, dinler ve kültürler arasında köprüler oluşturmak amacıyla dünyanın dört bir yanından buraya gelen ruhani liderlerle birlikteydim. Yalnızca üç semavi dinin temsilcileri değil, budizm ve şintoizm gibi Asya kökenli dinlere mensup kanaat önderleri de aramızdaydılar. İçinde yaşadığımız çatışma ortamında, Tanrı adına masum insanların katledildiği dünyamızda barış ve kardeşlik çağrısı yapan Sant’Egidio’nun toplantısına İtalya Cumhurbaşkanı ve Papa Francesco’nun da bizzat teşrif etmeleri doğrusu çok anlamlıydı. Yalnızca Papa değil Fener Patriği Bartolome ve İslam dünyasından önemli şahsiyetler de Assisi’deydiler.
Nazım'la Papa’nın ortak yönü
Barış meşalesini birlikte yakıp ayrı dillerde ama hep birlikte dua ettiler. Burada Papa ile tanışıp konuşma fırsatım da oldu. Kendisi alçak gönüllü, bilgili, karizmatik bir kişiliğe sahip! Ona İtalya’da geçen ay ‘Angelo Rosso - Kızıl Melek’ adıyla yayımlanan şeytan, melek ve komünisti, kutsal kişiliğine yakışır bir ithafla hediye ettim. ‘Kızıl Melek’in bildiğimiz melek değil, komünist şair Nâzım Hikmet olduğunu söylemedim ama. Eğer zahmet edip okursa nur yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesinin silinip silinmeyeceğini merak ediyorum. Yoksulların, mağdurların, ezilenlerin yanında yer alan, eşitsizliğe karşı duran Papa’nın Nâzım Hikmet’i benimseyeceğinden eminim. Özellikle barış konusunda anlaşacaklarını da tahmin edebiliyorum. Yoksa ‘Kızıl Melek’i, konuşmasını “Tanrının istediği barışı hep birlikte hayata geçirmeliyiz” diye bitiren Aziz Peder’in mübarek ellerine teslim etmezdim. Soğuk Savaş döneminde barış mücadelesini yürüten komünistlerden bu meşaleyi günümüzde katoliklerin devralmış olmaları da tarihin öngörülemeyen cilvelerinden olsa gerek.
Assisi’de bu kez yalnız değildim. Dinler arası diyaloğu savunan, bu diyaloğun gerçekleşmesi için ellerinden geleni yapan barışseverlerle birlikteydim. Manastırın bağlarında özel olarak üretilen şarapla dolu kadehlerimizi insanlığın mutlu geleceği ve barış için kaldırdık ama şarabın buruk tadı damaklarımızda kaldı. Savaşın bölgemizi halâ kasıp kavurduğunun bilincindeydik.
Paylaş