Güncelleme Tarihi:
“Bu ifade Hürriyet yazısının hemen üstünde kırmızı puntolarla yazılmış. Lütfen Müslüman asıllı ibaresi hiç kullanılmadığı gibi Musevi asıllı da kullanılmasın. Herkesin dini imanı kendine. Bu ifadelerden ilgi çekmek için faydalanmak doğru değil. Bizler de laik Cumhuriyet’in tam paylı eşit bir vatandaşı olmak hasebi ile bu istemimizde oldukça ısrarlıyız ve hassas bir duruş sahibiyiz. Yakışmıyor bu saatten sonra imanla inançla sansasyon. Ne yazık ki, ne ilk ne de son. Nafile beyhude çabalar benimki. Üzüntülerimle...”
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, Sosyal Değişim Derneği’nin “Ulusal basında nefret suçları; 10 yıl 10 örnek” projesinin Danışma Kurulu’nda görev almış bir akademisyen. Bu çalışmaları nedeniyle İnceoğlu’ndan, “Savarona’nın finansörü Musevi asıllı Petkimci Maşkeviç” haberini değerlendirmesini rica ettim:
“Ana akım medyanın içselleştirdiği ‘biz’lik tanımı var. Buna göre; ‘Biz Türk’üz, Müslümanız, Sünni’yiz, heteroseksüeliz, muhafazakârız’ vs. Bu tanımın dışında yer alan gruplar çoğu zaman ötekileştiriliyor. Medya, milliyetçiliği, ırkçılığı yeniden üretirken, toplumun öfke ve nefret duygularının ötekilere karşı yöneltilmesine kasıtlı olmasa da, zaman zaman neden oluyor.
Hürriyet’in başlığındaki ‘Musevi’ kelimesi gereksiz kullanılmış, Musevi vatandaşların bu haberden rahatsızlık duymaları doğal. Kaldı ki burada işadamının ‘Musevi’ ve ‘finansör’ kimlikleri ile Savarona yatına yapılan fuhuş operasyonu arasında ilişki kurulduğuna dair okurların yanlış algılamalarına neden olma riski var. Madem medyada ‘Türk asıllı’ veya ‘Müslüman asıllı işadamı’ başlıkları atılmıyor, bu tür başlıklardan da kaçınılmalı. Dil, din, etnik kimlik vs. dayalı haberlerde Reuters’in şu yaklaşımı bize yol gösterici olmalıdır: ‘Bir kişinin ırk, renk, etnik veya dini aidiyeti, sadece konuyla bir bağlantısı olduğu takdirde belirtilmelidir.”
İnceoğlu’nun bu başlıkla ilgili saptamalarına ben de katılıyorum. Haberin öznesi olan kişinin kökeni, haberin bir unsuru olması halinde yazılabilir. Örneğin dünkü Vatan’ın manşetinde yer alan ve Maşkeviç’in bu iddialar nedeniyle Dünya Yahudi Kongresi üyeliğinden atılacağı belirtilen ancak sonra doğrulanmayan haberde “Yahudilik” haberin asli unsuruydu. Dolayısıyla yazılmasında bir sorun yoktu.
Hürriyet’in söz konusu haberinin içeriğinde de Maşkeviç’in portresinin bir parçası olarak Musevi olduğu bilgisi veriliyordu. Ancak bu bilgi başlıkta öne çıkarılarak bütün Musevilerle ilgili olumsuz çağrışımlara kapı açılmış oluyordu. Nihayetinde Maşkeviç, bir fuhuş olayında finansör olmakla suçlanıyor, o başlıkla eylemin günahı da sadece o kişiye ait olmaktan çıkıyordu. Elbette kasıt yok, ama maalesef sonuç üzücü.
Magazin haberlerinde hakaret
Okurlarımızdan İrfan Yıldız, Seren Serengil ile yeni boşandığı eşi Musa Aytun’un hakaret dolu tartışmalarına ilişkin haberlere tepkiliydi:
“Birbirleri hakkında iğrenç nitelendirmelerle dolu haberler inanın Hürriyet gibi bir gazetede yayınlanmaya değer, haber niteliği taşıyan yayınlar değil. Özellikle Seren Serengil’in twitterde yazdıklarını kaynak göstererek yapılan yayında şu kelimelerin yer bulabilmesi düşündürücüdür: Şerefsiz, kansız, iblis, potansiyel hırsız, kumarbaz, profesyonel yalancı.”
Okurun bu yaklaşımını Magazin Servisi Müdürü Selim Akçin’e aktardım. Akçin, okuru yanıtlarken, Fazıl Say’ın “Arabesk yavşaklığı” ve Haluk Bilginer’in “Oyuncuların çoğu yavşak” sözleriyle başlayan tartışmaları anımsattı. Akçin, okurun uyarısını üzerinde durmaya değer buluyordu:
“Elbette herkesten, Haluk Bilginer’e yanıt veren Müjdat Gezen’in üslubunu beklemek doğru olmaz. Üslup, Seren Serengil-Musa Aytun tartışmasında ‘başka perde’den olunca ‘şunu ayıklayalım, bunu ayıklayalım’ ne kadar denir, tereddütlerim var. O yüzden okuyucumuzun bu eleştirisini Hürriyet Gazetesi Magazin ekibi olarak ciddiyetle tartıştığımızı söyleyebilirim; ‘Bir sonraki haberde ne yaparız’ın yanıtını bulmak için. Eğer bu konuda fikirlerini paylaşmak isteyenler olursa da mail adresim: seakcin@hurriyet.com.tr.”
Okuyucular Selim Akçin’e görüşlerini ileteceklerdir. Ben de Okur Temsilcisi olarak “Türkiye gazetecileri hak ve sorumluluk bildirgesi”ndeki “gazetecinin hakaretten uzak durması gerektiği” ilkesini hatırlatmak isterim. Ayrıca hakaretin yayın yoluyla aktarılması da yasalarda suç olarak tanımlanıyor.
Fazıl Say ve Haluk Bilginer haberlerinde “yavşak” sözcüğü, haberlerin asli unsuruydu, ayıklandığı takdirde ortada haber kalmıyordu. Ayrıca orada genel ifadeler kullanılmıştı, somut kişiler hedef alınmamıştı. Bir yanıyla sanat ve sanatçılar tartışılıyordu. Serengil-Aytun haberinde ise doğrudan bir kişi hedef alınıyordu. O hakaret sözcükleri çıkarılsa da haberin özü değişmezdi; olan biten okuyucu tarafından yeterince anlaşılabilirdi.
Akreditasyonlar hep sorunludur
GENELKURMAY Başkanlığı’nı yeni devralan Orgeneral Işık Koşaner’in, medyaya yönelik akreditasyon uygulaması üzerine yeni bir çalışma başlattığını duyuyoruz. Koşaner, muhtemelen listeyi genişletip yeni ölçütler getirecek. Şimdiden vurgulamak gerek, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin akreditasyon uygulaması tamamen kaldırılmadığı takdirde tartışmalar, eleştiriler dinmez.
Doğrusu, listeyi, ölçütleri elden geçirmek değil, akreditasyona son vermek. TSK’nın basın toplantıları ve diğer faaliyetlerinin bazı gazetecilere açık bazılarına kapalı olması basın özgürlüğü açısından desteklenebilecek bir tavır olamaz. Bu uygulama hem kamunun haber alma hakkı açısından sakınca doğuruyor; hem de medyanın “TSK nezdinde akredite olanlar ve olmayanlar” diye iki grup olarak algılanmasına zemin hazırlıyor. Bu yöntemin TSK’ya bekledikleri yönde bir yarar getirdiğini de sanmıyorum.
TSK’nın yasağı kaldırmasından dem vururken, akreditasyon uygulamasının son yıllarda diğer kurumlara yayıldığını da gözardı etmemeliyiz. Sadece TSK’nın değil, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, bakanlıklar, yüksek yargı ve siyasi partilerin de akreditasyon uygulamasına son vermesi gerekli. Gazeteciler, basın kartı ya da kurum kimliğini göstererek her faaliyeti izleyebilmeli.
Okurdan kısa kısa
Ayşe Sayman: 24 Eylül günü ekonomi sayfasında çıkan “Elektrikli otomotiv için şimdiden tarife istendi” başlıklı haberde cümlenin öznesi “w” olmuştu. Ne garip, haberde “w” diye bir şahıs ya da şirketten de bahsedilmiyordu!
Tayfun Bayhan: 29 Eylül’de spor sayfasında çıkan “Kral Gibi Geceydi” adlı başlığınızda “Galatasaray’ın eski başkanı Selahattin Beyazıt, Faruk Ilgaz ile kol kola fotoğraf çektirdi” diye yazılmış. Fotoğraftaki o kişi Beyazıt değil Ali Tanrıyar’dı. Bu yanlışı düzeltmeniz gerekli.
Tarık Konal: 24 Eylül’de çıkan “Picasso ve Mevlana gibi olalım, turizmle krizin etkisinden çabuk çıkalım” başlıklı haberde düzeltme imi kullanılarak “Mevlânâ” yazılmıştı. Bu sözcüğün doğru yazım biçimi Mevlana’dır. Düzeltme iminin kullanılacağı yerler bellidir.
Cahit Yalçın: Ne yazık ki, arka sayfayı alınan reklamlardan dolayı okuyamaz olduk. Haftanın dört beş günü reklamlardan dolayı arka sayfadan yoksun kalıyoruz. Lütfen arka sayfamızı bize geri verin.
Doğan Korkmaz: 27 Eylül’deki spor sayfası komik olmuş. GS-İstanbul BŞB maçı 3-1 bitmiş, üstte skor yazıyor. Ama altta “Maçın üç notu” bölümünde “GS, ilk kez Rijkaard ile üç maçını da üst üste gol yemeden tamamladı” diye yazıyor. Belediyenin golü golden sayılmıyor herhalde...
Nehir Sancaklı: 16 Eylül’deki “Vali beye CHP kızağı” başlıklı haberin veriliş tarzını gazetenize yakıştıramadım. Bir vali çıkıp, geçmiş olayları kendince yorumlamış, iktidara yaranmak ya da bir yerlere mesaj vermek istemiş. Bakanlık da üç ay sonra merkeze almış. Hepsi CHP’nin dışında gelişen olaylar. Allah aşkına neden CHP kızağı? Belki atanma nedeni farklıdır.