Güncelleme Tarihi:
Üst mahkemenin, basın özgürlüğüne aykırı olduğu yolundaki tepkiler nedeniyle geri almak zorunda kaldığı sansür kararını, iktidar sözcülerinin savunmuş olması bir muhasebe yapmayı gerekli kılıyor. Medyada ve sosyal medyada yazılanlara, aktarılanlara bakılırsa sansür, bilgi kirliliğinin artmasına yol açtı. Okur Temsilciliği’ne gönderilen mesajlar, resmi makamların açıkladığı ölü sayısına dahi inanmayanlar olduğunu, olayın faili konusunda türlü senaryoların tedavüle çıktığını gösteriyor. Bu da doğal bir süreç. Bir toplumda açık bilgi kaynaklarını engellerseniz fısıltı gazetelerinin tirajı artar. Medyanın sansürlendiği yerde insanlar, böylesi dedikodulara kolayca inanır.
Reyhanlı’da da böyle olması kaçınılmazdı. Siyasi otorite, saldırıyla ilgili olarak Esad yönetimi ve onun istihbarat örgütü El Muhaberat’ı suçlayan politik bir söylem tutturdu. Ama sınır güvenliğinin sağlanamaması ile araçların tipine, hangi kaportacıda özel bölmeler yaptırıldığına varıncaya kadar bütün hazırlıklarla ilgili istihbarat olmasına rağmen saldırının önlenememesine açıklık getirilmedi. Güvenlik birimleri de ilk günlerde faillerin adresi ve saldırıyla ilgili somut deliller konusunda resmi açıklamalar yapmak yerine gazetecileri “fısıltılar” ile yönlendirmeyi tercih etti. Muhaberat’ın, “Acilciler” adlı bir örgütü taşeron olarak kullandığı iddiaları da buralardan sızdırıldı medyaya. Çok geçmeden bu örgütün 1988’de feshedildiği, 30 yıldır da hiçbir eylem yapmadığı ortaya çıkınca Reyhanlı saldırısıyla ilgili güvenilir bilgi problemi iyiden iyiye büyüdü. İlçede Suriyelilere yönelik tacizlerin artmasının, bu insanların bir bölümünün tehlikeyi göze alıp ülkelerine geri dönmelerinin nedeni de bu atmosfer olsa gerek. Oysa sansür yerine açıklık tercih edilse, güvenlik birimleri kulaklara fısıldamak yerine basın toplantılarıyla tatmin edici açıklamalar yapsaydı dedikodular ve komplo teorisyenleri böylesine etkili olamazdı.
İşin bir de gazetecilik etiği ile ilgili yanı var ki, onu da kayda geçirmek lazım. 25 yıl önce feshedilmiş bir örgütü, saldırının faili ilan ederken daha dikkatli olmak gerekmez miydi? Kanıttan vazgeçtim, hangi “üst düzey yetkili” söylerse söylesin yazmadan önce süzgeçten geçirilmesi gerekmez miydi? “Üst düzey yetkili söyledi” ya da “iddia edildi” demek, gazetecinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz. Manipülatif bilgilerin taşınmasına aracılık etmenin faturası, adı bilinmeyen yetkiliye değil gazeteciye kesilir.
Ölümün pornografisi
İRAN’da bir mahkûmun idam edilmek üzereyken son anda ipten alınmasına ilişkin fotoğraflar, birçok gazete ve internet sitesinin yanı sıra Hürriyet’te de ilk sayfada yer buldu. Okurlarımızdan Funda Keskin Ata, bu fotoğrafların yayınlanmasının yanlış olduğu kanısındaydı:
“İran’dan idam fotoğrafları yine manşetinizde. Okuyucunun ilgisini çekiyor olabilir. Ama insanların idam edildiğini fotoğraflarla açıkça göstermek, aslında bu tür uygulamaları normalleştiriyor. Amerikalılar 11 Eylül saldırılarından sonra ya da son terör olaylarında, ölen insanların bedenlerini sergilemediler. Çünkü bu sergileme aslında caydırıcı ya da tiksindirici bir etki yapmıyor. Ayrıca ülkemizde önemi olmasa da bu tür sergilemeler insan onuruna aykırı”.
11 Eylül saldırısı ile karşılaştırmaya katılmadığımı belirtmeliyim. Zira İran’daki bu olayda ceset ya da kanlı vahşet fotoğrafları yok. İdamın, geri dönüşü imkânsız ve çağdışı bir cezalandırma yöntemi olduğunu göstermesi bakımından okura sunulması gereken, iz bırakacak fotoğraflar bunlar. Öldürülen kişinin bir yakınının “Affettim” diye bağırması üzerine yaşanan idamdan kurtarma telaşı yansıyor fotoğraflara. Sonunda ölüm değil, yaşama dönüş var. Peş peşe kullanılan fotoğraflar “ölümün pornografisi”ne dönüşmeden, insani bir trajediyi gözler önüne seriyor.
Hakarete aracılık
TÜRKÜCÜ Nihat Doğan’ın, hakem Cüneyt Çakır için Twitter’da yazdığı sözler Hürriyet internette “40 yıllık hamamcıyım böyle g.t görmedim” başlığıyla verildi. Okurlar bu habere tepki gösterdi. Okurlardan Ümit Gülşen, “Böyle bir başlık olabilir mi? Zıvanadan çıkmış”, Rıdvan Kısacık, “Bu bir hakaret, haber değeri taşımıyor. Bunun haber yapılması Hürriyet’e yakışmadı” dedi. Kadir Fırat ise başlıktaki sözlerin küfür olduğu kanısındaydı: “Mademki küfür haber oluyor isterseniz bir küfür de ben edeyim haber yapın. Kusura bakmayın ama yaptığınız habercilik değil”. Bunca yıllık gazeteciyim, Hürriyet’te bu kadar hakaretamiz bir başlık hatırlamıyorum. Keşke bu başlığın içeriğini yazmadan konuyu değerlendirebilme şansım olsaydı. Maalesef mecburum o başlığı buraya da yazmaya. Aksi halde anlaşılmaz bir metin ortaya çıkacaktı. Nihat Doğan’ın, Cüneyt Çakır’a hakaret etmesi kendi bileceği bir iş. Ama bir gazeteci olarak bizler Twitter’da yapılan hakareti alarak, yayın yoluyla daha geniş alanlara yaymamalıyız. Suç olması bir yana, bir insanın rencide edilmesine aracılık etmek gazetecilik etiğine sığmaz. Hele Nihat Doğan Twitter’da sadece “g” harfiyle yazıp nokta koymuşken, onu Hürriyet internette tırnak içinde “g.t” olarak yazmak hiç yakışık almadı. Sözleri deforme edip hakareti daha belirgin hale getirmek niye?