Protesto ihtiyacınızı giderirken başkalarını rahatsız etmeyiniz

Yalçın Kekeç’i seviyorum. Buyrun işte, söyledim. Platonik mılatonik: Seviyorum işte, var mı diyeceğin(iz)?

Kim midir Yalçın Kekeç? Çukurova Üniversitesi Rektörüdürler kendileri efen’im; öğrencilik döneminde iki kez TÜBİTAK Ödülüyle taltif edilmiş bir şahsiyettirler: ‘Ölen bir canlının normal yapısını yitirmemiş iskelet kası mekanik gücünden yararlanılması’ ve dahi ‘Septik şok tedavisinde antistine, klorpromazin ve rezerpin bileşiminin yeri’ filan gibi, insanda ana haber bültenini Japonca dinliyor hissi uyandıran ‘abur cubur’ mevzularla uğraşan, bir acayip akademisyendirler...

Bu ‘işgüzar’ cicibeyin canını sıkan bir mevzuya dair 19 Mart tarihli bir haberi alıp kişisel arşivine kaydetmiş deli gönlümüz. Ki haber, şu minvalde:

‘Çukurova Üniversitesi’nin içinde öğrenci ve personelin ‘protesto gereksinimi’ için kurulan alan boş kaldı. Yaklaşık bir yıl önce ‘protestoya açılan’ alan, yalnızca dört kez kullanıldı. Üniversite Rektörü Prof. Yalçın Kekeç; ‘Yaşamın her zaman arzu edildiği gibi sürmediğini, zaman zaman protesto gereksinimi duyulduğunu’ söyledi. Bir kişinin bazen yaşama gelişini bile protesto ihtiyacı duyabileceğini belirten Kekeç; ‘Ancak, protesto ihtiyacı giderilirken başkalarını rahatsız etme hakkı bulunmadığı gerçeği göz ardı edilmemeli. Biz de bunu göz önüne alarak, Türkiye’de bir örneği bulunmayan, protestoların rahatlıkla gerçekleştirilebileceği bir alan yaptırdık’ dedi.’

Nasıl kıvam?.. Alanda üç kürsüyle, protesto sırasında yorulanlar için bank ve çelenk bırakma yeri bile var, Allah sizi inandırsın. Var mı böyle adam gibi bir adam?

Şimdi, gelelim mi Radikal’in başarılı bir fikr-i takiple ele aldığı bir başka habere? Radikal’in önce ‘Sadece susmak serbest’ ardından da ‘Meğer susmak da suçmuş’ başlığıyla manşetten verdiği haberin özeti, mealen şöyle:

Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde YÖK’ü, savaşı ve paralı eğitimi protesto eden öğrenciler bir ya da ikişer dönem uzaklaştırmayla cezalandırılıyor. Öğrenciler, disiplin cezalarını susarak protesto için Ocak 2002’de ağız ve gözlerini bantlayıp, ‘YÖK’e, IMF’ye, paralı eğitime evet’ dövizleri çıkartarak, oturma eylemi koyuyor. Bunun üzerine üniversite yeni bir soruşturma açıyor ve daha önce uzaklaştırma cezası alan öğrencilerden beşi okuldan atılıyor.

Bu öğrenciler arasında bulunan Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Pınar Çelik, konuyu yargıya taşıyor. Danıştay 8. Dairesi, geçen yıl Çelik’in okuldan atılma işleminin yürütülmesini oybirliğiyle durduruyor ancak üniversite bu yargı kararını zamanında uygulamaya koymuyor.

Rötarla da olsa mevzu, nihayetinde mutlu sona bağlanıyor: 8. Daire, davaya son noktayı koyuyor ve Çelik’in okuldan çıkarılma işlemini esastan iptal ediyor.

Gelin görün ki, gecikmiş adalet, tam anlamıyla adalet değildir.

Ve hani manşetlerde, terörün, İspanya ve Türkiye’de nasıl farklı ‘şekil’de protesto edildiği sorgulanıyor ya, insan sormadan edemiyor: Bu millet ‘protesto eylemlerini bile güneşli havalarda koyan tembel tabiatlı bir ulus’ olmakla suçlanıyorsa, bunun kabahati esas kimdedir? Protesto eylemi, insani bir ihtiyaç mıdır yoksa suç mudur; bunun kararını verecek olan hangi mercidir?

‘Karı gibi’ bişi!

Sosyologlar, linguistik uzmanları filan didinedursun, İngiliz bilimadamları ‘metroseksüel’in esas tanımını yaptı, ne mene bir halt olduğu konusunda ‘bilimsel’ bir sonuca ulaştı: ‘Karı gibi bişi’miş...

Zira, Cambridge Üniversitesi’nin yaptığı araştırmaya göre dünyanın en ünlü metroseksüeli David Beckham, ‘kadın beyni’ne sahipmiş... Hem habere göre Beckham, bu konuda yalnız da değilmiş. ‘Erkeklerin beşte biri, modayı takip etmek, dedikoduyu sevmek, yeterli bilgi sahibi olmaksızın yargılara varmak gibi özellikler atfedilen ‘kadın beyni’ne sahip’miş... Şimdi bu özellikler neden salt kadınlara mahsus özellikler olarak değerlendiriliyor, kadınlar üzerinde bir araştırma yapılmış mıdır, bana sormayın, beni aşar... Ancak, sırf ‘karı gibi gülen’ vahim bir yaratığa dönüşmemek adına, içinden gülmek geldiğinde dudaklarını ısıran, karizma sattığı sanrısıyla insanların suratına boka bakar gibi bakan ve muhtemelen bu haberden fena hálde rencide olan errrkek arkadaşlarımıza bir tavsiyemiz var:

Ya sevin ya terk edin kardeşim. İstikamet neresi mi? Çin!..

Zira bildiğiniz üzre, Çin Futbol Federasyonu, Genç Milli Futbol takımı oyuncularının, Beckham’ın saç modelini taklit etmesini yasakladı. Federasyon, 17 yaş altı Milli Takım oyuncularını, Beckham’ın at kuyruğu saç modelini, Roberto Carlos’un dazlak kellesini ve diğer boyalı, uzun, ‘acayip modelleri’ uygulamaktan men etti.

Çinliler müthiş adamlar birader. Málûmunuz, astronotlar da teyid ediyor. Çin Seddi, teee uzaydan bile (!) çıplak gözle görülebiliyor. Çin Seddi aşılmaz, saç dediğin uzatılmaz, erkek dediğin karı gibi kırıtmaz ve sırıtmaz. Yahu bu ne be? Ben ki kadın olsun, erkek olsun, süslü şeylerden pek hazzetmem, Beckham’ın avukatlığı bana mı düşüyor?

Yine ezber tarumar... Hey güzel Allah’ım, bu dünya nereye gidiyor?

Patlarsam yanarsın!

Arto dediniz mi, mevzuatın eli ayağına dolaşıyor... Haberi okudunuz mu Allah aşkına? Arto Bey, yine Garabetler Diyarı’nda...

Ey ahali, duyanlar duymayanlara anlatsın: Arto Bey, sahibi olduğu cep telefonunun firmasına büyük bir tazminat davası açmaya hazırlanıyor. Niye, bilin bakalım? Zira Arto’nun cep telefonu patlamış! Kendileri yanma tehlikesi geçirmişler!! Zavallı hafsalamız zorlanıyor, bünye buna nasıl inansın???

Beyanat tıpı tıpına şöyle: ‘Uyuyordum, hatta rüya görüyordum ve rüyamda Tamer Karadağlı ile cebelleşiyordum. Birden büyük bir patlama oldu. Ne olduğunu anlayamadım. Yatağım ateşler içinde kaldı. Sonradan fark ettim ki cep telefonum patlamış. Ateşleri suyla zor söndürdüm.’

Haberin devamı: Arto, patlamanın pilden kaynaklandığını, pilin orijinal mi, muadil mi olduğunu araştırdığını, sonuca göre firmaya büyük bir tazminat davası açacağını söyledi.

Onu bunu bir yana bırakın, anladığımız şu ki: Kimileri sevgilisine, kimileri çocukluğundan kalma bir alışkanlıkla oyuncak ayısına sarılarak filan uyur. Anlaşılan o ki ‘Kıyamazlar’dan Arto Bey’, cep telefonuna sarılarak uyuyor...
Yazarın Tüm Yazıları