Öyküsünü anlatamayan haber

Güncelleme Tarihi:

Öyküsünü anlatamayan haber
Oluşturulma Tarihi: Ocak 26, 2015 00:01

HABERLERİN de öyküleri vardır. Kimi haber kendi anlatır öyküsünü, kimileri de okurun bilgisine, anlayışına bırakır geçmişinden getirdiği yükü.

Haberin Devamı

Tanık olanlar unutsa da arşivler saklar o haberlerin içinde barındırdığı dramı.
Sayfanın altında, diğer haberlerin arasına sıkışmış “ÇYDD bilirkişi raporu: O diskten delil olmaz” haberi de öyküsünü anlatmıyordu. Sıradan bir yargı haberi görünümündeydi. Bilirkişinin, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Çağdaş Eğitim Derneği yöneticilerinin yargılandığı davada en önemli kanıt durumundaki sabit diske, ÇYDD Kadıköy şubesinden alınıp Emniyet’e getirildikten sonra dosyalar yüklendiğini belirlediğini duyuruyordu.
Oysa çok değil, altı yıl önce manşetlerde başlamıştı o harddiskin öyküsü. O günlerde Türkiye, “Ergenekon dalgaları” ile sarsılıyordu. “12. Dalga”da polis, akademisyenleri, rektörleri gözaltına almış, ÇYDD Başkanı Türkan Saylan’ın evini aramıştı.
O günden itibaren iktidara yakın gazeteler ve cemaat medyası Saylan’a, ÇYDD ve ÇEV’e yönelik operasyona haklılık kazandırma yarışına girmişlerdi. Haberden çok iddianameye, polis bildirilerine benzeyen metinler yayımlıyorlardı. En büyük dayanakları da o harddiskti, sürekli atıfta bulunuyorlardı diskte bulunan “belgelere”. Bu tür kaynaklardan beslenen o gazete başlıklarından bazılarını hatırlatayım:
Bugün- (18 Nisan 2009) Amiralden gizli mektup/Bahriyeli gençlerin TSK içinde nasıl örgütlendiğini gösteren şok mektup ÇYDD’nin Kadıköy şubesinde ele geçirildi. Mektupta “Yeni mezun teğmenlerin kızlarla kontrol altında tutulması gerekmektedir” ifadeleri yer aldı.
Zaman- (19 Nisan 2009) Türkan Saylan’a ‘ajan misyoner’ diyenler kendi dostları.
Star- (20 Nisan 2009) Çağdışı ayrımcılık/Ergenekon operasyonunda aranan ÇEV’in öğrenciler arasında ayrımcılık yaptığı raporlarla belgelendi. Öğrenciler imam hatipli, Alevi, fikri şüpheli diye fişlenmiş.
Vakit- (16 Nisan 2009) Burs PKK’lıya/Vakıf paralarını PKK’lılara burs olarak verdiği ve karşılığında yalancı tanıklık yapmalarını istediği ortaya çıktı.
Ağır hasta olan Türkan Saylan’a yönelik suçlamalar bu kadarla sınırlı değildi. “Misyoner, Amerikan ajanı, darbeci, örtü düşmanı, PKK yanlısı, lezbiyen” olduğunu yazmakla kalmadılar; hastalığı ile de alay ettiler. Vakit’te Abdurrahman Dilipak “O da bizi aşağıladı, etme bulma dünyası” diye yazarken, Yeni Şafak’ta Özlem Albayrak, “Saylan’ın kızlara bursla birlikte ‘bekâretinizden kurtulun’ tavsiyesi verdiğini” öne sürecek kadar ileri gidebildi. Desteksiz suçlamanın, haysiyet cellatlığı yapmanın sınırı yoktu o günlerde.
Hürriyet’in de aralarında bulunduğu bazı gazeteler ise Saylan, ÇYDD ve ÇEV’e yönelik bu koroya katılmadı; tam tersine savundu onları. Hürriyet’in başlıkları da kanıtlıyor gazetenin o günlerdeki adil ve sorgulayıcı yaklaşımını; İnşallah aşk mektuplarımı almamışlardır (14 Nisan 2009), Bunun rövanşını hukukla alacağız (15 Nisan 2009), ÇEV’deki deliller/ Polisin, Atatürk posteri, Nutuk ve Suna Kan’ın konser biletlerine bile delil diye el koyduğu ortaya çıktı (16 Nisan 2009), Bir süre daha yaşamam gerek (17 Nisan 2009), Atılmadık iftira kalmadı (18 Nisan 2009) Ayşe Arman da geniş bir söyleşi yaparak, Saylan’ın, hakkındaki suçlamaları yanıtlamasına imkân sağladı.
“ÇYDD Bilirkişi raporu: O diskten delil olmaz” haberinin öyküsü, işte bu gelişmelerle başladı. Altı yıldır da devam ediyor. Öykü tamamlandığında, tekmili birden yazılması gerekecek. Bu yazıyı, o gün geldiğinde kimi gazeteler ve gazetecilerin oynadığı rol unutulmasın, hakkı teslim edilsin diye yazdım.
Geçmişle yüzleşmek herkes gibi medya için de zorunlu...

Haberin Devamı

İsmi yok ama fotoğrafı var

Haberin Devamı

“ÖĞRENCİSİYLE aşk çıplak fotoğrafta” başlıklı haber, bir boşanma davasını konu alıyordu. 21 Ocak’ta yayımlanan bu habere göre, bir erkek, öğretmen olan eşini evde bir genç ile yakalamış; yarı çıplak fotoğraflarını çekerek bunları boşanma davasında kanıt olarak kullanmıştı.
Başlık ve spotlarda, hatta haberde, “kadın öğretmenin öğrencisiyle aşk yaşadığı” vurgulanıyordu. Ama haberde “M.Ö. ifadesinde 6 yıl önce görev yaptığı Kuyucak’taki bir ortaokuldan öğrencisi olan R.Ş. ile ilişkisi olduğunu kabul etti” deniyordu. Demek “öğrencisi” değil, bugün artık 22 yaşında olan “eski öğrencisi” idi. İkisi arasında büyük bir fark var.
Ayrıca haber, tamamen “koca”nın gözüyle yazılmıştı. Kadın haberin tamamında “suçlu” olarak işaret ediliyor; hangi il ve ilçede öğretmen olduğu, ne dersleri verdiği, yaşı açıklanıyordu. İsminin kodlanması, bu bilgiler sayesinde anlamını yitiriyordu.
Dahası, haberde “eski öğrencisi” ile kadın öğretmenin fotoğrafları kullanılmıştı. Üstelik ilk sayfadaki fotoğrafta da, üçüncü sayfadakinde de kadının yüzü yeterince buzlanmamıştı. Yüzü, tanınacak kadar açık bırakılmıştı.
Daha önce de yazdım, bu tür haberlerde bir standardın olması gerek. İsimler, hangi durumlarda açık yazılacak, ne zaman kodlanacak? Toplumda zarar görmemeleri ya da masumiyet ilkesi nedeniyle isimleri kodlanan kişilerin kimlik bilgileri nasıl verilecek, fotoğrafları nasıl buzlanacak?
Henüz Hürriyet’te bu konuda bir standart olmadığını, uygulamanın duruma göre değiştiğini söyleyebilirim...

Haberin Devamı

Okurdan kısa kısa

Nuray Babacan (Hürriyet) Eski Bilim, Teknoloji ve Sanayi Bakanı Nihat Ergün’ün, sahte diplomalı TÜBİTAK çalışanına ilişkin anlattıkları, gazetemizde “Bizim damat sahtekârmış” başlığıyla yayınlandı. Bazı internet siteleri de haberi “Ergün’ün sahtekâr damadı” diye verdi. Ergün, bu kişiyi kendi damadıymış gibi gösteren başlıkların kendisini ve ailesini üzdüğünü dile getirdi. Haberde de sözü edilen kişinin Ergün’ün kızlarının değil, “yeğeninin eşi olduğu” vurgulanmıştı. Ben de başlıktan kaynaklanan bu sorun için üzüldüğümü belirtmek istiyorum.
Murat Özdemir: 20 Ocak’ta üçüncü sayfadaki “Hasta yatağımda beni aldattı” haberinin fotoğraf altında iki cümle var. İki cümlede de ölen kadının “iki çocuk annesi” olduğu tekrarlanmış. Galiba vurgulamak istediniz bu bilgiyi.
Işık Noyan: 17 Ocak’ta Cumartesi ekinde Ali Tufan Koç imzalı yazıda geçen “La Bohème operasının ilk kez Türkiye’de sahneleneceği” bilgisi yanlış. 60 yıllık bir kurum olan Devlet Opera ve Balesi bu eseri birçok kez 6 ildeki yerleşik sahnelerinde başarıyla seyirciyle buluşturdu. Yazarınızın “Türkiye’de ne yazık ki operanın, müzikalin karşılığı yok denecek kadar zayıf” yorumuna da katılmak mümkün değil. Tenor yerine “tenör” yazmak da ayrı bir özensizlik.
Çağla Ayaz: Arka sayfada, ABD’deki trafik kazası haberinde kaza yapan araçların sayısı spotta “100’e yakın” haberin içinde ise “yaklaşık 70”. Bu hata nasıl gözünüzden kaçtı anlamadım. (20 Ocak)
Erdal Bodur: 22 Ocak’ta “O ülkenin içine 21 Türkiye sığar” başlıklı galeride sözde Meksika bayrağı görsel olarak veriliyor. Kartalın ağzında kocaman bir marijuana yaprağı var. Bu görseli sitenize koyarak okurlarınızı yanıltıp bir milletin simgesini küçük düşürdüğünüzün umarım farkına varırsınız.
NOT: Bu hata okurun uyarısı üzerine düzeltildi.
Sadık Baycan: 16 Ocak’ta ekonomide “Yemekte Toz Var” haberinde “Soylent Green” adlı filmde Arnold Schwarzenegger’in oynadığı yazılmış ve onun fotoğrafı kullanılmış. Ama o filmde Charlton Heston rol almıştı.
Yeliz Turan/ Baki Özkan: hurriyet.com.tr’de videolar otomatik olarak açılıyor. Bu durum kota sıkıntısına yol açıyor. Daha da önemlisi işyeri gibi ortamlarda aniden ses yükseliyor ve apar topar kapatmak zorunda kalıyorsunuz.
Can Buğdaycı: 17 Ocak’ta, Kızılyıldız- GS Euroleague basketbol maçının sonucuna ilişkin tek satırlık haber yapılmayışı Hürriyet’e yakışmadı. Bu aksaklık maçın TSİ ile 22.00’de başlaması ile açıklanamayacak boyutta.
NOT: Maça ilişkin haber İstanbul’daki son baskılara yetişmişti.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!