Güncelleme Tarihi:
Kaan Baştopçu adlı okur, “Manşete anlam veremedim” deyip ekliyordu:
“ÖSYM’nin bugüne kadar bir kadro, bütçe sorunu yok muydu da bugüne kadar düzgün işleyen bir kurumdu? ÖSYM’nin yaptığı yanlışları kadro ve bütçe ile açıklamaya çalışmak, herkes kurumu eleştirirken savunmak da nereden çıktı? ÖSYM kurulduğundan beri böyle çalışıyordu. Hatırlayın Prof. Dr. Altan Günalp zamanında tek bir hata mı oluyordu?”
Bilal Durdalı adlı okur da haberi eleştirirken “Yarımağan’ın sadece bu kadar maaşla çalışıyormuş algılaması yaratılması çok yanlış olmuş” diyordu. Durdalı, “ÖSYM’nin teşkilat kanunu olmamasından kaynaklanan sıkıntılar olabilir ama bunun haberde işlendiği gibi verilmesi yanlış anlaşılmalara neden olur” görüşünü savunuyordu.
Bu eleştirileri haberi kaleme alan arkadaşımız Nuran Çakmakçı’ya yönelttim. Çakmakçı, haberini savundu:
“ÖSYM’nin kadro ve bütçe sorunu hep vardı. Ancak gündemde ÖSYM olunca ve hatalar arka arkaya gelince, başka bir açıdan da bakmak gerekiyordu. Biz hiçbir kurumun yanlışlarını savunmak için haber yapmadık. Sadece olaya farklı bir açıdan baktık. Yani madalyonun diğer yüzünü gösterdik.
Haberin tüm unsurları doğru. Yasası, bütçesi vs yok. Maaş da doğru. Yarımağan, bu maaş dışında üniversiteden emekli olduğu için emekli maaşı alıyor. Ayrıca sınavlardan sorumlu olduğu zamanlar küçük sınav harcırahları alıyor. Kimseyi mağdur yerine koymak ya da acındırma gibi bir amacım yok. Sadece kurumun çalıştığı koşulları ve durumunu göz önüne aldım.”
Okur Temsilcisi olarak, bu eleştirileri değerlendirirken eğitim uzmanı Nuran Çakmakçı’nın ÖSYM’nin hatalarını ilk günden itibaren yazdığını hatırlatmalıyım. Bu da ÖSYM’yi kayırmak gibi bir çaba olmadığını ortaya koyuyor.
Ancak yine de bu haberde yanlış anlamalara meydan vermemek açısından eksikler olduğunu düşünüyorum. ÖSYM’nin kadro ve bütçe sorunlarının baştan beri olduğu vurgulanmalıydı. Okurun da söylediği gibi ÖSYM’nin geçmişte de benzer koşullarda çalışmasına rağmen bu kadar çok hata yapılmadığına dikkat çekilmeliydi. Hele “Hatalarıyla yüzbinlerce aileyi çileden çıkaran ÖSYM, aslında bu şartlar altında mucize yaratıyor” demek abartılıydı.
Yalanlamalar da yalanlanır
12 Haziran’da Hürriyet’te çıkan “Ya düzelt ya git” başlıklı manşette Anayasa Mahkemesi Raportörü Osman Can’ın uyarıldığı duyuruluyordu. “Kurumu yok saymaya yönlendiren açıklamalarını düzeltmesinin istendiği” belirtiliyor, “Can’ın yakında Anayasa Mahkemesi’ndeki görevinden ayrılması sürpriz sayılmayacak” deniyordu. Bu haber, bazı gazetelerde ertesi gün yalanlandı. Hatta “haberin askeri güçlerce yazdırıldığı” iddiaları bile ortaya atıldı.
Haberi yazan Hürriyet Ankara Temsilcisi Metehan Demir, bu iddiaları bir kenara not etmişti. Geçen gün Osman Can’ın mahkemeden ayrılıp üniversiteye döneceği haberlerini görünce hemen haberini hatırlattı. Haberini yalanlayan gazetecilere küçük bir sorusu vardı:
“Zaten biz de haberimizde Osman Can’ın öyle bir iki gün içinde değil, adli tatil başlayana dek Anayasa Mahkemesi’nden ayrılacağını belirtmiştik. Aynen haberimizdeki gibi oldu. Zira o zaman asıl muhatap durumundaki Anayasa Mahkemesi’nden de bir yalanlama gelmemişti. Peki, haberi yalanlayan o gazeteciler şimdi ne yapacaklar?”
Evet, haklı bir soru. Umarım o haberi yalanlayanlar şimdi de kendi haberlerini yalanlar, bu gelişmeyi görmezden gelmezler.
Antalya basını ve fuhuş baskınlar
AKDENİZ Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Süleyman İrvan’ın, “insan ticareti” ile ilgili araştırmasından 12 Temmuz’daki yazımda söz etmiştim. İrvan’ın, “Olaylar, fuhuş baskınları şeklinde tanımlanıyor, insan ticareti boyutu gözardı ediliyor. Nataşa tanımı da hâlâ kullanılıyor” görüşünü aktarmıştım. İrvan’a Hürriyet Akdeniz Bölge Temsilcisi Dursun Gündoğdu’dan yanıt geldi:
“İrvan’ın hem haklı hem de haksız olduğu yönler var. Medya artık fuhuşa karışan yabancı uyruklu kadınlara ‘Nataşa’ demiyor. Medya ‘Nataşa’ isminin Türkiye’deki ‘Elif’ ve ‘Ayşe’ gibi çok kullanılan bir isim olduğunu, o ülkelerde yaşayan bu isimdeki kadınları rencide ettiğini geç de olsa fark edip, bu yanlıştan döndü. Ancak operasyonu takip eden gazetecinin ilk aşamada, bu kişilerin mağdur olup olmadıklarını bilmesine imkan olmuyor. Kadınlar, polisteki sorgularında, pasaportlarının ellerinden zorla alındığını, fuhuşa sürüklendiklerini söylüyorlarsa, bu sonraki haberlerde yer alıyor ve kadınlardan mağdur olarak söz ediliyor. Ayrıca Antalya hem basını hem polisi hem de turizmcisi ile ülkelerinden fuhuş amaçlı kandırılarak getirilen bu tür kadınlar konusunda belki de Türkiye’deki en duyarlı kenttir.”
Okurdan kısa kısa
- Mahmut Haktan: İstanbul Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı Rifat Sarıcaoğlu’nun, “5 yıl içinde Bursa ve Antalya’da olmak istiyoruz” dediğini yazmışsınız. Bu nasıl bir haber? Anladığım kadarıyla bu bir temenni. YÖK’ten henüz izin çıkmamış, başvurulduğu bile belli değil. Beş yıl içerisinde vaat edilenler yapılmazsa, gazeteniz bunun takipçisi olacak mı?
- Rauf Töre: Beni rahatsız eden tek konu gazetemizin magazin haberlerine fazla yer vermesi. Avrupa’da Türk bakkalları vardır, ne ararsanız bulursunuz. Benzetmem belki biraz abartma olacak; ama bırakın onun bunun eteğinin mini olması, göğüslerinin slikonlu olması gazetemizde yer almasın.
- Ahmet Parlak: 21 Temmuz’da Kelebek ekinde Ayna köşesinde Melis Alphan, Paşhan Yılmazel’in kıyafetini eleştiriyor. Yılmazel’in eşofmanındaki kordonu ince bulduğu için sicim diyorsa sorun yok; ama kalın buluyorsa halat demesi gerekirdi.
- Alber Davla: Gazetemizin 18 Temmuz tarihli nüshasında Ekonomi sayfasında kakao fiyatlarının zirve yaptığı haberinin bir yerinde “241 bin ton kakao çekirdeği”nden, diğer bir yerinde “241 bin ton kahve çekirdeği”nden bahsedilmiştir. Hangi üründen bahsedildiği konusunda karışıklık yaşanmış.
- Nurettin Aslan: Kelebek ekinde “Bingöl’de Kolçak izdihamı” haberini okudum ama anlamadım. İzdiham Bitlis’te mi oldu, Bingöl’de mi? Başlıkta Bingöl’dü, içinde ise Bitlis olmuştu.