Güncelleme Tarihi:
Okur Temsilcisi olarak benim dikkatimi çeken bölümü ise Zana’nın Hürriyet’e seslendiği satırlardı: “Hürriyet kendine yakışan bir şekilde Hürriyetçi bir mantıkla logosunu artık değiştirmeli ve ‘Türkiye Türklerindir’ yerine ‘Türkiye Türkiyelilerindir’ deme büyüklüğünü göstermeli.”
Zana’nın sözleri kadar, bu talebi Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu ile Ankara Temsilcisi Metehan Demir’in yaptığı bir söyleşide dile getirilmesi ve bunun gazetede aynen yayımlanması da önemli bir gelişme.
Hürriyet logosundaki “Türkiye Türklerindir” ibaresine gelen eleştiriler üzerine konuyu araştırmış; o slogan ve bayrağın gazetenin yayın hayatına başlamasından 1.5 yıl kadar sonra, 8 Kasım 1949 tarihinde konulduğunu yazmıştım. Gerekçesi de o günkü başyazıda “Hürriyet’in Avrupa’da da basılmaya başlanması ve yabancı memleketlerde diğer gazetelerden tefrik edilebilmesi, oradaki Türklerin o bayrağın etrafında birleşmeleri” olarak açıklanmıştı. Atatürk’ün portresi ise 1 Ocak 1987’de logoya eklenmişti.
Elbette o sloganın akıbetiyle ilgili karar gazete yönetiminin. Ancak o sloganın oraya konulmasıyla ilgili olarak 1949’da açıklanan gerekçelerin ortadan kalktığı da çok açık. Kaldı ki, “Ne mutlu Türküm diyene” şiarının her yanda haykırıldığı bir Türkiye’yi geride bıraktık artık. Tersine, bu ülkenin vatandaşları olarak kimimiz Türk olmaktan, kimileri de Kürt, Arap, Laz, Rum, Ermeni, Musevi, Gürcü olmaktan mutluluk duyuyor; haklı olarak da bunu dile getiriyor. O insanların “mutluluğu”na ortak olmanın yolu da eski ayrımcı sloganları sürdürmek değil, ortak paydaları hatırlatmaktan geçer, o da Türkiye vatandaşlığıdır. Logoda bu ülkenin bayrağının bulunmasına itiraz edilmemesi de ortak payda konusundaki görüş birliğinin kanıtı olsa gerek.
Kürtçenin, seçmeli de olsa Milli Eğitim Bakanlığı’nın dersleri arasına girdiği bir Türkiye’de olduğumuzu unutmayalım.
Kanser haberleri
“KANSER hastalarına müjde” haberleri eksik olmuyor gazete ve haber portallarından. Geçtiğimiz günlerde Hürriyet internette de bir müjde haberi vardı. O haberi okuyan, Hürriyet Ege’nin yazarlarından Reşat Kutucular, kanserin türlerinin ve tedavi yöntemlerinin sürekli değiştiğine ama yıllardır bu konudaki haberlerin yaklaşımının gelişmediğine dikkat çekti. Kutucular’ın eleştirisi özetle şöyle: “Kanser haberlerine karşı duyarlıyım. Tıp doktoru değilim ama babam 90’lı yıllarda iki yıl mücadele ettikten sonra kansere yenik düştü. Ben de yanındaydım ve üç ay Houston’daki MD Anderson Kanser Merkezi’nde bulundum. Hâlâ da kendi çapımda takip ediyorum.
Kanseri tek tip bir hastalıkmış gibi kategorize etmek yanlış geliyor bana. Örneğin bu haberde de testlerin meme ve yumurtalık kanseri vakalarına dönük olarak yapıldığı görülüyor. Artık kanser türlerinin birbirinden çok farklı seyrettiğinin, tümör tiplerinin de seyri etkilediğinin, evre konusunun da önemli olduğunun farkında olmamız gerek. Hatta ‘amansız hastalık’ klişesinin de konuyu anlamsızca bulandırdığını düşünüyorum. Kanser hayatımızın bir gerçeği artık. Sevimsiz olsa da. ‘Yumurtalık kanserinden vefat etti’ şeklinde net bir biçimde ifadeden yanayım. ‘Kanseri yendi’ tarzı bir yaklaşımı da aşırı coşkulu buluyorum. Sonuçta ilerlemesi durdurulan bir tümörün nüksetme ya da sıçrama ihtimali var.”
Basın İlan gereksiz mi?
BASIN İlan Kurumu öncülüğünde yerel gazetelerde başlatılan birleştirme çalışmalarını daha önce yazmıştım. Malatyalı yerel gazeteciler de kentte 38 yıldır yayınlanan Görüş gazetesinde 16 Mart’ta çıkan “BİK Devletin Zararına Olmamalı” başlıklı yazıyı ilettiler. Yerel gazetelerin birleştirilmesi girişiminin eleştirildiği yazıda “Basın İlan Kurumu’nun “gereksiz ve miadını doldurmuş bir kurum olduğu” savunuluyor: “27 Mayıs 1960 İhtilali’nden sonra, ‘Demokrat Parti iktidarı valileri, gazetelere haksız resmi ilan dağıtımı yapıyordu’ gerekçesiyle ihtilal hükümeti tarafından Basın İlan Kurumu kanunu çıkarılmış ki, her fikirdeki gazeteye eşit resmi ilan dağıtılsın. 50 yıl önce sözde gazetelerin hakkını korumak için kurulan bu kurum, bugün devletin ve gazetelerin hakkını yiyen bir kuruma dönüşmüştür. BİK yasalara aykırı olarak şube açıp, gazetelerden haksız olarak komisyon ücreti almaktadır. Kanuna aykırı olarak açılan bu şubeler kapatılmalı ve BİK’in gazetelerden haksız olarak aldığı yüzde 15 komisyon ücretleri iade edilmelidir.”
Okurdan kısa kısa
- Adnan Genç: Bugün (6 Haziran) Bandırma’daki şenlik haberi var internette. “Festivalin adı Kuşcenneti. Seyircilerin çoğu çocuk. Etkinlik erotik şov.” Fotoda iki genç kız elleri havada bir şeyler yapıyorlar. Erotik bir şey yok. Görüş alınan tek kişi var, o da AKP ilçe başkanı. Ben editör olsam, çöpe atardım bu haberi...
NOT: Haberin gazetedeki başlığı, daha doğru bir yaklaşımla “Şenliğe ‘erotik’ suçlaması” olarak verilmişti.
- Burak Muratlar: Bugün 8 Haziran. Gazetede üç yazım yanlışı gördüm. Ekonomide, Hollanda yerine Holanda, gündemde züccaciye yerine zücaciye, ölüm ilanında Yıldırım soyadı yerine Yıldırm yazılmış.
- Birhan Kayıkçı: Artık tahammül sınırlarını zorluyor. Fenerbahçe veya Aykut Kocaman ile ilgili haber yaparken soyadının çağrışımını kullanmak zorunda mısınız? Adam ne yapsa başına “kocaman” ekliyorsunuz. Kocaman Yasaklar, Kocaman Fırça! Daha yaratıcı başlıklarda buluşmak üzere...
- Uğur E.: 12 Haziran’da spor sayfasında “56 dakikada şampiyon” haberinde “Yağmur nedeniyle bugün oynanan son set, sadece 56 dakika sürdü” yazıyor. Ya ajans haberindeki günü düzeltmediniz ya da siz bir falcısınız ve maçın önceden görüp öyle yazdınız.
- Burak Aslan: Hürriyet Çukurova ilavesinin arka sayfasında kan bağışı ile ilgili bir haber var. Ama başlık “Kanramanlar iş başında” diyor. Kanraman, yeni bir terim mi yoksa bir hata mı?
NOT: Hata değil, kampanyadaki pankartlarda da kullanıldığı gibi “kan” verme ile kahramanlık arasında paralellik kurulmuş.
491 gün 7 mevsim
“ARADAN 491 gün geçti” diye başlıyordu Oda tv’den gelen çağrı. Gazeteciler Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu ve Müyesser Yıldız’ın, 99 gün aradan sonra bugün yeniden hakim karşısına çıkacakları hatırlatılıyor, gazetecilere yöneltilen suçlamaların niteliğine dikkat çekiliyordu: “134 sayfalık iddianamede; 361 kez ‘haber’ kelimesi, 280 kez ‘kitap’ kelimesi, 53 kez ‘yazı/köşe yazısı’ kelimesi, 26 kez ‘röportaj’ kelimesi ve 5 kez ‘makale’ kelimesi geçiyor. Sadece bu rakamlar bile, yargılananın gazetecilik olduğunu göstermiyor mu? Dört bilimsel rapor da, söz konusu dijital verilerin virüslü olduğunu, arkadaşlarımıza ait olmadığını net bir dille kanıtladı. Sonuç olarak; deliller sahte ama gazeteciler tutuklu.”
Böyle giderse tutuklanan gazeteciler, yasaklanan gazeteler ile gelişmeleri aktarmak için bu köşede daimi bir pencere açmamız gerekecek.