O şimdi Başbakan şimdi o Araf’ta

"Tarık, sen ki, bir Emevi çadırında doğdun, şimdi İspanya saraylarının hazineleri önündesin, Tarık sen nereden geldin, nereye gidiyorsun?"

Abdülhak Hamid’in Tarık Bin Ziyad’ı anlattığı tiyatro eseri. Tarık Bin Ziyad gemileri yakıyor ve Endülüs’ü işgal ediyor. Saraydaki ünlü tiradında, geldiği yere kendisi de inanamıyor. "Sen nereden geldin, nereye gidiyorsun" sorusu.

Tayyip Erdoğan’ın ruh halini anlatan bir soru.

Kasımpaşa’dan başlayan yolculuk, imam hatip okulu, şöyle böyle bir yüksek okul, yabancı dili geçiniz, aniden Schröder, Sarkozy, Putin, Tony Blair, Bush, Zapatero ve devamı. Onların yaşadığı yerler, dinledikleri müzik, okudukları kitaplar, genel tavırları Tayyip Erdoğan’a teğet geçmiyor.

Gördüklerinin altında ezilirken, sık sık:

"Tayyip, sen ki Kasımpaşa’dan çıktın, şimdi dünya liderleri ile birliktesin. Tayyip, sen nereden geldin nereye gidiyorsun."

Çevresinin bu gaza katkısı sonsuz. Ümitsizliğin başlangıcı.

Her konuşmasında "ben, ben Başbakan olarak, benim Bakanım, benim valim, ben bakanımı gönderdim" söyleminde sabitleşen, tehlikeli bir ruh hali. Kendini yetersiz görmeyle ateşlenen bir hırs hali.

EMİRLE YAZAN ALÇAKTIR

Aynı yetersizlik şimdi medyaya patlıyor. Ve bizlere, köşe yazarlarına, Erdoğan’ın deyimiyle, silahşorlara.

Para karşılığı, emirle yazı yazıyormuşuz.

1- Emirle yazı yazan alçaktır. Herhangi birisinin, o birisi patron olabilir, bir tanıdık olabilir, aynı dünyanın insanı olabilir, fark etmez.

2- Erdoğan emeğe saygısızlık yapıyor. Her yazı bir emek ürünü.

3- Köşe yazarı mutlaka silahşor olacak. Erdoğan’ın ya da patronun silahşoru. Ona göre, köşe yazarlığı gerçekleri taraftarı olduğu gruba göre yazmak anlamına geliyor. Demokrasi ve çoğulculukla uzak yakın ilişkisi yok. Diktatoryal bir heves.

4- Demek ki, kendisine bağlı medya, ona silahşorluk yapıyor. Daha da kötüsü, silahşorluğu onlardan isteyen Erdoğan. Zaten AKP medyasına bakınca, Erdoğan’a hak vermek gerek.

EN BÜYÜK PATRON

Erdoğan neden bu kadar sinirli?

Deniz Feneri harberlerinden yola çıkarak, saldırı kampanyası başlatmak, onun en zayıf noktası. Çünkü, olay Almanya’da hazırlanan bir iddianame. Suç, bu olayları haberleştirmek.

Deniz Feneri, Erdoğan’daki Tarık Bin Ziyad halini geri getiriyor.

Seçimlerde aldığı yüzde 47 oy, Erdoğan’ın kimyasını bozuyor. Yüzde 47, o güçlü, o şimdi Başbakan, onu kimse eleştiremez. O şimdi Araf’ta. Madem ki, yüzde 47, o her şeye muktedir. Çoğunluk diktasına giden yolun ağzı.

Yok Şaban Dişli, yok Gaziantep, yok Batman ve derken Deniz Feneri gibi yolsuzluk iddiaları, Erdoğan’ın sağında solunda patlayan mayınlar gibi.

Toplumdaki kaleleri tek tek ele geçiriyor. Ama işçi sendikası, ama futbol federasyonu, ama RTÜK, ama YÖK, ama medya. Tayyip Erdoğan şu anda en büyük medya patronu. Söz geçiremediği yere, diş geçirmeye çalışıyor.

Tarık Bin Ziyad vaziyeti, aynaya baktıkça, hep kendisinin övülmesini istiyor ve bekliyor. Olmayınca, çılgına dönüyor.

85 yıllık Türkiye Cumhuriyeti böyle bir Başbakanla ilk kez karşılaşıyor.

Olli Rehn’i ve ötekileri arıyorum

HER derde deva, AB Komiseri Olli Rehn herhalde tatilde.

Türkiye’de yaprak kımıldasa, demokrasiyle ilgili mangalda kül bırakmayan Olli Rehn’nin, Erdoğan’ın medyaya saldırısında çıtı çıkmıyor.

AB’de medyayla böylesine kavga eden bir başka Başbakan var mı? Hani, AB’nin demokratik değerleri, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü. Üstelik, bütün suç, aktarılan bir iddianame.

Sadece Olli Rehn mi? AKP kapatma davası sürecinde demokrasi aslanı kesilen Avrupa Konseyi Başkanı nerede? Nerede o AB ülkelerinin arka arkaya demokrasi tanımlarını içeren açıklamaları?

AB’yi küçük düşüren bir suskunluk.
Yazarın Tüm Yazıları