O ’kötü’ kadınlar

-Merhaba!

-Merhaba.

-Ne içersin?

-Garson biliyor...

Bir zamanlar İstanbul’da, Beyoğlu’nun arka sokaklarında gün ağarırken gölge gibi dolaşan "kötü" kadınlar vardı. Şişman, göbekli, kalın bacaklı. Boyadan yüz hatları seçilemeyen kadınlar. Neonları sönmek üzere olan "pavyon" ya da "saz"lardan çıkarken attıkları sarhoş kahkahaları ya da kavgaları bozardı Beyoğlu’nun sessizliğini.

Bildiğim, duyduğum ve zannettiğim o "kötü kadınlar"ın yuva yıktıkları, kendilerine aşık ettirdiği erkekleri maddi manevi bitirdikleri, tükettikleri idi. Ha bir de "kötü yola" düşmeden önce her birinin hazin bir hikayesi olduğu.

Beynimdeki fotoğrafta, siyah-beyaz Türk filmlerinin de payı bulunuyor elbet. "Ağa düşen" Türkan Şoray ya da "ağa düşüren" Neriman Köksal, Suzan Avcı.

Zamanlar değişti, melodiler de öyle. "Pavyon", "saz" ad değiştirdi. "Gece kulübü" veya "bar" oldu. Konsomasyona "kadeh dostluğu, konsomatrise "barwoman" dendi.

Değişim, şüphesiz konsomatrisin dış görünümünü de etkiledi. Artık zayıf, blucinli ve az biraz makyajlı. Siyasetten spora kadar az çok bilgili. Ayrıca, Türkiye de Yunanistan da son yıllarda "ithal" konsomatrislerle tanıştı.

Peki erkekler bu tip mekanlarda ne arar? Günümüzde konsomatrisin "kimliği" nedir?

Atina Üniversitesi’nde araştırmacı Liopi Abaci, akademik yaşantısının ilk adımında bu sorulara cevap bulmaya çalıştı. Süslendi püslendi ve bir arkadaşı ile gittiği beşinci sınıf bir barda patronla sohbeti koyulaştırıp, ertesi gün işbaşı yaptı.

Tam iki yıl boyunca Yunanistan’ın dört bir yanını dolaşıp bu tip mekanlardaki müşterilerin ve konsomatrislerin profilini inceledi.

İşte Abaci’nin araştırmasının sonuçlarından bazı alıntılar:

"Her dönemin kendine özgü cinsel kültürü vardır. Cinsel yaşamda ne yapacağımızı, nasıl elde edeceğimizi ve nasıl kaybedeceğimizi önemli ölçüde o dönemin koşulları etkiler. Sözünü ettiğim bu kültürün aynası da paranın başrolü oynadığı cinsel ilişkilerdir.

Konsomatrisin işi müşteri ile birlikte içmektir. İyi bir konsomatris bar piyasasında tanınan, kendi müşterisi olandır. Birkaçı hariç, tanıdığım kadınların öyle dramatik bir hayat hikayesi yoktu. Kolay ve çok para kazanmak bu tercihlerinde en büyük etken. Dolayısıyla, saptıkları yoldan kolay geri dönmüyorlar.

Bu kadınlar kendilerine büyük saygı duyuyorlar. Özgüvenleri hayli fazla. Buna karşı erkeklere saygıları çok sınırlı.

Konsomasyon artık evlilik için tehlike değil. Müşterilerin önemli bir bölümü evli ve bunu gizlemiyorlar. Eşlerinden ayrılmak istemediklerini, ancak cinsel arzuları da olmadığını söylüyorlar.

Kendini geliştirmiş, sosyal ve ekonomik durumları iyi olan erkekler, ev hayatı ile para karşılığı cinsel arzularını tatmin etmekteki ’dengeyi’ iyi kurmuş durumdalar. Buna karşı, eğitim düzeyi düşük ve ekonomik özgürlüğü bulunmayan erkekler, konsomatrislerle duygusal ilişkiye de girmek istiyorlar."

Araştırmacı Bayan Abaci’nin tespitlerinden öte, klasik müzik eğitimi görmüş ancak ekmek parası için 1980’li yıllarda pavyonlarda org çalan Thanasis Aleksandris, bir zamanlar satış rekorları kıran "Geriye Bir Tek Gece Kalıyor" adlı kitabında, konsomatrisin tanımı hakkında bakın ne diyordu:

"İyi bir konsomatris, çalıştığı ülkenin coğrafyasını da bilir. Ürün vakti geldi mi Atina’da, Selanik’te kalmaz. Tütün satıldığında Trakya’ya, pamuk satıldığında Thesalya ovasına, karpuz zamanı da Amaliada’da iş bulur kendine."

Başta da söyledik zamanların değiştiğini. Bu diyarda artık yerli konsomatrisler genellikle aynı zamanda "sanatçı"dır. Beşinci sınıf "assolistlerin" sahne aldığı mekanlarda önce vokal yaparlar, sonra da sahneden inip müşterilerin "dertlerini" dinlerler.

Çoğu eski Doğu Bloku ülkelerinden gelen "ithal" konsomatrisler ise ya Yunanistan’da mantar gibi türeyen "striptiz"lerde ya da üç beş masalı küçük "bar"larda çalışır.

Hortumcu rektör hapiste

"Suyun Öte Yanından"da, 25 Eylül 2005 tarihinde "Hiç üniversite hortumlanır mı?" başlıklı bir yazı yayımlanmıştı.

Özetle, yarınki politikacıların, diplomatların yetiştiği Atina’daki "Pandion Üniversitesi"nde (Ankara’daki Siyasal Bilimler’in benzeri) 7-8 milyon Euro’nun nasıl hortumlandığı anlatılıyordu.

Eğitim Bakanlığı tarafından 1992-98 döneminde bu üniversiteye tahsis edilen ödenek, altyapı çalışmaları ya da araştırmalara harcanacağına, bazı üst düzey yöneticiler tarafından hortumlanmıştı.

Kimi Ferrari marka araba, kimi evine ipek halılar almıştı kendine. Fomül belli: Gizli banka hesapları, naylon faturalar, sahte belgeler.

Söz konusu skandalın ortaya çıkması da ilginçti. Kostas Simitis başbakan iken Pandion Üniversitesi’nden öğretim üyesi olarak aldığı maaşı üniversitede yeni bir kütüphane kurulması için bağışlamıştı. Adamın günün birinde ’Ne oluyor benim bağışlar’ diyeceği tutmuş; ’Hangi bağışlar başbakanım?’ cevabını alınca da işin üzerine gidilmesini emretmişti.

Sonrasında soruşturma, sonrasında mahkeme.

Atina Ağır Ceza Mahkemesi’nde yaklaşık bir buçuk yıl süren dava çarşamba günü sonuçlandı. Eski rektör Emilios Metaksopulos 25 yıl, yine eski rektör Dimitris Konstas 14 yıl, eski dekan Panayotis Yetimis de 16 yıl hapis cezasına çarptırıldılar. Üniversitenin eski muhabese müdürüne verilen ceza ise müebbet hapis oldu.

Tam 18 kişinin yargılandığı davada sadece 4 kişi beraat etti. Aralarında eski rektör Metaksopulos dahil beş kişi cezaevine gönderildi.

Bu arada kırmızı Ferrari’ye de el kondu.

Bence, bu cezalar iyi örnek teşkil edecek.

Schröder’in itirafları

Almanya’nın eski başbakanı Gerhard Schröder, Yunancaya da çevrilen kitabının tanıtımı için geldiği Atina’da, Kıbrıs konusundan tutun da saçlarını neden boyamadığına kadar pek çok şey söyledi.

Schröder için "Annan Planı" Kıbrıs için kaybedilen büyük bir fırsattı. Ayrıca kendisinin, Tony Blair’in ve Jacques Chirac’ın, Türkiye’nin Rum yolcu uçaklarına ve gemilerine havaalanlarını ve limanlarını açması halinde, KKTC’ye izolasyonların eşzamanda kalkacağı yolunda birkaç yıl önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a söz verdiklerini de söyledi eski Almanya başbakanı. Vesselam Kıbrıs ile ilgili sözleri Atina’yı da, Kıbrıs Rum Yönetimi’ni de hiç ama hiç memnun etmedi.

Gelelim saçlarını boyayıp boyamamasına. Almanya’da "saçını boyuyor" diye yazan dergiler aleyhinde açtığı davayı kazanan Schröder, bu konuda bakın neler dedi:

"Eğer eşim saçımı sarıya, siyaha boyamamı isteseydi bunu yapardım. Eşim böyle bir şey istemedi. Bir yerlerde şakaklarına ak düşmüş erkeklerin kadınlarda daha fazla beğeni topladığını okumuştum. Dolayısıyla eğer saçlarıma beyazlar düşseydi, boyamamam için neden yoktu. Biliyor musunuz, her zaman kadınların beni beğenmesini isterdim."
Yazarın Tüm Yazıları