O komutan şehit mi?

Güncelleme Tarihi:

O komutan şehit mi
Oluşturulma Tarihi: Kasım 30, 2015 01:09

Suriye'deki Bayırbucak bölgesinde yaşanan çatışmalara ilişkin haber, Hürriyet’in gündem sayfalarında “Komutan şehit, Kızıldağ düştü” başlığıyla verilmişti.

Haberin Devamı

 “Şehit” olarak nitelendirilen komutan, Türkmenlerin oluşturduğu Sultan Abdülhamid Tugayı’nın iki numaralı ismi Zekeriya Abdullah’tı.Bu başlık, sosyal medyada büyük tepkiyle karşılandı. “Şehit” yazılmasına itiraz ediliyor; Abdullah’ın terörist olduğu savunuluyordu. Bazı internet siteleri de “Hürriyet, Suriye’de ölen cihatçıyı şehit ilan etti” haberleri yayınladı.Okurlardan gelen mail’lerde de Abdullah için “şehit” denilmesi eleştiriliyordu. Ayrıntılı sorular içerdiği ve eleştirilerini derli toplu dile getirdiği için okurlardan Mehmet Karadeniz’in eleştirisini özetle aktarmak istiyorum:

 

-Ölen cihatçı komutan için “şehit” demenizin gerekçesi nedir? Şehitlik yakıştırdığınız cihatçı komutanın bağlı olduğu Türkmen grubun, Lazkiye’deki Alevi köylerine yaptığı baskının acı anısı hafızamızda çakılıyken, Türkiye’de milyonlarca insanı incittiğinizin farkında mısınız? Mezhepleri nedeniyle sivil öldürenleri ‘şehit’ olarak mı görmektesiniz? Bu başlık için özür dilemeniz gerekmez mi?

 

Haberin Devamı

-İlk günkü haberde “Bölgede Türkmen gruplar, Nusra Cephesi, Faslılardan oluşan Şam el-İslam Hareketi ve Çeçen Cund’uş Şam grubu, Suriye ordusu ve müttefiki Hizbullah’ın ilerleyişini durdurmaya çalışıyor” diye yazmışsınız. Devam eden günlerde bu grupların da bölgede olduğunu neden zikretmediniz? Neden çatışmalar sadece Rusya destekli Suriye ordusu ve Türkmenler arasındaymış gibi lanse edildi?

 

Okurun bu sorularını, haberde imzası bulunan Uğur Ergan’a sordum. Ergan, yazdığı haberde “şehit” ifadesi kullanmadığını belirterek, “Zaten gazetedeki haber metninde de şehit sözcüğü hiç yok. Başlıkta şehit yazılması tamamen editörün takdiri” yanıtını verdi. Okur temsilcisi olarak eleştirileri ve yazılanları inceledim. İkinci sorudan başlayayım. O bölgede sadece Türkmenler mi Suriye ordusuyla çarpışıyor? Hayır. Hürriyet, 20 Kasım’da verdiği Anadolu Ajansı kaynaklı “Bayırbucak için kritik saatler” başlıklı haberde, o bölgede Türkmen grupların yanı sıra Nusra Cephesi, Faslılardan oluşan Şam el-İslam Hareketi ve Çeçen Cund’uş Şam grubunun da bulunduğunu yazmış. Suriye uzmanı gazeteci Fehim Taştekin de 25 Kasım’daki yazısında AA’nın haberindeki bilgiyi doğruluyor; “Türkmenlerin Sultan Abdulhamid Tugayı’nın, Nusra’nın müttefiki olduğuna” dikkat çekiyor.Bu durumda okur haklı. O bölgede sadece Türkmenler çatışıyormuş gibi yazmak yanlış. Çatışan tarafların tümünün yazılması okurların doğru ve eksiksiz bilgilendirilmesi açısından zorunlu. Ayrıca Rusya tarafından gelen açıklamaları yayınlamak da okurun resmin bütün boyutlarını görmesini sağlar. Zekeriya Abdullah’ın şehit ilan edilmesi konusuna gelince, yaptığım incelemede “şehit” ifadesinin haberin birinci sayfadaki duyurusunda kullanılmadığını fark ettim. Editoryal bir tercih olarak ilk sayfada kullanılmayan bir ifadeye iç sayfada da yer verilmemesi gerekirdi. Ayrıca çarpışmalarda ölen Türkmenlere daha önceki haberlerde “şehit” denilmemiş;  22 Kasım’dan sonra ölenlere de “şehit” diye yazılmadı. Abdullah’ın durumu neden farklı? Komutan olması dışında görünür bir neden yok ortada. Kaldı ki, diğer gazetelerde de Abdullah için “şehit” denildiğini görmedim. Hürriyet’te de “şehit” yazmak yanlıştı.  Şehitlik, her yerde kullanılamayacak kadar özel ve hassas bir tanım. Gazeteci, savaşların değil, demokrasi, insan hakları ve barışın savunucusudur. Savaşlarda savaşmayan taraftır. Zira taraf olunduğu ölçüde, objektiflikten uzaklaşılır.

 

Haberin Devamı

Casusluk değil gazetecilikti 

 

ABD Başkanı Kennedy, 1961 yılında New York Times’e telefon ederken, gazetecilerin “ulusal güvenlik” kavramına duyduğu saygıya güveniyordu. Domuzlar Körfezi’ne çıkarma hazırlığının haber yapılmamasını isteyerek, “Ulusal güvenliği ilgilendiren böyle bir konuda sorumluluklarınızı unutmayın” demişti. (*)Gazete yöneticileri, Kennedy’nin uyarısını dikkate alıp haberi yayınlamadı. Fakat Küba’ya yapılan çıkarma fiyaskoyla sonuçlandı. Bu fiyaskoda Kennedy yönetimi kadar Amerikan basını da suçluydu. Bildikleri halde hazırlıkları haber yapmayarak, yönetimin yanlışına ortak olmuşlardı. “Ulusal çıkar” adına “yönetimin çıkarı”na hizmet etmişlerdi.Bu olaydan dersler çıkaran Amerikan basını, Vietnam Savaşı sırasında Pentagon Belgeleri önüne geldiğinde “Ulusal güvenliğe zarar verir mi?” sorusunu sormadı. Washington’un halktan gizlediklerini cesaretle ifşa etti. “Ulusal güvenlik” ve “ulusal çıkar” kavramlarını baş tacı etmeyi bırakmışlardı. Sanırım İstanbul 7. Sulh Ceza Hâkimi, bu kavramların evrensel gazetecilik için geçen yüzyılda kaldığının farkında değil. Tutuklamadan önce gazeteci arkadaşlarımız Can Dündar ve Erdem Gül’e sormuş; “Devletin güvenliği kaygısı taşımıyor musunuz?” Bu ülkede böyle bir soru yöneltilmesi hiç şaşırtıcı değil. Gazeteci Ahmet Şık tutuklandığında “kitap bombadan daha tehlikeli” denilmişti. Nedim Şener, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Soner Yalçın ve onlarca gazeteci cezaevlerine atılırken de “Bu haberi neden yaptınız” türünden sorular sorulmuştu. Bu sorular, o zaman da gazeteciliğin yargılanmak istendiğinin açık kanıtıydı. Gazeteciler hapse atılarak, basın ve ifade özgürlüğü, halkın haber alma hakkı engelleniyordu. O yargılamalara karşı çıkmak görevimizdi. Yazıp çizdiklerine bakmadan, ayrım yapmadan gazeteciliği savunuyorduk. Kaldı ki, Can Dündar ve Erdem Gül, MİT’in silah yüklü TIR’larıyla ilgili haberi yayınlayarak gazetecilik yaptılar. O haberi yazmadan önce sormaları gereken iki soru vardı; “Gerçek mi?” ve “Bu yayında kamu yararı var mı?” Bence  bu iki sorunun yanıtı da “Evet”ti.(* Zeynep Alemdar, Oyunun Kuralı, Bilgi Yayınevi.) 

 

Haberin Devamı

OKURDAN KISA KISA:

 

Burcu Yumak: Saldırganın, dedesinin ölümünden sorumlu tuttuğu için Dr. Ersin Arslan’ı öldürdüğü bilgisi yanlış. Saldırgan, dedesinin son emekli maaşını alabilmek için ölüm tarihini değiştirmesini istemiş, bu isteği yerine getirilmediği için bıçaklamış. İnternetteki bu hatayı düzeltin lütfen. (23 Kasım)

Barış Kalaycı: “Esrarlı ölüme 8. savcı” haberinin son cümlesinde mühendis Erdel Uğur’un Ocak 2016’da öldüğünü yazıyorsunuz. Henüz 2016’ya gelmediğimize göre bu bir kehanet mi yoksa? (23 Kasım)

Mustafa Sağlamer: 21 Kasım’da Cumartesi ekinde “Öğleyin kapanan kulüp” başlıklı bir yazı vardı. Türkçede öyle bir sözcük yok. Gün ortası, öğlen, öğle vakti...

Haberin Devamı

Tülay Köse: Üçüncü sayfada “Morartan öpücüğe 6 yıl hapis” haberinin yanına mor renkli kadın dudağı resmi konulmasına inanamadım. Bu ne saygısızlık, hem de kadına şiddetle mücadele gününde. (25 Kasım)

Berat Çepni: “İşte ateş çemberi” başlıklı sürmanşetinizin devamının 26. sayfada olduğu yazılmıştı. Orada devamını göremedim. (26 Kasım)  

İrfan Sarp: Rus uçağının düşürülmesiyle ilgili haberde, mesafeler Kara Mili (15 mil=24.1km, 2 mil=2.3 km ve 10 mil=16.09 km) cinsinden hesaplanmış. Oysa havacılar, Deniz Mili üzerinden hesaplar. Bu mesafelerin 15 mil=27.8km, 2 mil= 3.7 km ve 10 mil=18.5 km. olarak verilmesi gerekirdi.(25 Kasım)

Tuncay Hacaloğlu: Ben  yazmaktan siz okumaktan bıktınız. 24 Kasım’da Kamran İnan’ın kocaman ölüm ilanında cenaze sözcüğü “canaze” olursa yakında Hürriyet de Harriyet olur.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!