Güncelleme Tarihi:
Bu eleştirileri Tartan’a ilettim; o da yazıyı hazırlarken alıntı yaptığı kaynakların linklerini gönderdi. Linkleri inceledim; hemen hepsi Türkiye’de bu terapinin yapıldığı klinikler ve Türkiye temsilciliğinin sayfaları ile Nelson’un kişisel blog’unun adresleriydi. Bu sistem gerçekten Nobel Ödülü almış mıydı? Bu sorunun yanıtını Nobel ödüllerinin resmi sayfasında aradım. Ama ne Prof. Dr. Nelson’un adına ne de cihazına rastladım. NASA’da çalıştığını doğrulayan bir kaynak da bulamadım. Sadece Nelson’un kendi blog’unda “gençliğinde General Motors’da NASA’nın Apollo projesine katkıda bulunduğu” yazılmıştı. Bu da NASA’da çalıştığı anlamına gelmez sanırım.
Ulaştığım bu bilgileri, Aynur Tartan ve Kürşat Çağıltay ile paylaştım. Çağıltay, “EPFX Scio” denilen cihazın ABD ve Kanada’da yasaklandığını belirten linkler ile Nelson hakkında ABD’de, Seattle Times adlı gazetede çıkan bir yazının linkini gönderdi. 18 Kasım 2007 tarihli yazıda, Nelson hakkında özetle şu bilgiler veriliyordu:
“NASA’da onun istihdamına dair hiçbir belge yok. Nelson, okul kayıtlarına göre 33 yaşındayken Ohio’da Youngstown State University’de part time matematik öğretmeni. 1984’te Colorado’dan taşınmış ve yaptığı EPFX Scio cihazını satmaya başlamış. 1989’da FDA’ya (Amerikan Gıda ve ilaç Dairesi) başvurmuş; sadece strese karşı kullanılabilecek bir cihaz olarak izin verilmiş.
Ama Nelson bu cihazı, başka hastalıklara da iyi geldiğini söyleyerek satınca FDA, 1992’de bu tanıtımı durdurmasını istemiş. Nelson yine de devam edince dolandırıcılık ile suçlanmış. Bunun üzerine Nelson 1996’da Macaristan’a kaçmış, faaliyetine orada devam etmiş.”
Bu gazete bilgilerini aldıktan sonra cihazın Türkiye temsilciliğini yürüten firmaya, internet sitelerinde yer verdikleri “cihazın Nobel ödüllü, Nelson’un da NASA’lı olduğu” iddiasını sordum; resmi kaynaklar istedim. “Scio Türkiye Ekibi” imzasıyla aldığım yanıt, yeterince açıktı:
“İnternet sitemizde verilen bilgiler, Scio cihazını üreten firmanın internet sitesinde yer alan bilgiler tercüme edilerek hazırlanmıştır. Bu bilgileri resmi kaynaklardan doğrulamak mümkün olmadığından internet sitemizden kaldırmayı tercih ediyoruz. Uyarınız için teşekkür ederiz.”
Durum bu. Firmanın bile kanıt gösteremediği ve sorunca sitesinden kaldırmayı tercih ettiği “bilgileri”, gazetede kullanmak yanlış olmuş. Cihazın neredeyse bütün dertlere çare olduğunu öne sürmek de gerçeklerle bağdaşmıyor. Her söyleneni sorgulamadan yazarsak okurlara hayal satmış oluruz.
AYM: MEDYA ABARTABİLİR
TÜRKİYE’de yargı nadiren de olsa gazeteler ve gazetecilik lehine kararlar veriyor. Anayasa Mahkemesi’nin, Hürriyet’in “Çapkınlığın suyu çıktı” manşetiyle ilgili kararı da böyle ender rastlanan kararlardan biri...
Nurettin Kurt imzasıyla 11 Aralık 2010’da yayınlanan haberde olay, “Sipariş ettiği suyun karşı sitede başka bir eve gönderildiğini öğrenen kadın baskın yaptı ve eşini sevgilisiyle yakaladı. Zengin sevgili de adamın evli olduğunu ve üstelik kendi aldığı evde başka bir sevgilisiyle yaşadığını avukatı aracılığıyla öğrendi” diye özetleniyordu.
Bu olayın ardından eşinden boşanan ve sevgililerinden ayrılan Zafer Bozbey, Hürriyet’in haberinde adına, fotoğrafına ve özel yaşamına ilişkin ayrıntılarına yer verilerek “kamuoyunda küçük düşürüldüğü ve kişilik haklarına tecavüz edildiği” gerekçesiyle tazminat davası açmıştı. Mahkeme bu istemini reddetmiş, Yargıtay da mahkeme kararını onamıştı. Bozbey de bunun üzerine iki yıl önce Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) başvurmuştu. AYM, Bozbey’in başvurusunu reddederek, “maddi ve manevi varlığının korunması hakkının ihlal edilmediğine” hükmetti. Oybirliğiyle alınan kararda şu gerekçelere yer verildi:
“Gazete haberinin evlilik birliğini ilgilendirmesi ve bu birliğe atfedilen önem de göz önünde bulundurulduğunda evli bir kişinin eşi haricinde iki ayrı kadınla ve kadınların birbirinden haberi olmaksızın birliktelik yaşaması gibi toplumda alışılagelmiş olmayan bir durumun ve bu durumun ortaya çıkış şeklinin toplumun ilgisini çekeceği muhakkaktır.
Burada söz konusu olan toplumdaki genel bir probleme dikkat çekmek amacıyla bireysel bir örneğin kamuoyuna sunulmasıdır. Basının genel yarar nitelikli bütün sorunlarla ilgili olarak bilgi ve fikir yayma fonksiyonuna, kamunun bu bilgi ve fikirleri alma hakkının eklendiği hatırlanmalıdır.
Haberde bazı ifadeler nedeniyle abartıya kaçılmadığı da söylenemez. Ne var ki basın özgürlüğünün kapsamının, demokrasi ile yakın ilişkisinin doğal sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve hatta kışkırtmaya izin verecek şekilde geniş yorumlanması gerektiği kabul edilmelidir.”
Bu gerekçeler, medyaya karşı açılan davalarda örnek oluşturacak nitelikte...
OKURDAN KISA KISA
Şeyda Yaprak: Bu ülkede kararnameyle 649 akademisyen üniversitelerden atıldı. Galiba farkında değilsiniz. Üniversitelerin içi boşaltılıyor. Atılanlar arasında çok değerli, birikimli, pırıl pırıl insanlar var. İlerde üzerine kitaplar yazılacak ama siz haber bile yapmadınız. Yazık. (8 Ocak)
Özge Özgen: Kelebek’teki Ben Affleck röportajında hata var. İki çocuğu olduğunu yazmışsınız ama üç çocuğu var. Araştırma yapılmalıydı. (8 Ocak)
Uluç Erman: Pazar ekinde ikinci sayfadaki “Kuzey Kore’nin dışarı açılma hamlesi olarak değerlendirilen takvimde neler var?” sorusunun yanıtı ‘d’ şıkkı yani itfaiyeciler olarak verilmiş. Ama doğrusu ‘c’ şıkkı yani hostesler. (8 Ocak)
Mustafa İnanç: Arka sayfada yayınlanan “Thurman’ın vekalet savaşı” haberinizde ünlü oyuncunun dört yaşındaki kızının “vekaletini” almak için çalıştığını yazmışsınız. O “vekalet” değil “velayet” olmalı. (15 Ocak)
Mustafa Deniz/Kadir Tekbay: İnternette “En kuvvetli kar yağışı” haberinde “ekstrem soğuk hava” demişsiniz. Gazetede de ekonomide “yüksek montanlar”, sporda “Scout ekibi” yazıyorsunuz. Bari siz yapmayın. Türkçeyi katletmeyin.