Müzik, Mehtap ve insan

Pırıl pırıl bir gecede yürüyoruz. Tepemizde mehtap, etrafımızda sokak lambalarının ve reklam panolarının göz kırpan ışıltısı. Kendimizi şen gülüşmelerin tam ortasında buluyoruz ve Taksim'den Harbiye'ye doğru bu coşkulu insan seliyle birlikte akıyoruz. Kaldırım dar geliyor, caddeye taşıyoruz. Duygularım kabarıyor, kendimi olduğumdan daha iyi hissetmeye başlıyorum. Hem de İstanbul'un karmaşasına, hem de insanın beynine şok verircesine darma duman eden kalabalığına rağmen. Aslında renk renk, çeşit çeşit insanlardan oluşan kalabalıkları severim. Başımı döndürse bile keyif alırım. Yeter ki, bu kalabalığı yaratanlar gergin, mutsuz ve sinirli insanlardan oluşmasın... İşte, böylesine keyifli olmamın sırrını çözdüm. Bu içine girdiğim ve seller misali akan insan güruhu pek bir coşkulu, pek bir neşeli ve onlardan yayılan kuvvetli enerji beni de sarıp sarmalıyor ve içimin giderek kabardığını hissediyorum. Hem de ayaklarımdaki topuklu papuçlara rağmen. Doğrusu ayakkabılarımın yürümek için pek elverişli olduğu söylenemez. Fakat, aldıran kim? Hissetmiyorum bile. Taa ki, ayağım burkuluncaya kadar... Ne yalan söyleyeyim, buna bile çok aldırış etmedim. Üstelik bu sırada burnuma gelen kokular dikkatimi hemen dağıttı. Cemil Topuzlu Açık Hava Tiyatrosu’na gelmeden daha sıra sıra dizilmiş satıcılar her türlü içeceğin yanısıra yiyecek de satıyorlar. Bir taraftan pişirip bir taraftan çığırıyorlar. Bir gürültü, bir hengame... Sanırsınız ki, konsere değil panayıra geldim. Zorlukla kendimize yol açıp ilerledik ve içeri girmeyi başardık. Tabii iş bununla bitmiyor. Şimdi yerimizi bulmamız lazım. Fakat, çok iyi organize edilmiş. Bunun için Garanti Bankası'nı kutlamak lazım. Ön sırada ve dev hoparlörlerin tam karşısındaki yerimize kurulduk. Biraz sonra kafamı çevirip arkama şöyle bir bakayım dedim. O da ne, açık hava tiyatrosu hınca hınç dolu. Meğer Cazcı Kardeşler'in (Blues Brothers Band) ne çok seveni varmış. Sonra kafamı yukarı kaldırdım ve mehtapla gözgöze geldim. Pasparlak, yüsyuvarlak, bütün çekiciliği ile öyle bir bakıyor ki, bir süre kendimi alamadan herşeyi unutup seyre daldım. Sonra da müziğin sesiyle yerimden öyle bir hopladım ki, dalgınlığımın bedelini neredeyse çok ağır ödeyecektim. Neyse ki, kalp çarpıntılarıyla durumu idare ettim. Zaten biraz sonra da kendimi müziğe öyle bir kaptırdım ki, (Başka türlüsü mümkün değil) ne kalp çarpıntım kaldı, ne de düşüncelerim. Herkese tavsiye ederim. Özellikle dolunay olduğu gün bir konsere gidin. Şayet meditasyon yapmayı bilmiyorsanız, o zaman mutlaka gidin. Meditasyon yapmayı biliyorsanız, sorun değil. Gitmeseniz de olur. Fakaat, bilmiyorsanız, bir konserden daha iyisi olamaz. Neden mi? Çünkü, dolunay döneminde Ay'ın etkisi öylesine güçlenir ki, (Zaten fiziksel olarak bile görünür. Suların yükselmesi gibi.) insanın bu etkiden korunabilmesi ancak, meditasyon yaparak mümkün olur. Müzik dinlemek, bir çeşit meditasyon yöntemi olabilir. Ancak, bir tek şartla; Kendinizi müziğe tamamen kaptırmanız, düşüncelerinizi ve hatta kendinizi unutmanız şartıyla. Genellikle evde böyle müzik dinlemek pek mümkün olamadığı için, gideceğiniz konser, istenilen bütün koşulları kendiliğinden yaratır ve siz isteseniz de istemeseniz de kendinizi müziğin içinde buluverirsiniz. Böylece farkında olmadan tam bir meditasyon yapmış olursunuz. Aslında konsere gitmek için dolunay gününü beklemek gerekmiyor tabii. Özellikle cazz, blues türündeki müziği canlı dinlemek, gerçek manada meditasyon yapmaya eş değerdir. Bir konser salonunda müzikle bütünleştiğiniz gibi başka hiç bir yerde bütünleşemezsiniz. Hele bir de bu konser açık havada gerçekleştiği zaman, doğanın tüm titreşimleri içinizde titreşmeye başlıyor. Yani bana öyle oluyor. Tepemde parlayan Ay'dan mı, soluduğum havadan mı, yoksa hoparlörlerin dibinde oturmaktan mı, bilemem ama tüm organlarım titreşiyor. Yerimde duramayıp ayağa kalkıyorum. Birden diğer insanları farkediyorum. Herkes ayakta. Hem de sahneye en uzak noktada bulunanlar bile. Demek ki, hoparlörden değil. (Tabii bu arada hoparlörün etkisini yabana atmamak gerek. Çünkü, konserden sonra ertesi güne kadar kendi sesimi bile duyamaz halde dolaştığımı itiraf etmem gerekiyor.) Bütün insanlar benim gibi enerjiyi öyle kuvvetli hissetmeye başlamışlar ki, yerlerinde oturamayıp ayağa fırlamışlar. Ve hep birlikte müziğin ritmiyle zıplıyoruz. İnsanlar, müzik ve mehtapla öyle kaynaşmışlardı ki, sanki yok olmuşlardı, diyorum, Yasemin'ce...
Yazarın Tüm Yazıları